BORÇ İNSANI ESİR EDEN YÜKÜMLÜLÜK

Cumadan Gönüllere

    Câbir b. Abdullah Medine'nin gençlerindendi. İslâm'ın ilk yıllarında babası ile birlikte Mekke'de Akabe denilen yerde Allah'ın Elçisi ile buluşmuş ve İslâm'la şereflenmişti. Babası Abdullah, Uhud Savaşı'nda şehit düştüğünde arkasında altı yetim kız çocuğu ve bir miktar da borç bırakmıştı. 

    Şehitlerin günahlarının silineceğine dair müjde gelmiş, ama kul borcu hâriç tutulmuştu. Nitekim Allah Resûlü bu konuda şöyle demişti: 

   “Allah yolunda ölmek, borç dışında her şeye kefaret olur!” Bir tarafta yetim kız kardeşler, diğer tarafta babasının borcu Câbir'i sıkıntıya sokmuştu. Kapıya dayanan alacaklılardan biraz zaman ve kolaylık talep etmişti ama nafile! Bu sıkıntı ile Kutlu Nebî'nin huzuruna varıp derdini açtı:

   “Babam Uhud günü şehit oldu ve arkasında bir hayli hurma borcu bıraktı. Alacaklılardan bazısı ödeme konusunda bana sorun çıkardılar. Bu konuda bana yardım etmenizi istiyorum. Böylece belki onlar önümüzdeki hurma hasadına kadar alacaklarının bir kısmını ertelerler.” dedi 

   Kul hakkına son derece saygılı olan Hakşinas Elçi, alacaklılara müdahale edip borçları sildirme cihetine gitmemişti. Arabulucu sıfatıyla ortaya koyduğu bütün girişimlerine rağmen mazeret ileri süren alacaklılarla bir anlaşma sağlamak da mümkün olmamıştı. 

   Neticede Allah Resûlü Câbir'e hurmaları cinslerine göre ayırmasını ve alacaklıları çağırmasını söyledi. Allah Resûlü alacaklıların haklarını tartıp onlara verirken Câbir, yetim kalan kız kardeşlerine bir tek hurma götürmese bile önemli olanın borçlarının ödenmesi olduğunu düşünüyordu. Nebî'nin bereket duası ile hurmalar borcu ödemeye yetmiş, bir kısmı da artmıştı.

    Zira Allah Resûlü'nün, 

  “Allah, geri ödeme niyeti ile borçlanan kimseye yardım eder.”  şeklinde bir garantisi vardı. 

Peygamber Efendimiz,

   “Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah, hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir).” müjdesiyle darda kalan kimseye kolaylık sağlayan bir insanın, dünya ve âhirette işinin kolaylaştırılacağını bildirerek borçlu insanlara yardımcı olmanın önemine işaret ediyordu.

  Yüce Allah, 

   “Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin.” (Bakara, 2/280.) buyurarak zorda olan borçlulara kolaylık sağlanmasını emretmektedir. Hz. Peygamber (sav) borçlunun borcunu ödemesine son derece önem verdiği gibi zorda kalan borçluya imkânı nispetinde kolaylık gösterilmesini de tavsiye ederdi.

     Cebrail bir defasında Hz. Peygamber'e borç vermenin sadaka vermekten daha üstün bir eylem olduğundan bahsetmiş ve 

     “Dilenen kimse (bazen) yanında bir şey bulunduğu hâlde dilenir. Ancak borç isteyen, sadece ihtiyaçtan dolayı borç ister.” diyerek bunun gerekçesini açıklamıştı.

   Öte taraftan, 

   “Maddî imkânı olan kişinin borcunu bekletmesi zulümdür. Biriniz (alacağının ödenmesi için) durumu iyi olan birine havale edildiğinde bunu kabul etsin.” diyen Peygamberimizin beyanına göre, varlıklı kimsenin borcunu geciktirmesi, alacaklı için bir zulüm idi. Hatta varlıklı bir kimsenin borcunu ödemeyi geciktirmesi, şikâyet edilmesini ve cezalandırmasını meşru kılmaktaydı. 

   Allah Resûlü, herhangi bir malı ödememe niyetiyle alanın da Allah katında hırsız muamelesi göreceğini  ashâbına hatırlatıyordu. Bu konuda şöyle bir uyarı yapmıştı: 

 “Kim insanların mallarını geri ödeme niyetiyle alırsa Allah onun ödemesini kolaylaştırır. Kim de bir malı tüketip (geri ödememek) niyeti ile alırsa Allah da onu(n malını) telef eder.”

   Allah Resûlü, borçların ödenmesi konusunda çok hassas davranmaktaydı. Bir cenaze hazır olduğunda namaz kıldırmadan önce onun borcu olup olmadığını, eğer varsa karşılığında mal bırakıp bırakmadığını sormak Hz. Peygamber'in âdetiydi. Eğer borcu yoksa ya da ödeyecek kadar mal bırakmışsa namazını kıldırır, aksi takdirde ashâbına, “Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın.”derdi. 

