BENİM BİR TEKLİFİM VAR

BENİM BİR TEKLİFİM VAR

Av. Mustafa Büyükgüner - Köşe Yazısı

Hemşehrimiz Cennet Mekan Sultan Ablüdhamid Han’ın bizzat kurdurmuş olduğu ve merkezinde Bilecik’in bulunduğu Ertuğrul Sancağı’nı anlattığımız önceki yazımız epey konuşuldu. Aslında herkesin bildiği ama gündelik hayat meşgaleleri içerisinde unutulan bir konuyu gündeme getirdiğimizi düşünüyorum. O halde, buradan devam edelim.

“Büyük Bilecik” yazısı yayınlandıktan sonra iki husus dikkatimi çekti. Birincisi, Ertuğrul Sancağı kurulurken, sancağın idari sınırları neredeyse Osmanlı Beyliği’nin ilk kurulduğu dönemki sınırları ile bire bir tutuyor.

Kronolojik olarak kısaca hatırlayalım: Osman Gazi, beyliğin başına geçtikten sonra önce Söğüt-Domaniç yol güzergahı üzerinde bulunan ve büyük yayla göçü esnasında tehdit oluşturan Kulaca Kalesi’ni fethetti. Bundan kısa bir süre sonra bugün Eskişehir ilinin içerisinde kalan Karacahisar kalesini aldı. Çakırpınar düğünü ile Bilecik, Yarhisar ve İnegöl kalelerini fetheden Kayılar, daha sonra bir koldan Sakarya Vadisi’ndeki kalelere akınlar düzenlerken diğer yandan da Bursa ve İznik’in fethi için civardaki küçük yerleşim bölgelerine sürekli akınlar düzenlediler. Bu dönemde Harmankaya, Gölpazarı, Osmaneli, Yenişehir toprakları da fethedildi. Kayı Alpleri Osman Bey’in saltanatının son dönemlerinde zaman zaman Kocaeli, Gebze sınırlarına kadar gider oldular ve bu bölgelerde de hakimiyet tesis ettiler. Buna rağmen Osman Bey’in asıl etki alanı önceleri Söğüt, fetihten sonra da Bilecik merkez olmak üzere; Yenişehir, Lefke (Osmaneli), Gölpazarı, Gümele (Mihalgazi), İnhisar, Karacahisar, İnönü, Bozüyük, Domaniç, İnegöl, Kulacahisar, Ermeni Derbendi (Pazaryeri) toprakları idi. 1885 yılında Ertuğrul Sancağı kurulduğunda da, sancağın idari sınırlarının yaklaşık olarak aynı topraklar olduğu görülüyor.

Aradaki tek fark Osman Gazi dönemi beylik sınırları içerisinde bulunan Karacahisar’ın Ertuğrul Sancağı idari sınırları içerisinde yer almaması, buna karşılık fethi Orhan Bey’e nasip olan İznik’in ise Ertuğrul Sancağı’nın idari sınırları içerisinde kalmasıdır.

Nitekim geçen haftaki yazının tanıtımı için, yazı ile birlikte yayınladığımız haritayı sosyal medya hesaplarım üzerinden yayınlayarak “Sizce bu harita neyi gösteriyor?” diye sorduğumda gelen cevapların ekseriyeti haritadaki sınırların Osman Gazi döneminde fethedilen toprakları gösterdiği yönündeydi.

Bizim bugün gördüğümüzü hemşehrimiz Abdülhamid Han 150 yıl önce görmemiş miydi?.. Bölge insanına ayrı bir değer veren ve “Hemşehrilerim, öz akrabalarım” diye tanıtan, Ertuğrul Alayı ve Söğütlü Taburu isimleriyle hemşehrilerinden askeri birlikler oluşturan ve canını emanet eden. Bölgenin ekonomik ve eğitim seviyesinin yükselmesi için pek çok okul açtıran, camiler inşa eden, ata yagidarı eski eserlerin tamamını ihya eden, eksiklerini tamamlayan, Ertuğrul Gazi Türbesi’nin haziresinde bulunan mezarları ortaya çıkartan ve çoğu makam kabri de olsa Ertuğrul Gazi’nin ilk silah arkadaşlarının tamamına kabirler yaptıran Ulu Hakan, elbette Ertuğrul Sancağı’nın idari sınırlarını tespit ederken, bu sınırları tesadüf olarak belirlememiş ve bir gerçeği o günden ortaya koymuştur. Bu bölgede yaşayan insanların karakter yapıları birbirine çok benzemektedir ve büyük ihtimal bölge insanının çoğunluğu aynı boyun kolları, aynı aşiretin mensubu ve birbirine akrabadır.

Ben bu tesbiti ilk olarak 2015 yılında askerlik görevim boyunca iki ay kaldığı İnegöl’ün sokaklarında dolaşırken ve insanları ile konuşurken yapmıştım. İnegöl’de kaldığım süre boyunca, özelikle yerlilerinin yaşadığı bölgede, gerek evlerin planlarından, gerek sokaklarından, cami ve meydanlarından, gerekse insanların karakter özelliklerinden kendimi sanki, Söğüt’te kendi mahallemde yaşıyor hissine kapılmıştım. Daha sonra mesleğim gereği bu bölgede yaptığım gezilerde aynı tespiti yörenin tamamında yaptım.

