BÂKİ BİR FÂNİ (2)

NECATİ TAYYAR TAŞ

İstanbul’un fethinden sonra muzaffer Padişah Fâtih Sultan Mehmet, savaş sırasında yapmış olduğu manevi destekleri, duaları ve ordu üzerindeki etkileyici konuşmaları için hocasına minnetlerini ve teşekkürlerini sunarak yüreğinde yanan korun söndürülmesini ister ve müritliğe kabulünü rica eder... Akşemseddin, bunun doğru olmayacağını, devlet işleriyle dervişliğin aynı anda beraber yürütülemeyeceğini, böyle bir durumda memleketin âsayişinin sarsılacağını, halkın huzurunun bozulacağını, idarede zaafların artacağını, iç ve dış düşmanların iştihalarını kabartacağını, bütün bu olumsuzluklardan Allah katında sorumlu olacaklarını söyleyerek Padişahın dervişlik talebini geri çevirdi. Bu sözlere çok üzülen ama dinledikten sonra da “doğrular ve gerçekler” karşısında boynu bükülen demir bilekli, sofi yürekli Padişah, hocasının elini öperek, dualarını dileyerek huzurdan ayrılır...

Fatih Sultan Mehmet bir gün yine hocası Akşemseddin ile hemhâl ve hem dem olmuştu. Hal hatır edip, sohbet edildikten sonra Fatih, hocasına: “Efendim, Eba Eyyubel Ensari Hazretlerinin kabirlerinin buralarda olduğunu zannederim. Himmet buyursanız...” Akşemseddin, Eyüp semtini işaret ederek: “Şu karşı yakadaki tepenin eteklerinde bir nur görüyorum. Orada olmalıdır” dedi. Herkes heyecanlandı. Çünkü Peygamberimizin, evinde sekiz ay oturduğu zatın kabri bulunacaktı. Gösterdiği mekân kazıldı, gerçekten çıkan kabrin taşında, “Bu Hâlid bin Zeyd’in kabridir” yazısı vardı. Herkes sevinmişti. Padişahın neşesi yüzünden, gözlerinden belli idi. Hemen ferman eyledi. Kabrin üzerine bir türbe, yanına cami, yakınına, otuz sene önce Göynük’ten geçerken bir gece istirahat etmekten mest olduğu çayırlık gibi yeşil bir alan yapıldı ve talebeleri için odalar sıralandı. Fakat Akşemseddin cihan Padişahından müsaade alarak Göynük’e döndü ve vefatına kadar orada kaldı.

Göynük ile ilgili şu hatırası can alıcıdır. Akşemseddin, otuz sene önce Göynük’e seyahatleri esnasında çimenlik bir alanda bir gece kalmış ve orayı çok sevmişti. Sabaha kadar dostlarıyla, talebeleriyle orada sohbet etmiş, namaz kılmış ve niyazda bulunmuştu. Aradan otuz sene geçti, İstanbul’un fethinden sonra yerleşmek için geldiği Göynük’te, kendisine hayran, yer yurt sahibi, zengin zatlardan birisi Akşemseddin’e bir miktar mülk bağışlamak ister ve bağışlar. Akşemseddin, bağışlanan yere gelince, otuz sene önce çok sevip bir gece konakladığı mekân olduğunu görünce tebessüm etti. Tebessümün sebebi sorulduğun da, otuz sene önce gönlümün meylinin bulunduğu yer, otuz sene sonra bize mülk oldu, dedi. Altı sene daha burada yaşayan ulu çınar, gelenlere gidenlere, konaklayan ordulara ve hatta devlet erkânına ev sahipliği yaptı ve 1459 da Hak’kın rahmetine kavuştu.

Onun sandukasındaki yazılar, yazımızın noktası olsun. Sandukanın sağındaki yazı, bir hadis. Peygamberimize, “İnsanların en zâhidi kimdir” diye sorulduğun da, O: “Dünya nimetlerinden fazlasını terk eden, mezarlığı ve çürümeyi hiç unutmayan, bâki olanı fâni olana tercih eden, yarını günlerinden saymayan, kendini ölüler yerine koyan kimsedir” buyurmuşlardır. Soldaki yazı, Yahya bin Muaz’a âit: “Üç şeyi yapan akıllıca davranmış olur. Kendisini terk etmeden önce dünyalıkları terk eden. İçine girmeden önce âhiret evini yapan. Ölmeden önce yaratıcısını râzı eden.” Başucu yazısı, yine bir hadis-i şerif: “İşlerinizde tereddüde düştüğünüz zaman, kabir ehlinden yardım isteyiniz.” Ayakucu yazısı, bir filozof sözü: “İnsanın kalbini yumuşatan en tesirli öğüt, kabristana bakmaktır.”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.