ÇOCUK HAKLARI KÜÇÜKLERİN DE HAKLARI VARDIR

AİLE KÖŞESİ

Aralarında bir yaş olan iki oğlan çocuğu Medine Mescidi'ne girdiklerinde, herkes pür dikkat hutbeyi dinlemekteydi. Acemi adımlarla yürürken sendeleseler de minberde­ ki dedelerine ulaşmakta kararlı görünüyorlardı. Resül-i Ekrem'in, torun­larına karşı hissettiği muhabbet öylesine yoğundu ki Hasan ve Hüseyin'i görmezden gelerek konuşmaya devam edemedi ve Allah'ın Resulü, cema­atin hayret dolu bakışları arasında üç basamaklı olan minberinden indi. İleride cennet gençlerinin efendileri olacaklarını müjdelediği iki yavru­yu kucakladı. Hutbesini tamamlamak üzere torunlarıyla birlikte tekrar minbere çıktığında şöyle diyordu: ''Allah, 'Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir.(Enfal,28) derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürü­yüşünü görünce dayanamadım da sözümü keserek onları kucağıma aldım."(Tirmizî, Menâkıb, 30)

Yavrularına sevgisini dile getiren Peygamber Efendimizin, böy­lesine derin bir sevginin kimi zaman zaafa dönüştüğünü hissettirmesi son derece manidardı. O, çocuğa olan ilgimizin hayatın en ciddi sınanma nok­talarından biri olduğuna dikkatleri çekmekteydi. Bu konuda kullarını uya­ran Rabbimizin ayetlerinden birini örnek olarak okurken, 'Sevgiye yenik düşerek sınavı kaybedenlerden olmayın.'der gibiydi.Nitekim Yüce Allah da sevimliliği ile insanı peşinden sürükleyen bir çocuğun, her ne kadar gözde dünya nimetlerinden biri olsa da aslında boyundan büyük bir imtihan ol­duğunu defalarca hatırlatmaktaydı: "Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihandan ibarettir. Katında büyük mükafat olan ise ancak Allah'tır."(Enfal,28)

Anne baba çocuklarının sahibi değil, emanetçisidir. Çünkü Allah, yeryüzüne yeni bir can göndermeyi murad etmiş ve bu canın oluşumu, doğumu ve gelişimi için anne babayı görevlendirmiştir. Dolayısıyla emanetin sahibi olan Yüce Rabbimize karşı ciddi bir sorumluluk yüklenen ebeveyn, O'nun kendilerine teslim ettiği küçük insanı layıkıyla büyütmekle mükelleftirler. Böylesine yüce bir ismin emanetine gözleri gibi bakmak ve asla hıyanet etmemek zorundadırlar. Bu durum, çocuk üzerinde istedikleri ta­sarrufta bulunma özgürlüklerinin olmadığı anlamına gelir. Zira bir gün gelecek, emanetini nasıl yoğurup şekillendirdikleri, neyle besleyip hangi şartlarda muhafaza ettikleri hususunda Allah'a hesap vereceklerdir.

Dünya hayatının süsü olan çocuğun esaslı bir imtihan oluşu, insanın neredeyse tüm vaktini dolduracak kadar meşgul edici olmasıyla da alakalıdır. Gecesini gündüzüne katarak evladıyla ilgilenen, ilgilenmek zorunda kalan anne baba için, hayatın akışı bütünüyle çocukların gelişimine odaklanmış gibidir. İhtiyaçların biri biterken diğeri başlar, sorunların biri çözülürken diğeri düğümlenir. Oysa insan, çocuğuna sevgi ile bağlanırken, onun hayatı öğrenmesi ve ayakları üzerinde durabilmesi için çabalarken, kendi hayatı­nın ana gayesini unutmamalıdır. Çocuğu ile meşgul olurken asıl vazifesini aksatmamalı, Rabbine karşı kulluk bilinci içinde yaşamayı ihmal etmemeli­dir. Çocuk, insanın hayattaki ana gayesi ve tek endişesi olmamalı, hele hele kibir ve azgınlık kaynağı haline gelmemelidir."Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız, Allah'ı zikretmekten sizi alıkoymasın."(Münâfikûn, 9) uyarısına kulak verme­yenlerin aldandığını ve ziyana uğradığını akıldan çıkarmamalıdır.

Çocuk eşsiz bir lütuftur; ancak her nimet gibi külfetini de berabe­rinde taşıyarak hayatımıza gelip yerleşir. Önümüze getirip bıraktığı ve halletmemizi ya da sabretmemizi istediği öyle çok sınav vardır ki! Onu kendimize tercih eder, yemez yedirir, giymez giydiririz. Kendisine veri­ len bir hurmayı tam ağzına atmak üzereyken çocukları isteyince onlara bölüştüren bir anne için Peygamberimizin, "Sırf bu hurma sebebiyle Allah onun cennete girmesini kesinleştirmiş ya da bu hurma sayesinde onu cehennem­ den azat etmiştir."12 buyurduğunu bilerek ümit besleriz. Hatta bazılarımız hayat arkadaşını kaybeder ve çocuğunun yükünü tek başına sırtlayarak onun hem annesi hem babası olur. "Kocasından dul kalıp da asil ve güzel olduğu halde evlenmeyerek, yetimleri ev bark sahibi oluncaya ya da ölünceye kadar kendisini onlar için feda eden, bu uğurda (güneşte çalışmaktan) yanakları kararan/çöken kadın ile ben cennette şu iki parmağım kadar birbirimize yakın olacağız."(Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121) buyuran Peygamberimizin komşuluğunu arzular.

Bazen hastalığı ve sağlığı ile çocuğun "varlığı" sınavdır. Büyümüş hatta evlenmiş olsa bile ateşlendiğinde telaşlanır, haline kıyamayız. Tıp­ kı sevgili kızı Aişe'nin sıtmaya yakalandığını duyduğunda yanına koşan, onu öpüp kokladıktan sonra halini soran Hz. Ebû Bekir gibi ...Bazen de ölümü ve kaybı ile çocuğun "yokluğu" sınav olur. Arkasından ne kadar üzülsek de acımızı isyana çevirmez, sabretmeye çalışırız. Tıpkı minicik oğlu İbrahim kollarında can çekişirken bağrına basarak gözyaşı döken Resülullah gibi... O Merhamet Peygamberi'nin müjdesiyle, yanan ciğer­lere su serpilir de küçükken ölen çocuğun cehennem ateşine siper olacağı ümidiyle yaşanır. Allah Resülü'nün ifadesiyle, gün gelecek, önden giden bu yavrular anne babalarına cehenneme girmesine engel olacak, onlara cennetin kapısını açacak, ellerinden tutup onları cennete koyacaktır.

Bunca sınavın ardından kimi zaman verilen emekler karşılığını bulur ve evlat ile cennetteki birlikteliğe kadar uzanan bir dostluk kurulur. Ama kimi zaman da çabalar yerine ulaşmaz, gayretler semeresiz kalır ve evlat düşman kesilir. Her ne kadar çocuğunun gelecekte faydalı bir birey olup olmayacağını bilemese de, sonuçta anne babanın üzerine düşen, ona karşı sorumluluklarını yerine getirmektir.

Kuşkusuz sorumluluk duygusu, kendi menfaatlerini korumak kadar muhatabın haklarını da gözetmeyi gerektirir. Hele karşı taraf narin ve hakkını koruyamayacak kadar güçsüz bir çocuk ise onu çiğnememek çok daha mühimdir. Çünkü hakları görmezden gelinerek ezilen çocuk, güve­ni, adaletin değerini ve hak ettiğine kavuşmanın mutluluğunu tadamaya­caktır. Daha da kötüsü, ileride kendinden zayıf olanları ezmeyi öğrenecek ve sorumsuz bir ebeveynin yetiştirdiği yetersiz bir insan olarak, yetersiz evlatlar yetiştirecektir. Böylesine olumsuz bir döngünün toplumun gele­ceğini ne derece kötü etkileyeceği ortadadır. O halde çocuğun bir insan olarak doğuştan sahip olduğu hakları çiğnenmemeli, layık olduğu değeri hissetmesi sağlanmalıdır.

Allah Resülü'nün Abdullah b. Amr b. As'ı uyarırken, "Çocuğunun senin üzerinde hakkı var!"(Müslim, Sıyam, 183) buyurarak dikkat çektiği bu hakların başın­da, onu daha anne rahmine düşmeden dualarla karşılamak gelir. Anne ve baba, yavrularının oluşumu için ilk adım olan birleşmeden önce hem ken­dilerini hem de çocuklarını şeytandan uzak kılmasını dileyerek Allah'a niyazda bulunmalıdır. Bir çocukları olacağını anladıkları andan itibaren üzerlerine düşen ise onu gönül rızası ile kabullenmektir. Kainatın sahibi Yüce Rabbimiz, "Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. O dilediğini yaratır. Dilediğine kız evlat, dilediğine erkek evlat verir. Ya da erkek ve kız olmak üzere çifter çifter verir ve dilediği kimseyi de kısır bırakır. O, bi­len ve gücü yetendir."(Şûrâ, 49-50) buyurmaktadır. Kısacası yeni bir canın dünya havasını soluması O'nun kararına bağlı olup, hiç kimse bu kararı reddetme hakkına sahip değildir. Oysa insanlar çağlar boyunca nice yavruyu daha doğmadan yok etmiş ya da doğar doğmaz öldürerek yaşama hakkını elinden almıştır.