Saltanatı boyunca hiçbir hamlesini hesapsız kitapsız yapmayan ve hepsini belirli bir fikre bağlı olarak gerçekleştiren Ulu Hakan’a da elbette bu yakışırdı.

“Büyük Bilecik” yazısı yayınlandıktan sonra dikkatimi çeken ikinci husus ise, maalesef Bilecik halkının, Bilecik’e olan alakasının sınırlı ölçüde kalmış olması, ve 19. asra kadar il yapılmayan bu bölgenin, bu tarihte bir sancak merkezi haline getirilmesinin önemini kavrayamamış olması oldu. Daha da acısı; bu önemin Abdülhamid Han’a kadar Osmanlı sultanları ve bürokrasisi tarafından da anlaşılmadığı gibi, Abdülhamid’den sonra da günümüze kadar yine Bilecik’in ve yöre insanının kaderine terk edilmesi…

Bugün yaşadığımız şehrimiz ile ilgili sorunların temelinde; bu “Kaderine terk edilme” halinin bulunduğunu ve maalesef yöre insanımız tarafından da bu durumun artık kanıksanmasının olduğunu düşünüyorum.

Düşünün; sırtında Türk Mührü bulunan Sakarya Nehri’nin bereketlendirdiği bu coğrafyadan çıkan beylik, 7 asır boyunca dünyaya hükmetmiş ancak devletin çekirdeğine beşiklik eden toprak ihmal edilmiş; kaderin cilvesine bakın ki, Yunan işgali yine bu topraklarda durdurulmuş… Kuruluşa beşiklik yapan topraklar, kurtuluşta yine ön plana çıkmış… Buna rağmen tıpkı Osmanlı bürokrasisi gibi, Cumhuriyet bürokrasisi tarafından da kaderine terk edilmiş…

Bunun tek istisnası Abdülhamid Han döneminde kurulan Ertuğrul Sancağı… Bu öyle bir istisna ki; Halim Demiryürek Hoca’nın 2011 tarihli “2. Meşrutiyet Dönemi’nde Bilecik” isimli doktora tezinde bahsettiği üzere; 1885 yılında kurulan bu sancak, 1904 yılında Bursa Vilayet Meclisi’nin aldığı karar ile kısmen kaldırılmak isteniyor, ancak “Söğüt ve çevresinin Osmanlı’nın kuruluşuna ev sahipliği yapmış olması ve Ertuğrul Gazi ile birçok mücahidin kabirlerini ihtiva etmesi, mevki ve tarih itibarıyla çok büyük önem arz etmesi hasebiyle Ertuğrul Gazi’ye izafeten bir liva teşkilinin bizzat padişah emri olduğu ve Bilecik’in de aynı tarihi öneme sahip olması nedeni ve münasip mevkisi ile liva merkezi olarak kabul edilmiş olduğu” gerekçesi ile bu talep reddediliyor.

Aynı teze göre miladi takvime göre 25 Ağustos 1885’te padişaha yapılan arz; 30 Ağustos 1885’te hemşehrimiz Abdülhamid han tarafından onaylanarak Bilecik merkez olmak üzere Ertuğrul Sancağı kuruluyor.

Bir şehrin yükselmesi ve kamuoyunda öneminin artması, öncelikle o yörede yaşayan insanların, kendi şehirlerine bu önemi vermeleri ile başlar. Eğer yöre insanında bu bilinç azalmış ise, yerel idarecilere düşen öncelikle öz hemşehrilerine bu bilinci aşılamaktır. Artık Bilecik ve Bilecikliler üzerinden bu ölü toprağının kalkmasının vakti bizce gelmiştir.

Bunun için özellikle çalışılmalı ve Bilecikliler üzerinde yeni bir heyecan oluşturacak, Bilecik’in kıymetini başta hemşehrilerimiz üzerinde arttıracak projelere ağırlık verilmesi gerekmektedir. Bunun için benim başlangıç noktası olarak, bir teklifim var:

Sembolik de olsa Bilecik’in ilk defa il olduğu tarihin Bilecik’te resmi törenlerle kutlanması ve bu tarihin adeta Bilecik için bir bayram gününe çevrilmesini talep ediyorum. Ertuğrul Sancağı’nın kurulması kararı 25 Ağustos 1885’te alınmış ve hemşehrimiz Abdülhamid Han tarafından da bu karar 30 Ağustos 1885’te onaylanmıştır.

Anadolu’nun kapısını bizlere açan Malazgirt zaferi ile düşmanı topraklarımızdan attığımız Büyük Taarruz’un kutlandığı bu güzel tarihler içerisinde sırtında Türk Mührü bulunan Bilecik’in de il olarak kuruluşunun kutlanılması uygun olmaz mı?..

 

Bu haber toplam 2218 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum