AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

İSLAM KÜLTÜRÜNDE İNSAN HAKLARI

İSLAM KÜLTÜRÜNDE İNSAN HAKLARI

İnsan hakları, çağımızın üzerinde fevkalade önemle durduğu bir husuftur. Bu haklara inananlar, ifade edilen bu konuyu kendilerine amaç edinmişlerdir. Bu konu ile ilgili olarak yazılmış kitaplar, insan haklarının yüzyıllar süren mücadeleler sonunda elde edildiğini ifade ederler.  Bu haklar, Yaratıcının kuluna bahşettiği bir lütuf olarak tanınmış bir şekilde, Kur’an-ı Kerim’de cihanşümul bir tarzda ifade edilmişlerdir. Bu yüzden de, Batı’da kavram olarak ortaya çıkmadan önce, İslami düşüncede ve Müslümanın hayatında vardır.

İnsan hakkı kavramını, İnsan zihnine, fikrine ve düşüncesine vermiş olan, ilahi vahiy veya peygamberi düşüncedir. Çünkü vahyi düşüncenin ihsanlara bildirdiği şekilde, insan yeryüzünde Yüce Allah’ın halifesidir. Halife hilafetin gereklerini taşıyandır. Yüce Allah âdildir; O’nun yeryüzünde halifesi olan insan da, yeryüzünde adaleti ayakta tutan, yani insanlara eşit muamele yapandır. Bu açıdan adalet, herkese ve her şeye hakkını vermektir. Hakların ihlal edilebildiği sözkonusu olduğuna göre, hakkın korunması icab etmektedir. Hakkı koruyan da hukuktur. Hak, her insanın veya her varlığın doğrudan kendisine ait olan bir fayda veya yarardır, veyahut da bir menfaattir. Biraz önce ifade ettiğimiz yönüyle, haklar ihlal edilebiliyor ve korunmaları gerekiyorsa bu işi kim yapacaktır? Sorunun cevabı insan olabilir. Ama çok iyi bilinen bir husustur ki, hakları tanımayan, ihlal eden gene bizzat insandır. O halde, insanın üzerinde güçlü, kuvvetli, her şeye kadir bir otoritenin koyduğu ilahi bir hukuk düzeni, hakları en üstün derecede koruyabilir.
İnsan haklarını koruyan unsurların başında, şüphesiz adalet ve doğruluk gelir. Adaleti temin hususunda, ilahi vahiy, "adaleti emretme", "yerine getirme "koruma" ve "adaletle davranma", "hükmetme" ve "âdil hakimler konularında pek çok uyarılarda bulunur. Doğruluk hususunda da, gene pek çok emirler vardır. Sadece bunlarla yerinilmez, adalet ve insan haklarına bağlı olma hususunda Peygamber uyarılır. Şimdi, vahyin insancıllığını, bunun temel esaslarının neler olduğunu ve bunlar içinde insan haklarını görelim. İslam İnsancıllığı Türk insanı aldığı ilahî vahiy doğrultusunda İnsana büyük değer atfetmiştir. İslam kültüründe insan, en şerefli varlıktır. O halde, ona şerefi ile mütenasip bir şekilde davranılmalıdır: Bir başka ifade ile, insana hakkını vermek lazımdır. Bunun için de onu sevmek gerekir. İlâhî vahye bağlı olarak, İslam Kültürü, inananların kardeş olduğunu kabul etmiştir. Kardeşliğin ilk hususiyeti birbirini sevmektir. Bu yüzden, Dini Edebiyatımızda, Peygamberin ağzından dökülen şu sözler sık sık tekrar edilir: "İman edilmedikçe cennete girilmez, birbirini sevmedikçe de iman edilmiş sayılmaz..." Böylece sevgi, iman etmiş olmanın bir şartı olur. Sevginin tezahürü, davranışlarda kendini gösterir. İşte Türk insanı, bu sevginin bir göstergesi olarak, davranışlarını, insan haklarına riayet; etme şeklinde göstermiştir. İnsan haklarını ihtiva eden, kardeşini sevme duygusu, toplumsal görevler şeklinde her sahada vücud bulmuştur. Bu içtimaî görevler, kendi cinsine yapması gereken vazifeler şeklinde, ahlâk ve felsefe kitaplarında yer almıştır. Bu vazife, "Başkalarının bize yapmalarını istemediğimiz şeyi başkalarına yapmamak, bize yapılmasını istediğimiz şeyi başkalarına yapmak" tarzında kurallaştırılmıştır. Bu şekilde her hakkın, bir görevi gerekli kıldığı belirtilmiştir.