Her ne kadar evlat sahibi olmak insanın vazgeçilmez arzularındansa da, bazen anne ve baba için çocuk beklenmedik ve hatta istenmedik bir sürpriz olabilir. Ancak şartların olumsuzluğu ve ebeveynin gönülsüzlüğü yüzünden günahsız bir çocuk bedel ödememelidir. Bu nedenle Peygam­berimiz, "...Kim göz göre göre çocuğunu(n kendisine ait olduğunu) inkar ederse (kıyamet günü) Allah da onu rahmetinden uzaklaştırır ve gelmiş geçmiş herkesin önünde rezil eder."(Ebû Dâvûd, Talâk 28-29) buyurur.

Geçim sıkıntısı içerisinde olan bir aile, sofraya bir boğaz daha ek­ leneceğini duyduklarında, "Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıyma­ yın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur."(İsrâ, 31) ayetini hatırlamalıdır. Zira Peygamberimiz, yemeğine ortak olması korkusuyla çocuğunu öldürmeyi en büyük günahların arasında saymaktadır. Medineli Müslümanlar ilk defa kendisiyle Akabe'de bulu­şup iman ve bağlılıklarına dair biat ettiklerinde, onlardan çocuklarını öl­dürmemek üzere söz almıştır. Allah ve Rasülü'nün katında, bir çocuğun dünyaya gelişine engel olmanın, haksız yere bir yetişkinin canına kıymak­tan farksız olduğu ortadadır.

Çocuğun kız olduğu için yaşamasına izin vermemek ise tarifi müm­kün olmayan bir canilik ve büyük bir günahtır. Cahiliye döneminin müş­rikleri gibi, kızı olacağı müjdelendiğinde öfkeden yüzü kapkara kesilen ve utanç içerisinde ondan kurtulmanın yollarını aramaya başlayan bir baba, kadını da erkeği de yaratanın kendisi olduğunu hatırlatan Allah'a bu utancı nasıl açıklayabilir? Hesap gününde bu küçük kıza hangi günahtan ötürü diri diri toprağa gömüldüğü veya daha anne karnındayken kür­tajla düşürüldüğü sorulduğunda ne cevap verecektir? Halbuki Peygamber Efendimiz, "Her kim kız çocukları sebebiyle sıkıntı çekerse, o kızlar onun için cehennem ateşine siper olur."(Müslim, Birr,147) sözleriyle kız evladı büyütmenin zor olduğu kadar karşılığının büyük olduğuna dikkat çekmekte, kızını güzelce yetiş­tiren anne babaya da cennet müjdesi vermektedir.

Bir yavru, daha anne karnında iken ebeveyni tarafından korunmaya muhtaçtır. Anne babası onu şiddet içeren, gerilimli ve huzursuz ortamlar­ dan uzak tutmalı, helal ve sağlıklı gıdalar aracılığı ile beslenip büyümesini sağlamalı, sigara ve alkol gibi zararlı maddelerin kanına karışmasına engel olmalıdır. Kız olsun erkek olsun, doğan her çocuk, kendisini karşılayan anne babadan ilk günden itibaren iyilik görme hakkına sahiptir. Hayat boyu sürecek bu iyilikler zincirinin ilk halkalarını doğumdan sonraki görevler oluşturur. Allah'ın Sevgili Elçisi, yeni doğan bebeğe kulağa hoş geldiği kadar anlamı da güzel olan bir isim koymayı tercih ederken, ağ­zında çiğnediği bir lokmacık hurma ile yavrunun damağını tatlandırmayı ve ona geleceği için hayır dualar etmeyi adet edinmiştir. Peygamberimiz tarafından doğumun yedinci gününde yapılması uygun bulunan bu kü­çük törenle bebek ismine kavuşur ve kulağına ezan okunur, tıraş edi­len saçlarının ağırlığınca gümüş sadaka verilir ve akika kurbanı kesilir. Böylece anne baba hem çocuklarının canını bağışlayarak onu bu dünyaya sağ salim gönderen Allah'a şükretmiş, hem de yavrularının layık olduğu ilk hediyeleri sunmuş olur.

