BAŞBAKANIN ELİYLE VE DİLİYLE

ALİ ERDAL

 

Bir köy düşünün… Zalim zenginleri, yüzlerine karşı kimsenin bir şey söylemeye cesaret edemeyeceğinden emin oldukları için kahvede her fırsatta hayırseverlik nutukları atıyorlar... Yardımlarını (!) anlata anlata bitiremiyorlar. Ama bir gün beklenmedik bir şey oluyor… Bir delikanlı, artık daha fazla bu yalanlara ve ikiyüzlülüklere dayanamıyor ve kalkıp, her birine birer tokat patlatıktan sonra, şöyle diyor:

–Köyümüzden pek çok ailenin tarlalarını gasbettiniz ve onları açlığa mahkûm ettiniz… Bir de hayırseverlik iddia etmeye utanmıyor musunuz?

 

Küçük bir köy haline gelen dünyanın en büyük kürsüsünde, yani Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Başbakan Erdoğan’ın konuşması, aynen buna benzedi… Birleşmiş Milletler’i yöneten zihniyetin aczini ve kasıtlı uygulamalarını, dünyanın gözü önünde, gözlerinin içine baka baka söyledi:

“Uluslararası toplumun da, Birleşmiş Milletlerin de, tarihî bir sınavdan geçtiği bir dönemdeyiz.

Açıkça söylemek zorundayım ki, BM bugün insanlığın umutlarını insanlığın geleceğini tehdit eden korkulara galip kılacak bir liderlik sergileyemiyor.

BM, bütün insanlığın hukukunu korumayı esas almak üzere, yeniden yapılanmak ve vizyonunu yenilemek zorundadır.”

 

Hiçbir meselede dirayet göster(e)meyen BM; dünyanın başına belâ İsrail’i, Filistinliler’in topraklarını elinden alan ve buna devam eden “AĞAYI” kayırmakta çok beceriklidir. Bu hususta da açıkça ‘kral çıplak’ dendi:

“BM Güvenlik Konseyi’nin bugüne kadar aldığı bağlayıcı nitelikteki, -bunun altını çiziyorum- 89 karara İsrail uymamıştır. Ayrıca BM Genel Kurulu’nun, aldığı fakat İsrail’in hiçe saydığı yüzlerce karar vardır. Daha da acısı, BM, Filistin halkının yaşadığı insanlık dramının sona ermesini sağlayacak hiçbir adımı atamayacak kadar aciz kalmaktadır.”

“BM Güvenlik Konseyi, farklı ülkeler için, bu tür yaptırım kararları aldığı zaman, bu kararlara uymayanlara, aynen İsrail’e uyguladığı gibi, sessiz mi kalıyor? Yoksa yaptırımları Sudan’daki gibi sonuna kadar uyguluyor mu? Bunu kendimize sormalı ve kendimizi çek etmeliyiz.”

“Rahatlıkla fosfor bombasını kullanan İsrail’dir. Atom bombasını bulunduran da İsrail'dir. Ne var ki buna karşı bir yaptırım yok. Ama çevrede böyle bir havayı hissettikleri anda, 'nasıl yaptırım yaparız' gayreti içerisine giriliyor. Adalet bu mu?”

“Filistin toprakları işgal altındadır. Orantısız güç kullanan, İsrail’dir. Ama yaptırım uygulanmayan, yine İsrail’dir.”

 

Tokat gibi sözlerden, BM başta olmak üzere hiçbir kuruluşa hesap vermemeyi prensip edinen Mavi Marmara zalimi İsrail değil sadece; Karabağ, Keşmir, Mısır, Fas, Tunus, Libya ve Suriye zalimleri de nasibini aldı. Somali’deki insanlık dramına kayıtsız kalanlar da:

“Bir lokma ekmek ve bir damla su ihtiyacı karşılanmadığı için on binlerce çocuğun öldüğü ‘Somali faciası’, birkaç kelimeyle veyahut birkaç cümleyle geçiştirilecek bir konu değildir. Ve bu, uluslararası toplum için yüz karasıdır.”

“Uluslararası toplumun dünyanın başka çatışma noktalarına gösterdiği ilgiyi Somali’den niye esirgediğini herkesin kendine sormasını özellikle istiyoruz.”