    Rahmet Elçisi'nin bu namazı kıldırmaması, ashâbına borçlu gitmenin ne denli ağır bir vebal olduğunu öğretme, kul hakkını ve borçları ödeme konusunda hassasiyet göstermelerini sağlama amacına mâtuf olmalıydı. Çünkü Peygamber Efendimizin belirttiğine göre, Allah katında yasaklanan büyük günahlardan sonra gelen en büyük günah, kişinin ödeyecek mal bırakmadan, borçlu olduğu hâlde Allah'ın karşısına çıkmasıydı.

     Hz. Peygamber, ölen kişinin bıraktığı borçların, öncelikle yakınları tarafından ödenmesini arzu ederdi. Sa'd b. Etval'in kardeşi vefat etmiş, geriye üç yüz dirhem para ve evlâtlarını bırakmıştı. Bunun üzerine Sa'd, bu parayı kardeşinin çocuklarının nafakasına harcamak istemişti. Ama Hz. Peygamber, 

 “Senin kardeşin, borcundan dolayı rehindir. Onun borcunu öde.” buyurmuştu.

   Kişinin ödeyemediği ve unuttuğu borçların ödenmesi için yakınlarına tavsiyede bulunması da sahâbenin uyguladığı güzel bir âdetti. Hz. Ömer, ölüm döşeğinde iken oğlu Abdullah'tan borçlarını ödemesini istemişti. Aynı uygulamayı Zübeyr b. Avvâm da yapmış, oğlu Abdullah'a kendisi öldükten sonra geride bıraktığı mallarla üzerindeki borçları ödemesini, bunlar yeterli gelmezse akrabalarından yardım almasını vasiyet etmişti.

Kur'ân-ı Kerîm'in, 

 “Ey inananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız...” (Bakara, 2/282.) şeklindeki tavsiyesini dikkatlere sunan Hz. Peygamber, borcun tespitini ve kaydını önemserdi.

Borçlarından dolayı bunalan Ebû Ümâme'ye, 

“Allah'ım her türlü borç sıkıntısından, düşmanın üstün gelmesinden ve sevinmesinden sana sığınırım.”  şeklinde dua etmesini tavsiye etmişti. Aynı şekilde ashâbına yataklarına uzandıklarına, 

 “(Allah'ım!) Bana borcumu ödeme imkânı ver ve beni fakirlikten kurtar!”  diye dua etmelerini öğütlerdi.

   Peygamber Efendimizin sık sık borçtan ve günahtan Allah'a sığındığını gören Hz. Âişe validemizin bir gün, “Ey Allah'ın Resûlü! Borçtan ne kadar da çok Allah'a sığınıyorsun!” demesi üzerine Efendimiz (sav), 

  “Borçlu kişi, (belki) konuşurken yalan söyler, söz verdiğinde sözünü yerine getirmez!”  cevabını vererek, borcun insanları ne denli olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiyordu. Öyle ki bir başka vesile ile borçlunun borcunu ödeyene kadar alacaklının esiri gibi olduğu imasında bulunmuştu.

    Hz. Peygamber'in borcun edası üzerinde bu derece durmasının nedeni, borcun kul hakkını ifade ediyor oluşuydu. Allah Resûlü'nün böylesine önemli bir konuda bu kadar hassasiyet göstermesi gayet tabiî idi. Nitekim Ebû Katâde'nin rivayet ettiği şu olay, borç konusundaki nebevî hassasiyetin kaynağına işaret etmekteydi.

    Resûlullah (sav) bir gün ayağa kalkarak ashâbına Allah yolunda cihad ile imanın, amellerin en faziletlisi olduğunu söylemişti. Bunu duyan bir adam kalkarak, “Yâ Resûlallah! Şayet ben Allah yolunda öldürülsem, günahlarım affolunur mu, ne dersin?” demişti. Resûlullah (sav) da ona, 

  “Sabırla, ecrini Allah'tan umarak, ilerleyip geri dönmeyerek Allah yolunda öldürülürsen evet!” buyurmuştu. Ancak hemen sonra Resûlullah (sav), “Nasıl demiştin?” diye sormuş, adam da, “Yâ Resûlallah! Şayet ben Allah yolunda öldürülsem günahlarım affolunur mu, ne dersin?” diye sözünü tekrarlamıştı. Bunun üzerine Allah Resûlü, 

 “Sabırla, ecrini Allah'tan umarak, ilerleyip geri dönmeyerek Allah yolunda öldürülürsen evet! Yalnız borç hâriç! Bunu bana Cibrîl aleyhisselâm söyledi.” buyurmuştu.

