“TARİHİ SİNOP CEZAEVİ”
Değerli okurlarımız, bir önceki sayımızda Tarihi Sinop Cezaevini gerek tarihteki yeriyle ve gerekse bugünkü halini,3 saat süren gezi turunda edindiğimiz izlenimlerimizi sizlere aktarmaya çalıştık. Bol fotoğraf çektik, duvarlardaki şiir ve yazıları eksizsiz sizler için bu satırlara aktarmaya devam edeceğiz. Yine aralara Sebahattin Ali’nin mahkûmiyeti esnasında burada yazdığı şiirlerini sizlere sunacağız inşallah.
BURADA YATAN VE SİNOP’TA SÜRGÜN YAŞAYAN MEŞHURLAR
Sinop, adının geçtiği her zaman akla gelenlerden biri, sürgünleri, kaçmanın imkânsızlığı ve cezaevinde yatan ünlüleri ile meşhur ceza evidir. Cezaevinde yatan edebiyatçılar, siyasetçiler, askerler daha sonra hatıralarını yazıya dökmüşlerdir. Bu sayede önemli eserlerin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
1960’a kadar cezaevinde arşiv tutulmadığı ya da bir şekilde yok edildiği düşünüldüğünde bu hatıra türü yazıların Sinop ve Sinop Cezaevinin geçmişteki hikâyesinin günümüze taşınması açısından vazgeçilmez eserler olarak öne çıkmaktadır. 16. yüzyılın ortalarından itibaren Sinop bir nevi hapishanedir. İç Kale’yi oluşturan burçlar, bu tarihten itibaren zindan olarak kullanılmıştır.
Zindanlarda ilk yatanlar 1560’lı yıllarda çıkan bir ayaklanmada yağmacılıkla suçlanan İbrahim ve Mehmet adlı iki şahıstır. Bir başka misafiri ise 1713’te Kırım Hanı Devlet Giray’dır. Diğer meşhur kişiler şunlar:
Refik Halit Karay, 12 Haziran 1913’de Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi ile başlayan ve suikastı takiben “İttihat Terakki karşıtı” olması sebebiyle 1913-1918’de Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’te sürgün hayatı yaşamıştır.
Mustafa Suphi, ittihatçı rejimin halk düşmanı niteliğini ve haksız savaş yaklaşımlarını eleştiren yazıları sebebiyle Şevket Paşa’nın öldürülmesi de bahane edilerek 1913 yılında 15 yıla mahkûmiyetle Sinop’a sürülür ve bir yıl sonra Rusya’ya kaçar.
Ahmet Bedevi Kuran, 1913’te önce Bodrum’a sonra Sinop’a sürülmüş oradan Sivastopal’a kaçmıştır.
Refi CevadUlunay, Alemdar gazetesindeki yazıları sebebiyle Sinop’a sürülmüştür.
Hüseyin Hilmi, Osmanlı Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer almış, 1913 yılında Sinop’a daha sonra Çorum ve Bala’ya sürülür, 1923’de öldürülür.
Burhan Felek, kısa bir süre Sinop’ta sürgün kalmıştır.
Osman Cemal Kaygılı, 1913 yılı Sinop sürgünlerindendir.
Celal Zühtü Benneci, Sinop sürgünü tadanlardandır.
Sebahattin Ali: Sinop cezaevinde şiirlerini yazan meşhur mahkûmlardandır.
Kerim Korcan: 1938 Harp Okulu davası sonucu 10 yıl Sinop Cezaevinde kalmıştır.
Osman Deniz, Talat Aydemir olayındaki önemli isimlerden biridir. Kurmay Yarbay görevini sürdürürken 22 Şubat 1962 olaylarına karışması, 1963 eylemlerine öncülük yapması gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılır ve cezası müebbette çevrilir, cezasını Sinop’ta çeker. 1974’te aftan yararlanmıştır.
Gazeteci-Yazar Zekeriya Sertel,1925’te Resimli Ay dergisindeki yazılarından ötürü İstiklâl Mahkemesi tarafından üç yıl süreyle Sinop’a sürgün edilir.
Bir ara Nazım Hikmet’inde Sinop Cezaevinde yattığı söylense de bu konuda herhangi bir kayıta rastlanmamıştır.
Bunlar Sinop’a sürülen ve tarihi cezaevinde yatan şöhretliler. Ya bir de şöhretli olmayanları düşünecek olursak bu nemli duvarlar arasında nice canlar çürümüş ve kim bilir kaç defa darağacı kurulmuştur? Kullanıldığı yıllarda da şimdi de oldukça nemli, yatanın iflah olması çok zor. Bir ara demir parmaklıklar arasından bağırdım. “Gardiyaaaaaann çıkar beni buradan.”
MELANKONİ
Beni güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır.
Bütün ömrümün beynimde
Acı bir tortusu kalır.
Anlayamam kederimi,
Bir ateş yakar derimi,
İçim dar bulur yerimi,
Gönlüm dağlarda bunalır.
Ne kış, ne yazı isterim,
Ne bir dost yüzü isterim,
Hafif bir sızı isterim,
Ağrılar, sancılar gelir.
Yanıma düşer kollarım,
Görünmez olur yollarım,
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir.
Ne bir dost, ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli…
Beni sarar melankoli:
Kafamın içerisi ölür.
Cezaevini gezerken gözümüze birçok yazı çarpıyor, bazılarını sizlere sunuyoruz. Tabelalar bizi yönlendiriyor. 1. Kısım Koğuşları 2. Kısım Koğuşları, 3. Kısım Koğuşları, 4. Kısım Koğuşları ve birçok açıklama. Fakat özellikle mahkûmları ilgilendiren yazılardan bazılarını sizlerle paylaşmak isteriz.
-Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.
-Hatasız insan yoktur
İnsanlık hatasını kabul ve
Tamir etmekle ölçülür…
-Kitapsız hayat kör, sağır ve dilsiz hayattır.
- Kan öçle değil, suyla temizlenir. ( W. Shakespeare )
- Adalet mülkün temelidir.
HÜSEYİN PEHLİVAN’IN HİKÂYESİ
Hüseyin Pehlivan, Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1933 yılında Gerze’nin Yaykıl köyünde doğar. Toplumumuzun halen kanayan yarası olan, kan davası hükümlüsü gencecik bir delikanlı olarak 1954 yılında Sinop Han’ına düşer. Cezasını çekerken; okur, yazar, çalışır. Bütün gayreti düzgün bir insan olmaktır. 1966 yılına kadar Sinop’un Han’ın da cezasını çeken Hüseyin Pehlivan, Ceza Kanununun ilgili maddeleri ve çıkarılan af kanunları ile 1969 yılında Niğde Cezaevinden tahliye olarak memleketine döner. İş kanununda eski hükümlüler lehine düzenlemeler ile Sinop’ta bir dönem başlıca istihdam kurumları arasında yer alan “Amerikan Radar”ında iş bularak buradan emekli olur. Çeşitli medya kuruluşları kendisi ile canlı röportaj yapmış ve hakkında yazı dizisi yayınlanmıştır.
KIZKAÇIRAN
Dağlar dik, çeşmeler kuru,
Yarimin benzi çok sarı;
Ölüm var, dönülmez geri;
Yürü yağız atım, yürü…
Dağlar geçilmiyor kardan;
Aman yok candarmalardan
Ayrılamadım bu yardan;
Yürü yağız atım, yürü…
Yarim bu gece yoruldu,
Kaçırmadığıma darıldı;
Bak daha sıkı sarıldı;
Yürü yağız atım, yürü…
Nasıl titriyor korkudan:
Kaldırım yolunu uykudan;
Sesler geliyor doğudan;
Yürü yağız atım, yürü…
Peşime düştü takipler,
Boynumu bekliyor ipler
Zeybekler seni ayıplar;
Yürü yağız atım, yürü…
DUT (TESELLİ) AĞACININ HİKAYESİ
Cezaevinin dış bahçesinde yaşlı bir dut ağacı var. Sanırım hâlâ meyve veriyor. Bu ağacın yakınına bir tabela dikmişler. Aşağıya alacağım bir yazı ve fotoğraf var. Fotoğrafın sağ tarafında elle yazılmış yazıda şunlar yazıyor. “Sinop Cezaevi’nin dış bahçesine diktiğim dut fidesi. 1959. Yanımdaki arkadaş Adana’lı Sabri İnce ve Hüseyin Pehlivan.”
Ağaç eski mahkum Hüseyin Pehlivan tarafından 1959 yılında dikilmiştir. Kendisi tarafından anlatılan hikayesi şöyledir;
“…Dut ağacı bu! dikmek için müdüriyete, yazı yazmam lazım.
‘maruzat’ deriz biz ona. Yazı gider müdürün önüne, müdür bakar. ‘Hüseyin Pehlivan yazı yazmış!’ Ceza evinde birçokları da ‘yazar’ derdi bana, öyle çağırırdı beni. Müdür beni çağırıp ‘Yazı yazmışsın, söyle bakalım ne istiyorsun’ dedi. ‘Sayın müdürüm, ben bir dut ağacı dikmek istiyorum’ dedim. ‘Nereye dikeceksin, neden, ne yapacaksın dut ağacını? Yani dut ağacı büyüyecek, dut verecek, herkes bunun dutundan yiyecek, sana dua edecek öylemi?’ dedi. Ben ‘Müdür Bey öyle değil, aslında hem öyle hem de başka anlamı var.’ dedim. ‘Başka ne anlamı var?’ dedi. Ben de ‘Bu dut ağacı büyüdüğü zaman 20 sene, 30 sene, 50 sene sonra, neyse kaç yıl sonra olursa olsun, büyüdüğü zaman buraya gelen mahkumlar diyecekler ki: Bu ağacını diken kişi, idamdan kurtulmuş, müebbet cezaya çarptırılmış, müebbet cezayı da bitirmiş çıkmış buradan’ diyecekler. Bu şekilde teselli kaynağı olacak onlar için. Ben bunu düşünüyorum, daha ümidimi yitirmedim, ben bir gün çıkacağım buradan. Hiç ümidimi yitirmedim’ dedim. Öylece durdu ve ‘peki dış bahçenin bir yerine dik’ dedi. Hüseyin Pehlivan ‘teselli ağacını’ dikti ve ümit ettiği gibi Sinop’un hanından tahliye oldu.
(Not: Ceza evindeki tabelalara yazılan yazılarda epeyce imla hatası var. Bu yazıyı bazı değişikliklerle aynen almaya gayret ettim.)
ÇOCUKLAR GİBİ
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilk bahar gibi
Kalbim hiç durmadan çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi.
Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kâh el üstündeyim, kâh hapisteyim
Her yere sokulan rüzgâr gibi.
Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair yahut bir hükümdar gibi
Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi
Şimdi şiir senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigâr gibi
Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi.
Sevgili okurlarımız böylelikle sizlere sunmaya çalıştığımız Tarihi Sinop Cezaevi ve Sebahattin Ali şiirleriyle “ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA” Yazı dizimizin 2. bölümünü tamamlamış olduk. Bir sonraki sayımızda aynı minvalde sizlerle buluşmak üzere hepinizi Allah’a emanet ediyoruz.