 

Onu bu şekilde yüksek perdeden konuşturan, ona böyle konuşabilme gücünü veren nedir? Herkesin bildiği; bazılarının bilhassa sustuğu, bazılarının ses çıkaramadığı zulümleri, o neye dayanarak ve güvenerek ifade edebiliyor ve ‘kral çıplak’ diye haykırabiliyor?

 

Kültüründe “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” emri ve tarihinde sömürgecilik lekesi bulunmayan bir milletin temsilcisi rahatça “Somali halkı dünyanın gözü önünde adım adım ölüme sürükleniyor. Somali gerçeği, Afrika’yı yüzyıllarca hegemonyası altında tutan sömürgeci zihniyetin açtığı derin yaraları da ortaya çıkarmıştır” diye haykırabilir. Yüzleşmekten korkulmayacak bir tarihi olan ancak, “Somali’yi bu büyük dramın kucağına atan yüz kızartıcı tarihle de yüzleşmeliyiz.” diyebilir ve Somali’yi ve daha pek çok yeri bu hale getirenlerin suratına tokatı patlatabilir:

“O eski sömürgeci-kolonyalist anlayış, ne yazık ki bugün, menfaatinin olmadığı yere adımını atmayarak milyonlarca çocuğun bir lokma ekmeğe muhtaç olarak ölmesini seyrediyor. Somali’nin feryadını duymayan dünyada kimse barıştan, adaletten, medeniyetten söz edemez.”

 

Zulmetmediği, içine sızıp istismar etmediği, kanını emmediği millet bırakmayan İsrail’e, “Ancak İsrail, kendisine karşı tarih boyunca dostça yaklaşan bir ülkeye ve bu ülkenin halkına karşı vahim bir yanlış yapmış, dahası bu yanlışını görmemekte ısrar etmiştir.” diyebilecek bir tarihe ve böyle konuşmaları takdir edecek bir millete sahip olmak, insanı işte böyle konuşturur?

 

Temiz tarih sayfaları olacak… Her yere yardım elini uzatan devlet geçmişi olacak… Hem dün hem bugün zulme isyanı takdir eden hayırsever bir halkı da olacak… Bu şartları taşıyan milletin temsilcisi rahatça, “Bugün uluslararası toplum, Somali’de yaşanan acıyı adeta bir film gibi kayıtsızca seyrediyor” ve “Bizler, milletimizin verdiği güçlü destekle Somali için kapsamlı bir yardım kampanyası başlattık.” diyebilir ve milletinin yardımlarını, göğsünü gere gere örnek olarak verebilir:

“Türkiye’nin bu öncülüğünün örnek olması en büyük arzumuzdur.”

 

Tarihleri soykırımlarla, katliamlarla dolu sömürgeci milletlerin temsilcileri ile açlığın kucağına ittikleri Somali örneğinde olduğu gibi sömürülecek bir şey kalmayınca sömürgelerine sırtlarını dönenler, bu sözleri duymamış gibi davranmaktan başka ne yapabilir? Filistin devletinin kurulması hususunda tükürdüğünü yalamak zorunda bırakılan (Kunta Kinte)nin torununun elinden, kendinden önceki başkanların da Yahudi karşısında (Köle İzavra) durumunda oldukları ile teselli bulmaktan başka ne gelir?

Nasrettin Hoca’yı, bir köye vaaz ve nasihat için davet ederler. Kararlaştırılan gün köye gelen Hoca, “bir kese altın verirseniz konuşurum, yoksa döner giderim” der. Çaresiz herkesten para toplayarak bir kese altını verirler. Harika bir konuşma yapan Hoca, cuma namazından çıkınca, aldığı bir kese altını iade eder. Madem geri verecektin niye istedin diye sorulunca; “Para ödediğiniz için, dikkatle dinlediniz; birincisi bu... İkincisi de… Cebinde para oldu mu insan, bir başka konuşuyor” cevabını vererek harika iki ders daha verir.

Sadece Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Afrika’dan Kafkaslar’a kadar çevresinde değil İrlanda’da, Japonya’da, Endenozya’da, Amerika’da, hattâ Papa’nın yaptırdığı Vatikan’daki kilisede yardım eli bulunan bir milletin temsilcisi de işte böyle bir başka konuşur, işte böyle başı dik olur ve işte böyle sesi gür çıkar.

 

Birleşmiş Milletler kürsüsünden gerçekleri haykıran ve zalimlerin suratına tokatları patlatan, Başbakanının diliyle ve eliyle Türk tarihi, Türk kültürü ve Türk milletinin sadakalarıdır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.