Çocuğun giydirilip doyurulması onun tabii bir hakkıdır. Bebeğin an­nesi tarafından emzirilmesini sağlamak için elden gelen bütün imkanları seferber etmek son derece önemlidir. Nitekim Hz. Musa, Firavun'un sara­yında da olsa annesinin bağrında büyümüştür. Savaş esirleri arasındaki bir düşman çocuğunun bile annesinden ayrılarak satılmasına izin verme­yen Peygamberimiz ise,''Anne ile evladının arasını ayıranın, Allah da kıyamet günü sevdikleriyle arasını ayırır."(Tirmizî,Büyû’, 52) buyurmuştur. Bu ne büyük bir tehdittir! Çocuğun anne kucağında büyüme hakkına sahip olduğunu belirten Al­lah Rasulü, elbette maddi ve manevi her türlü tehlikeden korunmuş bir nesil arzu etmektedir.

Sadece annesinden değil babasından da sevgi ve şefkat görerek büyü­mek, çocuğun en doğal haklarından birisidir. Kur'an-ı Kerim'de anneler ve evlatları anlatıldığı kadar, Hz.Yakub gibi Yusuf'una son derece düşkün bir babanın hasret ve sevgi dolu cümlelerine yer verilmesi çok etkileyicidir. Aynı şekilde Rabbine verdiği sözden dönmeyen ama yavrusu İsmail'i kur­ban etmeye de kıyamayan bir baba olarak Hz. İbrahim'in anlatıldığı ayetler uzun uzun düşünülmeye değerdir. Rasul-i Ekrem'in de sadece bir baba ve dede olarak değil, ümmetin Peygamberi olarak çevresindeki bütün çocukla­ra kucak açması, peygamberlik geleneğinin bir devamı olamaz mı?

Çocuk sevgiyle filizlenir, şefkatle serpilir, merhametle büyür. Farklı şekillerde de olsa her çağda ebeveyninden şartsız ve hesapsız sevgi görme hakkına sahiptir. Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz çocuklara karşı hiç çekinmeden sevgi sunumunda bulunmuştur. O (sav), kimi zaman çocukları sımsıkı kucaklamış ve öpmüş, kimi zaman da mis kokulu elleriy­le okşamıştır. Çocuğun en az disiplin ve ciddiyet kadar şaka ve oyuna da ihtiyacı olduğunu bildiğinden, ağzına su alıp çocuklara püskürtmekten ya da atçılık oynayıp torunlarını sırtında gezdirmekten geri durmamıştır. Çocuğuna şefkat gösterenleri hayırla anarken, sevgisini çocuktan esirge­yenleri esefle kınamış ve "Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir."(Tirmizî, Birr, 15) buyurmuştur.

Muhabbet ve merhametin bir tezahürü olarak büyüklerinden hayır dua almak, çocuğun bir diğer hakkıdır. "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut."(İbrahim, 35) diye yakaran Hz. İbrahim misali, anne babalar yavrularının bugününü ve geleceğini dualarla desteklemeli­dir. Nitekim Peygamberimizin, kucağına oturttuğu yavrulara mallarının ve nesillerinin bereketlenmesi, bağışlanmaları ve merhamete erişmeleri için ettiği sayısız dua vardır. Dolayısıyla çocuğun sadece maddi ihtiyaç­larını karşılamakla yetinmeyerek, onu manevi yönden de desteklemek Peygamberimizin sünnetidir.

Çocuğun korunma ihtiyacı söz konusu olduğunda da aynı ikili den­ geyi görürüz. Allah'ın Resulü, "(Güneş batıp) gece karanlığı başladığında -veya akşam olduğunda- çocuklarınızın dışarı çıkmalarına engel olun."(Buhârî, Eşribe, 22) bu­yururken, karanlıkla beraber sokaklara hızla yayılan kötülüklerden ço­cukları muhafaza etmeye çalışmaktadır. Savaşta kadınların ve çocukların öldürülmesini yasaklarken onların can güvenliğini sağlamayı hedefle­mekte, yaşı küçük olanların orduya katılmasına engel olurken de onları muhtemel bedensel ve ruhsal zararlardan korumaktadır. O kadar ki Rah­met Elçisi'nin gönlü, tedavi amaçlı bile olsa çocuğa acı çektirilmesine razı olmaz ve mümkünse eziyet vermeyen yolların denenmesini ister.