Bu ifadelerle, insana ilk görevinin "insana saygı" olduğu hatırlatılmıştır. Esasen, adaletin tarifi yapılırken "Adalet haklara riayettir’düsturu ilk önce zikredilmiştir. Hakların başında da şüphesiz insan hakları gelmektedir. Böylece fert, bir sorumluluk şuuru içinde bulunmaktadır. Sorumluluğun yerine getirilip getirilmediği sadece diğer insanlar tarafından takip edilmekle kalmayıp, ahiret hayatında da hesabının verileceği bildirilmiştir. Bu tür korumalarla, insan-, sevgiye ve saygıya layık bir varlık olarak çerçevelenmiştir. Bu saygı ve sevgi, çeşitli emir ve tavsiyelerle ve bunların hayattaki görünen şekli olan davranışlarla ortaya konmuştur. İnsanlar arasında iyiyi ikame hususunda, kişinin çalışması, kötü olan davranışlara mani olması, bu saygı ve sevginin ilk açılımlarıdır.
İslam düşüncesinin temel kaynağı Allah fikridir. Her türlü faaliyet bu fikrin tezahürü olarak şekillenir. Yani kişi, her türlü davranışını gerçekleştirirken ilâhî otorite ile karşı karşıya olduğunu ve onun/tarafından belirlenen "iyi" çerçevesinde olması gerektiğini bilir. Kişinin davranışlarının kaynağı olan peygamberi düşünce, ferde sadece bu manada kılavuzluk etmekle kalmaz, onu geliştirir ve iyileştirir, ilâhî vahyin insan zihninde şekillenmesi demek olan İslam Düşüncesi, kişinin ve toplumun hayatını, hem maddî hem de manevî yönden biçimlendirir. O halde İslam fikriyatında, insanî düşünce, ilâhî sistem ile uyuşur. Yani her konudaki insani düşünce vahye uygun olmak mecburiyetini taşır. Aksi bir hal, adaletsizliği ortaya çıkarır. İlâhî düşünceden esinlenmeyen bize göre doğrular, sadece "bize göre" niteliğini taşırlar-, bu yüzden de cihanşümul veya evrensel olamazlar. Demek istiyoruz ki, insan-, imanına uygun davranışlarda bulunmak zorundadır, iman, ferdin toplumdan soyutlanması değil aksine kişinin toplum içinde diğer fertler için faydalı hale gelmesine yardım eden somut bir kavramdır. Bu anlamda İslam kültürü, insana doğuştan verilmiş olan ahlâkî duyguları kabul eder ve kişiye takip edilecek yolu gösterir. Bu yol, insan haklarına riayet demek olan "iyi" yönündedir. Kişinin görevleri arasında ilk yeri alan iyinin uygulanması, vahiyde var olan ilkelerin çok iyi bir şekilde bilinmesini ve gözlenmesini gerekli kılar. Kötü ise, kişinin takip etmesi gereken yoldan veya istikametten sapma olup, vahye aykırı olan bir itaatsizliktir. Bu ufuk çizgisi istikametinde, iyi; kişilere veya bazı gruplara göre sübjektif iyi değil fakat bütün toplum, hatta bütün insanlık için iyi olandır. Bu hale göre, her insani davranışın dini bir değeri vardır. İlahi vahyi kabul edip etmemek, davranışların din tarafından değerlendirilmesini ortadan kaldırmaz.