   İnsanoğlu zorlu hayat yolculuğunda zaman zaman maddî sıkıntıya düşebilir, ancak her zaman güvenebileceği ve borç isteyebileceği kimse bulamayabilir. Bu nedenle eskiden beri şöyle bir uygulama var olagelmiştir. Kişi malını güvence altına alabilmek için önce karşı taraftan herhangi bir mal teslim alır, ardından borç verirdi. Teslim alınan bu mal rehin olarak isimlendirilir ve borç ödenince mal geri verilirdi.

Yüce Allah'ın, 

 “Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin de yeterlidir...” (Bakara, 2/283.)  buyruğunda da borç işlemlerinde bir önlem olarak rehin yöntemine başvurulabileceğine işaret edilmiştir. Zira yolculuk sırasında insanların bu tür durumlarla daha sık karşılaştıkları bilinmektedir. Böylece anlaşmazlığa düşebilecek ve birbirlerine haksızlık yapabilecek insanların bu yönteme başvurabilecekleri belirtilmiştir.

   Her ne kadar âyette rehin bırakma işlemi, yolculukla beraber zikredilmişse de bu durum, tanınma ve güvenilirlik durumlarının söz konusu olabileceği bütün şartlarda da söz konusudur. Yine âyetten ideal olanın yapılan işlemin belgelendirilmesi, ancak bunun mümkün olmaması durumunda rehin yöntemine başvurulması gerektiği anlaşılmaktadır.

   Peygamberimiz de zaman zaman maddî sıkıntıya düşmüş ve borçlanarak rehin vermek durumunda kalmıştı. Nitekim bir Yahudi'den bedelini daha sonra ödemek üzere aldığı yiyecek karşılığında ona zırhını rehin bıraktığı, başta eşi Hz. Âişe olmak üzere sahâbenin mâlûmu idi.

    Peygamber Efendimiz rehin işlemini uyguluyor, bu uygulamanın yanlış yönlerini de düzeltiyordu. Örneğin, câhiliye döneminde borçlar zamanında ödenmediğinde alacaklı elindeki rehin malı doğrudan mülkiyetine geçirebiliyordu. Kutlu Nebî bu uygulamaya son vermek amacıyla, borca karşılık bir malı rehin alan kişinin bu malı mülkiyetine geçiremeyeceğini bildirmişti. Bu şekilde, iki tarafın maslahatının korunabileceği bir uzlaşma sağlanması gerektiğine işaret ediyor ve emanet olarak verilen bir rehin üzerinde tek taraflı tasarruf yetkisinin bulunmadığını belirtiyordu.

Diğer taraftan, “Bir hayvan rehin alındığında rehin alan kişinin onun yemini vermesi gerekir. Rehin hayvanın sütü içilebilir. Sütü içen kişinin hayvanın bakımını sağlaması gerekir, ayrıca ona binebilir.”  buyurarak her iki tarafın maslahatını koruyordu. Buna göre malı rehin alan kişi, emanet edilen mala sahip çıkacak ve onu koruyacak buna karşılık olarak da zarar vermeyecek şekilde o maldan yararlanabilecekti.

    “Alacağına şahin, borcuna karga olmak!” diye bir deyim vardır dilimizde. Bu şekilde davranmak bir Müslüman'a yaraşmaz. Müslüman eğer alacaklı ise borçlusunun zor durumda olduğunu gördüğünde ona kolaylık sağlar. Asla verdiğinden fazlasını istemek gibi haksız bir tutum sergilemekten kaçınır. Ancak borçluya da düşen görevler vardır. Borçlu, sorumluluğunun ciddi anlamda farkında olmalı ve borcunu bir an evvel ödemek için gayret sarf etmelidir. Zira borç sorumluluğu, ölünce değil ödeyince biter.

                                         KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM  

GÜNÜN AYETİ:

“Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.” (BAKARA,2/280)

   GÜNÜN HADİSİ:

Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resulullah  (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah, hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde gölgelendirecektir.” (Tirmizi,Büyu’,67) 

GÜNÜN DUASI:

      “Allah’ım! Mal, aile ve çocuk olarak insanlara verdiklerinin hayırlısını dilerim, sapıtan ve saptıranları değil.” (Tirmizi,Deavat,124)

                

ASR-I SAADET'TEN

Medine'nin gençlerinden birisi de Câbir b. Abdullah idi. O ve babası İslam'ın ilk yıllarında Akabe denilen yerde Allah'ın Elçisi ile buluşmuş ve İslam'la şereflenmişti. Babası Abdullah Uhud Savaşı'nda şehit düştüğünde arkasında kendisiyle beraber altı yetim kız çocuğu ve bir miktar da borç bırakmıştı. Bir tarafta yetim kız kardeşler, diğer tarafta babasının borcu Câbir'i sıkıntıya sokmuştu. Kapıya dayanan alacaklılardan biraz zaman ve kolaylık talep etmişti de olumlu bir sonuç alamamıştı. Bu sıkıntı ile Resûl-i Ekrem'in huzuruna varıp derdini şöyle açtı: “Babam Uhud günü şehit oldu ve arkasında bir hayli hurma borcu bıraktı. Alacaklılardan bazısı ödeme konusunda bana sorun çıkardılar. Bu konuda bana yardım etmenizi istiyorum. Böylece belki onlar önümüzdeki hurma hasadına kadar alacaklarının bir kısmını ertelerler." dedi. Kul hakkına son derece saygılı olan Allah Resûlü (s.a.s.), alacaklılara müdahale edip borçları sildirme cihetine gitmedi. Câbir'e hurmaları cinslerine göre ayırmasını ve alacaklıları çağırmasını söyledi. Sevgili Peygamberimiz alacaklıların haklarını tartıp onlara verirken Câbir, yetim kalan kız kardeşlerine bir tek hurma götürmese bile önemli olanın borçlarının ödenmesi olduğunu düşünüyordu. Ancak Peygamberimizin duası ile hurmalar borcu ödemeye yetti, hatta bir kısmı da arttı. (Buhârî, Vesâyâ, 36; Müslim, İmâre, 120; Dârimî, Mukaddime, 7)

            HİSSEMİZE DÜŞENLER

  • Alacaklı kişinin, eli darda olan ve borcunu ödemekte zorlanan borçlusuna kolaylık sağlaması ve zaman tanıması gerekir.
  • Borçlu eli darda ve borcunu ödemekten aciz durumda ise alacaklının bu borcu bağışlaması daha hayırlıdır. Böylesine erdemli bir davranış Allah'ın hoşnutluğuna vesile olur.
  • Kişinin ödeyemediği borçlarını ödemek üzere yakınlarından yardım istemesi ve el birliği ile borcun ödenmesi güzel bir yardımlaşma örneğidir.
  • Allah (c.c) borcuna sadık olan ve kendisine yönelip yardım dileyen kullarına lütufta bulunarak onlara ummadıkları yerden yardımını gönderir.
  • Peygamber Efendimiz alacaklının hakkını tastamam verdiği gibi yetimlerin hakkını da daima gözetmiştir.

   BİR SORU ? BİR CEVAP:

  SORU: Borçlu olarak ölen kimsenin borcu nasıl ödenir?

  CEVAP:  Borçlar, Allah’a karşı borçlar, kullara karşı borçlar olmak üzere iki kısma ayrılır. Bir kimse, üzerinde mesela oruç borcu olduğu halde vefat etmek üzere olup bu oruçlarını kaza etmekten aciz kalmış ise, bu Allah’a karşı bir borçtur. Oruç borcunun fidye verilerek ödenmesi için velisine vasiyet etmelidir (Merğinânî, el-Hidâye, II, 270). Zekât, keffâret gibi borçları için de vasiyet ederse varisleri bunu terekenin üçte birinden yerine getirmek zorundadırlar. Vasiyet etmemesi halinde ise varisler dilerlerse onun borcunu ödeyebilirler (Zeylaî, Tebyîn, VI, 230).

Kullara ait olan borçlara gelince, Hz. Peygamber (s.a.s.) borçların ödenmesinin önemini hadislerinde ifade etmiştir (Nesâî, Buyû’, 98). Hz. Peygamber (s.a.s.) kişinin ödeyecek mal bırakmadan, borçlu olduğu halde Allah’ın karşısına çıkmasını günah olarak nitelemiş (Ebû Dâvûd, Büyu’, 9); ölen kişinin ruhunun, zimmetindeki borç ödeninceye kadar borçluluğundan dolayı bağlı kalacağını bildirmiş (İbn Mâce, Sadakât, 12); ölünün borçlarının ödenmesini sağlamak için borcu varsa ödenmeden cenaze namazını kıldırmamıştır. (Müslim, Ferâiz, 14; Nesâî, Cenâiz, 67). Zira dinimizde insanların kul haklarına saygılı olması emredilmiş; kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilen affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Veda Hutbesinde Resûlullah (s.a.s.); “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır.)” (Buharî, Hac, 132) buyurmuştur. Bu yüzden ölen kişinin borçları varsa, techiz ve tekfinden sonra kalan malının tamamından borçları ödenir. Kur’an’da borçların varislerin payına olan önceliği “Bu (paylaştırma ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” (Nisa, 4/11) ayetiyle belirtilmiştir (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 427-428). Tereke borçların tamamını ödemeye yetmiyorsa, bu terekenin tamamı borçlar oranında alacaklılara bölüştürülür.

KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan : Erhan YILMAZ İL VAİZİ

                     

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.