Doç. Dr. MUSTAFA BAŞ

Doç. Dr. MUSTAFA BAŞ

DELİL OLARAK SÜNNET

DELİL OLARAK SÜNNET

Geçen günlerde Hz. Peygamber’den (sas) rivayet edilen hadisler üzerine iki akademisyen arasındaki tartışmayı sosyal medyadaki yazışmalar sebebiyle internetten izledim. Sidik, zehir ortamında seviyesi düşük, ilmi olmaktan uzak olan tartışma, sünnet ve hadis algısının nasıl anlaşılmasına yönelik bir mesaj vermekten uzaktı. Hadisler, tarih boyunca tartışıla gelmiş, rivayetler ve ravilerle ilgili yüzlerce eser kaleme alınmış, bu tartışmalar günümüze kadar devam etmiştir. Hadis ve sünnet ayrımı da, hep bir birine karıştırılarak zihinlerde yer etmiştir. Hz. Muhammed (sas), insanlık için her yönüyle örnek alınması gereken bir önderdir. Onu örnek almak, Allâh’ın emri, sırt çevirmek, karşı gelmek ise, emrine isyandır. Kur’an, ona itaati, Allâh’a itaatle eş tutmuş, Allâh sevgisinin onun (sas) sevgisinden ayrılmayacağını belirtmiş, Allah’ın sevgisini kazanabilmenin ve günahlardan kurtulmanın en önemli basamağı olarak ona (sas) itaati vurgulamıştır. Fetih Suresinde “Ey Muhammed! Sana bîat edenler, ancak Allâh’a bîat etmişlerdir.” ayetiyle ona (sas) bağlılığı, Allah’a bağlılıkla eş tutmuştur. “Andolsun ki, Rasûlullah’da sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel örnekler vardır.” ayeti de herkes için en mükemmel rehber, en güvenilir örnek olduğunu ortaya koymuştur.

Kur'an ve onu tebliğ eden Hz Muhammed'in (sas) sünneti İslam Dini'nin temel iki kaynağını oluşturmaktadır. İslam da hüküm ortaya koyan bütün deliller asıl itibarı ile bu iki kaynağa uygun olmak zorundadır. İcma veya kıyasla çıkarılan hüküm, bu kaynaklara aykırı olsa, delil olarak bir değer ifade etmez. Tabi olunan yol manasına gelen sünnet; Hz. Peygamber’in (sas) yapmış olduğu iş, söylemiş olduğu söz ve başkası yaptığı halde kendisinin uygun görmüş olduğu işlerin hepsine verilen isimdir. Kur'an, vahiyle birlikte yazıya geçirilmiş olması ve üzerinde yalan söylemesi mümkün olmayan topluluklar vasıtası ile tevatüren nakledilmesi sebebiyle tartışılmaz bir kaynaktır. Oysa hadisler başlangıçta tam anlamıyla yazılmamış, yaklaşık H. 100. yıllarda yazıya geçirilmiş olması sebebiyle Kur’an’dan farklıdır.

Hadislerin çeşitliliği, bir konuda birçok hadisin bulunması, içtihat eden alimlerin bu hadislerin bir kısmını kendi değerlerine göre sahih kabul ederek içtihatlarında değerlendirmesi, diğer bir kısmını ise zayıf kabul ederek reddetmesi de bu tartışmalara sebebiyet vermiştir. Zaman içinde insanlar tarafından da çeşitli sebeplerle hadisler uydurulmuş, bunlar ciltler dolusu kitaplar oluşturmuştur. Sahih, zayıf ve mevzu (aslı olmayan) hadislerin varlığı da, tartışmaların oluşmasına etki etmiş, hadisin hangi ölçülerde, nasıl ve ne şekilde delil olarak kullanılacağı tartışmaların ana konusunu teşkil etmiştir. Bütün bu tartışmalara rağmen güvenilir İslam alimleri sünneti hiçbir zaman devre dışı bırakmamışlar, bize Allah'ın Kelamı yeter, sünnete ne gerek var; Allah Kelamında her şeyi açıklamıştır gibi bir tez ileri sürmemişlerdir. Hz. Peygamberin dinde bir şey ortaya koyamayacağını, ancak Kur'an da var olanı açıklayabileceğini söylemek Kur'an'ı anlamamaktır. Kur'an; "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar...." (Araf 157) buyurarak onun da dolaylı olarak helal ve haram koyma yetkisinin olduğunu ortaya koymaktadır. " Resul size ne getirdiyse onu alın, neden yasakladıysa da ondan kaçının" (Haşr 7), "Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiğinde, inanmış bir erkek ve kadının o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse apaçık sapıklığa düşmüştür." (Ahzap 36), "Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine bir azap gelmesinden sakınsınlar" (Nur 63), v.b. ayetler onun (sas) vermiş olduğu hükümlere uyarak karşı çıkmamamızı emretmektedir. Bu ayetlere rağmen sünneti reddetmenin dinin temellerini sarsmaya çalışmanın dışında bir şey olmadığı açıkça görülmektedir.

Ancak sünnet, zaman içerisinde yanlış algılanmış, davranış örnekleri ve örfi hükümler din gibi kabul edilerek, Hz. Peygamber’in (sas) ortaya koymaya çalıştığı evrensel ilkeler ile sünnetin uygulandığı evrensel illetler göz ardı edilmiştir. Özünde değişim ve gelişme olan sünnetin ruhu tam anlaşılamayınca, örfi ve kültürel uygulamalar sünnet gibi algılanmış, sünnet şekle ve uygulamalara hasredilmiştir. Bu anlayıştan sıyrılarak, bize intikal ettirilen rivayetler dikkatlice değerlendirilmeli, metinlerinin yeniden kritikleri yapılarak ortaya konulan dini hükümlerin ifade ettiği evrensel değerler anlaşılmalıdır. Bazı yanlış anlaşılmalar bahane gösterilerek dinin uygulanmasında sünnet göz ardı edilmemeli, ibadetlerin dayandığı sağlam temeller zayıflatılıp dinin oyuncak haline getirilmesi kolaylaştırılmamalıdır.

 

Bu yazı toplam 1998 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Doç. Dr. MUSTAFA BAŞ Arşivi
SON YAZILAR