Kültürümüzde, insanlar iyi işler yapmakla yükümlüdürler. Bu sebeple iyi niyet, doğruluk ve samimiyet İslam ahlâkının en üstün erdemlerini teşkil ederler. İnanan kişinin sorumluluğu, yasaklara saygıyı, mecbur olunanı gerçekleştirmeyi kapsar ve en yüksek dini kavramlara dayanır. Bu, bir şuur halidir ki, kişi bu bilinçle, aklı ve imanı ile vahyi murakabe veya kontrol altında yaşamayı hayal eder ve hayatını da öylece devam ettirir.
İslam Kültüründeki adaletli davranma şuuru, her türlü haz ve zevki tartar ve adalet terazisine göre ayarlar. Bu çerçeve içinde, dengelenmiş zevkler, Kişiyi mutluluğa, barışa ve sükuna ulaştırırlar. Peşin fikirlerden ve bencil duygulardan uzak, dolayısıyla aşırılıklardan arınmış, zorunlu bir itidal veya denge hali ferdiyetçiliğe, dolayısıyla da bencilliğe engel olur. Bundan ötürü, kişinin kalbine, toplumun içine yerleştirilmiş bulunan faydacı ahlâk; kişiyi, kendini cemiyete adamaya, diğer insanlar için fedakarlıkta bulunmaya, toplumsal faydacılığa ve yardımlaşmaya sevk eder.

 İslam Kültürü, insanı yüce ve üstün bir varlık olarak telakki eder. Bu konuda, Batı’da yazılan eserler çok sonra kaleme alınmışlardır. Çünkü Batı’da ferdin hakları, cemiyetin diğer üyelerince belirlendiği (Magha Carta misali gibi) ve garanti altına alındığı halde İslam Kültüründe haklar ile buna mukabil olan görevler ve yasaklar, ilahî otorite (vahiy) tarafından belirlenir. Bu belirlenmede, insan, kişisel ve sosyal planda değerlendirilir ve kaideler konur. Toplum daima ön plandadır. Ferdin hakları ile toplumun menfaatleri arasındaki ölçü, vahye göre ayarlama bulur.

Bu çerçevede insan, saygı ve sevgiye layık bir varlık olarak, tabii ve iptali mümkün olmayan haklara sahiptir. Bu haklar o kadar tabiidir ki, hükümetler bu hakları korumakla mükelleftirler.
 

İslam İnsancıllığının Temel Esasları:                             
Türk-İslam Kültüründe, klasik ferde mukabil olarak hür ve mesul bir şahıs vardır. Bu mesul şahıslar müşterek bir ülkü etrafında birleşirler. Bu ülkü karşılıklı görev ve hakları ihtiva eder. Her fert, bu mânâda bir görev şuuruna sahiptir. Böylece kişi, karşısında, insan olma haysiyetiyle varolan ve bu özelliği sebebiyle saygıya layık bir varlık bulur. Bu varlık, bütün yönleri, yetenekleri, özellikleriyle doğuştan kendisine ait olacaklarla mevcuttur, insan, hayat sahibi, hür ve eşit bir varlıktır. 0, yeryüzünün varisi olması itibariyle mülk edinme hakkına da sahip bulunmaktadır. Bu özellikler, kendisinde bulunan bu hakların diğer insanlar için de söz konusu olduğu şuurunu kazandırır. Bu, mesuliyet veya sorumluluk hissidir.
İşte insan, bu sorumluluğu itibariyle hürmete layıktır ve saygıdeğerdir. Bu mesuliyet duygusuna sahip olması itibariyle, insan, seçiminde serbesttir. Mesuliyet bahsinde, söz konusu olan insandır.

 İfade edildiği gibi, İslam Kültürün’ de insan, insan olma özelliği sebebiyle üstün ve bu özelliği sebebiyle tabii haklara sahiptir. Ona ait tabii haklar insan olma haysiyetinin gereği haklardır. Bu yönüyle insan, kendine ve başkalarına zarar vermemek ve ilâhî emirlere aykırı olmamak şartıyla, fikri ve zihni bütün haklarını kullanabilir. Bunun yanında insan, yalnız başına kullanamadığı bazı haklarını da toplulukla birlikte kullanır. Bunlara da medeni haklar denilebilir.

