BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARI

ABDULKADİR İLGEN

Ülkemiz meşhur bir davada meydana gelen son dalga tutuklamalarla yoğun biçimde basın özgürlüğünü tartışıyor. Basından, özellikle Doğan Medya Grubuna mensup basın yayın organlarından etkili bir çevrenin başını çektiği bir kesim, son dalga tutuklamalar üzerine seslerini yükseltiyor.

Burada üzerinde durulan temel prensip, insanların haber alma özgürlüğünün güvenceye alınmasıdır. Bu hak, aynen ana dilinde konuşma gibi, mülkiyet hakkı gibi doğal haklar kapsamındadır. Aydınlanma filozoflarının pozitif hukuk, doğal hukuk ayrımıyla netlik kazandırmaya çalıştığı bu türden haklar, insan eliyle yapılmış pozitif hukuk kurallarından bağımsız, kendiliğinden haklar kapsamına girer.

Böyle olmasına rağmen, ülkemizin hak ve özgürlükler tarihi, sayılamayacak kadar hukuk ihlalleriyle doludur. Bunun en yaygın biçimde ihlal edildiği dönem tek parti dönemidir. O devirde ülke genelindeki özel matbaaların 8i dışında hepsi, Fırkaya kayıtlı”, mensup, merbut ya da manen bağlı”dır.

Hıristiyanlığın Keasarın hakkı Keasara, Tanrının hakkı Tanrı’ya şeklindeki ünlü bir aforizmasını değerlendiren Karl Marxın, Keasarın hakkı yalnız altınadır, sanmayın. Bu dünyada bir de özgür akıl diye bir şey de vardır. analizi oldukça anlamlıdır. Özgür akıl yalnız Tanrı’ya ve dine karşı değil, Keasera ve onun laik dinine karşı da kullanılabilir. Üstelik bu yalnızca bir imkân değil, bir görevdir de.

Bizde dine karşı kendilerini özgür kılma yarışındaki kimi pozitivist aydınlar, söz konusu Keasarın laik dini olunca, koro hâlinde sessizliğe bürünmekte, mutlak bir itaat moduna girmektedirler. Aynı durum, haberi yansız biçimde kamuoyuna aktarma durumunda da devam etmektedir.

Gökalp yıllar önce bilim, sanat, ahlak, din ve yargı” alanları, içeriden kültürel, dışarıdan da siyasal sınırlama tanımaz. Bunun olması hâlinde, söz konusu alanların özelliği kalmaz prensibini ortaya koymuştur. Aynı kuralı pekâlâ basın yayın için de kullanabiliriz.

Bugün basın yayın organlarının hemen hemen büyük çoğunluğunun söz konusu ilkeye sadakatle uzaktan yakından hiçbir alakasının olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Amaç doğru haberle kamuoyunu bilgilendirmekten ziyade, spekülasyon ve yalan haberlerle kitleleri maniple etmek ve zihinleri bulandırmak şeklinde kendini gösteriyor.

Hâl böyle olunca basının etkisi zayıflıyor ve tirajlar bir türlü istenilen seviyeye ulaşamıyor. Çifte standardın her tarafta kol gezdiği böylesi bir geçiş sürecinde, akıl ve ruh sağlığını korumaya çalışan bireyler, çareyi haber programlarını seyretmemekte buluyorlar.

Aynı durum yerel basında da ister istemez etkisini gösteriyor. Orada da kendi ölçeğinde olmak üzere, hesap kesmeler, profesyonellikten uzak amatör davranış biçimleri gazetecilik olarak sunulabiliyor.

Tersi davranış biçimleri; siyasetçi ya da bürokrasideki kimi kesimlerle sivil toplumdaki sivil aktörlerin basını kullanma eğilimleri birinci tavra eşlik edince, bu süreç karşılıklı olarak birbirini besleyebiliyor. Bunun anlamı, birleşik kaplar teorisinin burada da hükmünü icra etmesinden başka bir şey değildir.

Diğer bütün kurumlarda olduğu gibi, basın yayın organlarında görülen çelişkili davranışların da netice itibarıyla, toplumun genelindeki olgunluk seviyesinden özerk biçimde ele alınmasının doğru olmadığını söyleyebiliriz. Toplum neyse, basın da odur. Bütün mahzurlarıyla birlikte basının cemiyetin aynası olduğunu söyleyebiliriz.

Oradaki kırılma ve çatlamalar da, her ne kadar eleştirirsek eleştirelim, toplumdaki kırılma ve çatlamaların birer yansımasıdır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.