Diğer taraftan Hz. Peygamber, çocuğun manevi açıdan yara alabileceği konularda da korunma hakkına sahip olduğuna dikkat çeker. Evlatlarına lanet okumamaları konusunda anne babaları uyarır. Çünkü duaların geri çevrilmediği bir ana rast gelirse, bedduanın bedelini ödeyecek olan çocuktur. Ayrıca adaletsizliğe uğraması ve horlanıp küçümsenmesi, ço­cuğun duygusal olarak ağır biçimde zedelenmesine sebep olduğundan, Efendimiz tarafından bu davranışlar kesinlikle yasaklanmıştır. Ebeveynin evlatlarından birisine ayrı bir sevgi ve ihtimam göstermesinin ne denli acı sonuçlar doğurabileceğine, Hz. Yusuf ve kardeşleri şahittir. Dolayısıyla Peygamberimiz, bir evladı herhangi bir meziyetinden dolayı kayırmayı, diğerlerinden üstün tutarak ona daha fazla hoşgörü ve ikramda bulunma­yı kesinlikle affetmez. Öbür çocuklarına vermediği halde oğlu Nu'man'a mal bağışlamaya niyetlenen Beşir’i sert bir dille reddederken, "Beni şahit tutma. Çünkü ben adaletsizliğe şahit olamam!"(Müslim, Hibe, 14) buyurur. Çocuğun kendisine karşı insaflı ve adil davranılması hakkına işaret eden değişmez buyruk, son derece nettir: "Allah'tan korkun, çocuklarınız arasında adaletli olun!"(Buhârî, Hibe, 13)

O Yüce Elçi, çocuğun varlığını görmezden gelmez; çocukların yanın­dan geçerken selam verir, sizi fark ettim dercesine.. . O, çocuğun derdiyle ilgilenir; küçük Ebü Umeyr'e rastladığında serçesini sorar, 'Senin için önemli olan şeyleri ben de önemsiyorum.' dercesine. O, kızı Fatıma yanına geldiğin­de ayağa kalkıp karşılamayı, elinden tutup kendi yerine oturtmayı sever, 'Bana en çok benzeyene selam olsun.' dercesine.. . O, çocuğun tercihlerini dikkate alır; annesi ve babası boşanan bir çocuğu, ikisinden birisini tercih etmekte serbest bırakır, 'Kararına saygılıyız.' dercesine. . .

Resülullah'm bize öğrettiğine göre, çocuklarımızın yaşama dahil ol­maya ve büyüklerin gözetiminde sosyal hayatı tanımaya hakları vardır. Bu açıdan baktığımızda görürüz ki o (sav), ibadet hayatından çocuğu uzak­laştırmamış, kimi zaman bir saf oluşturacak kadar çocuğa vakit namaz­larında mescidinde yer ayırmıştır. Savaştan ya da yolculuktan dönerken kendisini karşılamaya çıkan kalabalığın arasındaki çocuklara özel ilgi gös­termiş, onları kucaklayıp bineğine alarak şehre girmekten zevk almıştır. Sohbet meclislerinde çocukların bulunmasını engellememiş, dahası ken­disine getirilen taze bir mevsim meyvesini öncelikle yanında oturan ço­cuklara ikram etmiştir.

Küçük insana tanınan bunca hak, din, dil, ırk ve cinsiyet farkı ol­maksızın her biri için geçerlidir. Sıcak aile ortamının sunduğu imkanlarla büyüyen şanslı bir çocuk kadar, korunmaya muhtaç ve ezilmiş bir çocuk da aynı hakları beraberinde taşıyarak dünyaya gelir. Peygamber Efendimi­zin, "Her hak sahibine hakkını ver!"(Buhârî, Savm, 51) buyruğu kulaklardan silinmemelidir. Nihayetinde zayıf ve kimsesiz çocuklara yardımın öncelikle Kur'an'ın emri olduğu unutulmamalıdır.

Her çocuk, ergenliğe erişene dek yaptıklarından dolayı hesaba çekil­meyecek kadar masum; yaptığı hatalar yazıcı melekler tarafından kayde­dilmeyecek kadar günahsızdır. Bir gün gelip yetişkinler arasına katıla­cak ama çocukken yaşadıklarının etkisini bir ömür üzerinde taşıyacaktır. Şayet anne babası onu haklarına riayet ederek hayata hediye etmişlerse, emeklerinin karşılığını eksiksiz alacaklardır. Peygamber Efendimiz, arka­ larında bıraktıkları bu güzel eserin duaları sayesinde, öldükten sonra bile amel defterlerinin kapanmayacağını ebeveyne müjdelemektedir.79 Anne ve baba, cennette, "Ya Rabbi, bu yüce dereceye nasıl eriştim?" diyecek kadar şaşırdıklarında alacakları cevap bir ömre bedeldir: "Evladının senin için bağışlanma dilemesi ile!"(İbn Mâce, Edeb, 1)

Kaynak: Hadislerle İslam Hazırlayan Ümmühan BAYRAKÇI-İl Vaizi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.