 

 

Yukarıda ifade edilen tabii haklar şu şekilde sınıflanabilinir.  

a) Hayat, b) Hürriyet, c) Mülk,  d) Eşitlik hakları...
Hürriyet ve eşitlik hakları, aynı zamanda, güven içinde olma ve zulme karşı koyma haklarını da kapsar. Elbette bu iki hak, adaletin varlığını gerektirir.                      
Şimdi de bu haklara kısaca bir göz atalım.
1- Hayat Hakki: insanımızın sahip olduğu kültüre göre, insanların hayatı kutsaldır. Bu kültürün bildirdiğine göre, insan, yeryüzünde Yaratıcının halifesidir. Alemi imar etmeye memurdur. O, küçük alemdir, büyük alemde ne varsa kendinde küçük numunelerini taşır. Bu yüzden, insan hayatı ilâhî bir yön taşır ve sadece insanı yaratan, onun hayatına son verebilir, insanımızın şuuru, milli ve manevi kültürle beslendiği bütün zamanlarda, haksız yere adam öldürmenin büyük bir cinayet ve günah olduğunu ve bütün insanları öldürmüş gibi olunacağını bildirmiştir. Bir insan kurtarmanın da bütün insanları diriltmiş gibi bir hayır olduğunu daima hatırlatmıştır.
İlâhî vahiy ve peygamberi düşünce hep insan hayatının kutsiyetini vurgulamış, Türk insanı da sözü edilen bilgiye sahip olduğu müddetçe buna hürmet etmiştir. Zira bu bilgi, zihinlerde, insanların kanlarının, mallarının, şeref ve haysiyetlerinin haram olduğunu çınlatmış durmuştur.
Farklı mizaç, din, dil, gelenek, itikat, ahlâk, örf, adetlere sahip olsa bile, insan insandır. Kutsal bir varlıktır, haksız yere öldürülemez.
2- Hürriyet Hakki: İslam Kültüründe insanlar eşittir. Eşitlik inanan insanlar topluluğunun köşe taşıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi, eşitliğe bağlı olarak ortaya çıkan kardeşlik de Türk toplumunun temelini oluşturur. Bu iki mefhum, yani eşitlik ve kardeşlik, hürriyeti zorunlu kılar. Bunun için kültürümüzde, hürriyetle ilgili emirler, tavsiyeler ve hukuki hükümler vardır. Hürriyet tabii bir haktır. Hürriyet eşitliğin tabii bir sonucudur. Bu yüzden, vahyi ve peygamberi bilgide eşitlikle ilgili pek çok husus vardır. Bütün tarihi, psikolojik ve sosyolojik veriler şehadet ederler ki, hürriyet övünülecek bir haktır. Hür insan kavramı köleliğe karşıdır. Bu yüzden, toplumumuz, köleliğe, sınıfçılığa ve kast sistemlerine benzer ayırmalara karşı çıkmıştır. Peygamberi bilginin şekillendirdiği İslam Kültürü, ideal bir tarzda eşitliği savunduğu için, hürriyet hiçbir zaman bir problem teşkil etmez.
Hürriyet her şeyden önce, hukuki bir kavramdır. O, sadece insanı tabiat üzerine kurulmuştur. Vahiy bu hususa çok defalar işaret eder. Böylece hürriyet, Yaratıcının bir kanunu haline gelir. Bu durumda, hürriyet mutlak değildir, Yaratıcının koyduğu sınırlar içinde hürlük vardır. Hiç kimse ben hürüm, istediğim gibi yaşar, istediğim gibi davranırım diyemez. Hürriyet başkalarına zarar vermeye imkan vermediği gibi, şahsın bizzat kendisine de zarar vermesine müsaade etmez. Bu anlamda, ne kendisine, ne de başkasına zarar vermemek suretiyle hürriyetini kullanabilir. Kültürümüz, insana ve onun hürriyetine büyük önem vermiştir. Bu çerçeve içerisinde hürriyet, a) Şahsa bağlıdır, b) Devredilemez, c) Vazgeçilemez... İnsan, yaratılışı ve insan olma özelliği itibariyle hürdür. Yani esas olan, insanın hürriyete sahip olduğudur. O halde fertler, hürriyetlerini, kendilerine ve başkalarına zarar vermemek şartıyla istedikleri şekil ve yönde kullanabilirler. Hürriyetlerini kullanmalarından dolayı suçlanamazlar. Buna göre,
- Belli bir hürriyetin kötüye kullanılmasına müsaade edilemez.
- Hürriyeti kötüye kullanmak ondan mahrumiyeti intaç eder.
-Hürriyetleri yok etme hürriyeti yoktur.
- Hürriyetleri diğer fertlere karşı korumak, devlet kuvvetlerine aittir.
- Hürriyetlerin kullanımı kanunla sınırlıdır. Çünkü kanunlar, toplumun fertlerinin menfaatlerine uygundur. Bu sebepten dolayı kişinin hürriyeti, hakim kararı olmaksızın sınırlanamaz.
Şüphesiz, hürriyetler içinde en önemlileri manevi hürriyetlerdir.

