E. İmamoğlu’nun ekonomi ve siyasette hızla yükselmesini, hakkındaki iddialarla birlikte düşünmek gerekir. Bunu ifade eden “PARLAYAN YILDIZA NE OLDU?” başlıklı yazım üzerine değerli bir dostum, “Biraz beklenseydi de, hukukun ortaya çıkaracağı gerçeklere göre yorum yapılsaydı.” dedi. Böyle bir tavsiyeye, yani hukukun gerçeklerine göre hareket tavsiyesine asıl Ö. Özel’in ihtiyacı var. Ama öyle bir “konjonktür” meydana getirildi ki, CHP içinde buna kimse cesaret edemiyor. Bu duruma işaret etmiş ve yazımı şöyle bitirmiştim:
“Diploması haksız yere iptal edilmiş olsa da… Çalmamış çırpmamış, teröre destek olmamış; yağmur suyundan arı ve temiz, ekonomi ve siyaset dehası bir mazlum olsa da… Saçından topuğuna kadar suça bulanmış olsa da… Yol tek… Hukuk yoluyla hakikati ifade… Kendisi için de yandaşları için de… En yapılmayacak olan da şirret yaygaralar. Yenileceğini anlayan güreşçi, minder dışına kaçar. Hukuk dışı her çaba –meşru olsa da, gayrimeşru olsa da– iddiaların doğruluğunu itiraf ve ifadedir sadece.”
Ö. Özel, haksızlığa uğramış birini müdafaa eden bir tavır ve üslûp içinde mi Allah aşkına? Sakin ve kararlı bir şekilde tavzih eden, açıklayan, tatmin eden değil; kavgacı biri var karşımızda… Hırçın, asabî, aceleci… Sanki cumhurbaşkanı seçimi yarın. Yerinde duramıyor. Fısıltının gök gürültüsü halinde bütün dünyaya servis edilebildiği şu zamanda bas bas bağırmanın mânâsı var mı? Bağırmaktan sesi çatallaşıyor. Gözleri yuvalarından fırlayacak. Sözlerinin yetersiz kaldığını düşünüyor ki, bağırmayla birlikte mübalâğalı el kol ve yüz hareketleri ile sözlerine takviye ihtiyacı duyuyor. Beden dili de ağzı kadar asabî.
Atasözümüzün dediği gibi, doğru sallanır ama yıkılmaz; sen bu emniyetle rahat ol, sakin ol ve teşkilâtını buna göre yönet. Etrafı ateş içindeki vatanımızın, E. İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı yapmaktan daha mühim meseleleri var. Ama “asırlık partinin” gündemi iki maddeden ibaret: Kurultay (hem de olağanüstü ve şaibeli) ve E. İmamoğlu…
Partisinden aday olabileceklerin önünü tıkamak, başka fikirlerin söylenmesine engel olmak… İddialara maruz kişiyi, cumhurbaşkanı adayı diye etiketleyip, yargılanmasını engelleme gayretkeşliği… Genel başkana yakışır mı? Şaibeli kurultaylar, olağanüstü kurultaylar, boykotlar; hasılı her şey, parti ve memleket için değil, filmin “esas oğlanı” için. “Tek adam” karşıtları nerdesiniz?
Gök gibi gürleyen meydan adamı Ö. Özel; E. İmamoğlu suçsuzdur ve haksız tutuklandığı için mazlumdur diye şöyle gümbür gümbür haykırmıyor. Neymiş, seçilmiş başkana bu yapılmazmış; onu seçen 16 milyon seçmene saygısızlıkmış.
Olmayacak işe kalkışan, suçunu bastırma tavrına sığınır.
Yıllarca doğruluğunu gördüm ve meslektaşlarımdan dinledim… Kavga eden iki çocuktan; daha siz ne oldu diyemeden, hemen yüksek sesle ve aceleyle konuşanı, yüzde yüz haksızdır. Haklı olan, söz verilmesini bekler ve şirret arkadaşına şaşkınlık içinde bakar… Vücuttaki ağrı nasıl hastalık belirtisi ise, sesini yükseltmek de (görgüsüzlükten değilse) fikir ve ahlâk zaafının belirtisidir. (Andre Jid)in dediği gibi “Öfke, zekânın alevini söndüren güçlü bir rüzgârdır.”
İmam-ı Rabbanî, “Yaş odun gibi değil, kuru odun gibi yan” buyurmuşlar… Sessizce… Şikâyet etmeden… Yaş odunun çat, pat, tıs gibi lüzumsuz sesler çıkarması misali lüzumsuz yere sesini yükseltme… Yaş odun gibi verimin az olur. Hayvan bile sebepsiz yere böğürmez, kükremez, kişnemez vs… İnsana ses tonunu (dolayısıyla tavrını) iyi ayarlaması Allah’ın (cc) emridir (Lokman/19). Ayette sesi yükseltenin neye benzetildiğini herkes bilir.
“Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı olanlar bağırmaz. Domatesçi, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir. Popçular, rokçular boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor. Ama Dede Efendi'yi okuyanlar bağırmıyor.” (Necip Fazıl Kısakürek)
Elini kolunu sallayarak, bir kelimeye bin katarak ve sesini yükselterek konuşan tesirini kaybeder, en az kelimeyle, en az hareketle, en yüksek mânâyı ifadeye çalışan dikkatle dinlenir. Gümrükten mal kaçırır gibi aceleyle konuşan, kavga ettiği arkadaşını pusturmak ve sizi bir an önce yönlendirmek için sesini yükselten, lüzumlu lüzumsuz kelimeleri dizen çocuk; bu arada tezatlarını, yanlışlarını, yalanlarını, hatalarını sıraladığının farkında değildir… Hatalarını örttüğünü ve duruma hâkim olduğunu zannetmektedir. Oysa Hz. Ali’nin (ra) buyurduğu gibi, “Eğri eşyanın gölgesi de eğri olur!”… Hırçınlaşan çocuğu tebessümle dinleyip, yanlışlarını ve yalanlarını fark edip merhametle bir bir kendisine göstermek ve onu doğru olmaya, doğru söylemeye, aleyhinde de olsa doğrudan ayrılmamaya ikna etmek elinizdedir. O zaman sesinin tonu düşecektir.
Peki, sivrisinek vızıltısını gök gürültüsü kadar yükselten teknik imkânlara rağmen mikrofonu patlatan, boğazını çatlatan politikacıya karşı ne yapabiliriz? Onlar aydan gelmedi, bu toplumdan çıktı… Bağırdıklarında güçlü olduklarını zannediyorlarsa, makul ve sakin konuştukları zaman tesirlerinin olmayacağını düşünüyorlarsa, onları bu yanlış kanaate biz sevk etmişizdir. (03 Ağustos 2010)
Fransız düşünür Buffon’un dediği gibi “üslûp, insanın ta kendisidir” Bizim kültürümüzdeki “Üslûb-ı beyân, aynıyle insan” sözünü herkes bilir. İnsanın anlatım tarzı, kişiliğinin aynasıdır. “Yanlış üslûp, doğru sözün cellâdıdır.” (Sadi Şirazî) Ö. Özel bu asabî tavrı ile savunduğu kişiyi de zor durumda bırakıyor. Bu hali ile; ‘ne yapalım E. İmamoğlu ve şürekası, sakin bir şekilde hukuk yolu ile müdafaa edilemez; tehditle, şantajla hamle yapanları vazgeçirmek gerekiyor’ demiş oluyor. Öyle mi, değil mi, bilemem ama; görünen ve görülen bu…