Din ve Vicdan Hürriyeti: Buna göre, fertler, a) İstedikleri dine iman etme, b) İnandıkları dine göre yaşama, c) İnandıkları dini öğrenme ve onunla ilgili yayınlar yapma hürriyetine sahiptir.
İslam Kültür tarihi, bu hürriyetlerin tam olarak kullanıldıklarını gösteren misallerle doludur. Çünkü inanan insan, insana ve onun sahip olduğu haklara saygı göstererek insan olduğunu, diğer milletlere örnek olma hüviyetini taşıdığını göstermiştir. Bu yüzden Türkler, tarihte adil millet olarak kabul edilmişlerdir. Onların inandıkları peygamber, düşünceye ve yukarıda belirtilen haklara saygıyı emretmiştir. Selçuklu ve Osmanlı tebaası bu hazzı tatmaktan memnun olduklarını her fırsatta ifade etmişlerdir. Bütün Türk Devletleri, hükümranlıkları altındaki milletlerin ve insanların, zihinlerine ve kalplerine zorla hükmedilemeyeceğine olan inanca sahip kişilerce yönetildiğinden, bu haklara ve hürriyetlere saygı göstermişlerdir. Bu yüzden, tebaa varlığını serbestçe sürdürebilmiştir.  Manevi hürriyetlerden diğer birisi de fikir açıklama hürriyetidir. İslam Düşüncesi, akla ve düşünmeye çok büyük bir önem atfetmiştir. Zira, akıl doğruyu bulmanın aleti, düşünce de doğruya giden yolların tesbitidir. İslam Kültürü, aklı meşru otorite olarak kabul etmiştir. Vahyi ve peygamberi veriler, insanımızı aklın doğruları yönünde faaliyette bulunma çağırmış, o da buna uyarak herkesçe kabul edilen doğrularla hükmetmiştir. Meşru otorite olarak kabul edilen akıl, her türlü kin, öfke, inat etme ve bilhassa peşin fikir gibi bencil duygularla perdelenmemiş veya engellenmemiş salim bir akıldır. "Bana göre doğru budur" demeyen fakat, evrensel doğru istikametinde hareket eden akıldır. Çünkü "En iyi ben bilirim" kaziyesi, insanı daima yanılgıya düşürür.
İslam Düşüncesi, insanın daima bencil duygular içinde bulunduğu gerçeğini kabul-, aklın ekseriyetle peşin fikirler, kin, öfke, fanatizm, fikri taassup ve tahakküm duygularıyla engellendiğini ifade ettiğinden, insana evrensel doğrulara uymayı tavsiye etmiştir. Sözü edilen evrensel doğruların da ancak vahyi veya peygamberi düşüncenin bildirdiği doğrular olduğunu kabul etmiştir.

Fikir açıklama hürriyetinin esasları, 1- Doğru ye iyi olanı öğretmek, 2-Kötülükten sakındırmak olarak iki temel kaidede tesbit edilebilir. Bu iki temel kaidenin açılımını bir başka yazımıza bırakıyoruz.                         
Bu konudaki her türlü sınırlandırmanın ancak hakim kararıyla olabileceğini ifade etmiştik.

Eşitlik:
İslam Düşüncesinde, sistem bütün olarak, denge kuralları üzerine kurulmuştur. İnananlar, diğer milletlere örnek olmak üzere, orta, yani dengeli kimseler kılınmışlardır. Allah kavramı bile, güç ve kuvvet (merhamet ve acı) arasında aracıdır.
Faziletler veya erdemler iki aşırılık arasında ortadadırlar. Bu yüzden, adalet esas bir fazilettir. Aşırılıksız bir adalet vardır. Her türlü kin ve intikam yasaktır. Adalete mani olan hisler (kin, öfke vb) yok edilmesi gereken yerilmiş hallerdir. Vahyi bilgi, "Kinin adaletsizliğe sebep olmamasını" tavsiye eder." İnsanın en üstün niteliği "eşitlikte hür" olmasıdır. Allah’ın en yüce güce sahip olması, ferdin diğer fertler karşısındaki hürriyetini temin eder. Bu yüzden, fert, sadece Allah’a kul olur. Her an belirtilen eşitlik duygusu, inanan kimseye, insanlara karşı görevlerini ve kendi haklarını bildirir. Kişinin şahsiyeti, ilahi emirlere saygısı oranında değer kazanır ve ahenkli bir dünyada yaşar. Kişi, aklı ile ilâhî iradeye itaati sayesinde alemin en üstün varlığı haline gelir. İnsanın iyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneği, insanın tabiatını belirler ve diğer insanlarla münasebetini düzenler.
İslam Kültüründe insan, önce inanmış olma niteliğinden dolayı hürmete layıktır. "Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız" ifadesi, istisna bırakmayarak bütün insanları içine alır, ilahi ve insani haklara riayetten dolayı kazanılan dereceden başka bir üstünlük olmadığını, yani eşitliği vurgular. İnanan kimsenin haklan diğer insanlara karşı dince belirtilmiş olan mecburiyetlerden ortaya çıkar. Bu mecburiyetlerin başında hukuki eşitlik gelmektedir. Bu tarz bir düşünce ile şekillenmiş bir millet, söz konusu olduğu zaman ortaya çıkan durum, adalet üzerine kurulmuş bir toplumculuktur.
Kültürümüz, insanların hukuk önünde eşit olarak doğduklarını telkin eder. "inananların ancak kardeş olduklarını" bildiren vahyi bilgi", Allah’a ve Peygamberlere inananların, bir başka şekilde, bütün insanların kardeşliğini bildirir. Eşitlik ancak Yaratıcının emirlerine itaat derecesine bağlı olarak bozulmaktadır. "Kadın-Erkek Eşitliği Ve Kadın Hakları bağlamında birkaç söz söylemek gerekirse;
Kültürümüzdeki "inananların kardeş oldukları" şeklindeki vahyi açıklama kadın ve erkek eşitliğine işaret etmektedir. Kadın erkek eşitliği vahyi bilgilerde kadın ve erkeğin bir arada zikredilmesinden anlaşılmaktadır.’ İnanan kişi olması itibariyle kadın ve erkeklerin yükümlülükleri aynıdır. Kadınlar, erkeklere eşit, fakat farklıdırlar. Yani, eşler akli ve manevi planda eşit ama, fiziki yönden farklılaşmaktadırlar. Kadınların haklarını Yaratıcı korumaktadır. Kadına muamele, adaletle, iyilikle ve lutufla olmalıdır. Kadın hakları kutsaldır. Onların eşitlik, mülkiyet ve miras hakları hususunda Allah’tan korkmalıdır.

Bu yazı toplam 748 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR