GÜNDEMİN BİRİNCİ MADDESİ

ALİ ERDAL

(11.11.2011)

İstense de istenmese de, kabul edilse de edilmese de İslâm; dünya gündeminin birinci maddesi… Hem de, o görüşülmeden ikincisine geçilemeyecek aciliyet, öncelik ve ehemmiyette...

Değerlerini kaybeden, her şeyi birbirine karıştıran ve kaosa düşen insanlık; meseleleri kökten halledecek ve her şeyin hakkını verecek ve haddini bildirecek bir yüce değere muhtaç… O da İslâm’dan başkası değil; zira onun dışında her şey eksik... Geçici ve kısmî çözümler, yarayı azdırmaktan başka işe yaramadı ve problemler bugüne yığıldı.

İslâm öylesine tam, diğerleri o kadar yetersiz ki, eksiklerini farkedenler, tamamlamak için ona başvuruyor ve onun kavramlarını kullanmak zorunda kalıyor.

●Bazı ölülerin; sağlığındaki mesleğine ve ölüm sebebine bakılarak “basın şehidi”, “görev şehidi”, “demokrasi şehidi” gibi etiketlerle gömüldüğünü sık sık görüyoruz. Savaştan sağ dönen yabancı askerlerden de “gazi” diye söz edildiği oluyor. Bir televizyon, Vietnam savaşına katılan Amerikan askerlerinin toplantısını, “Vietnam gazileri bir araya geldi” şeklinde vermişti… Sıradan ölümle üstün bir gaye uğruna ölümün ve kazadan kurtulanla, savaştan sağ dönenin farkını sadece İslâm ayırdediyor. Çünkü sadece o, uğruna hayat feda edilecek değer... Bir İngiliz atasözü, “Uğruna can feda etmeye değecek değeri olmayanın, hayatının da değeri yoktur” diyor. Uğruna ölünecek değerleri olmadığı halde ölülerine ve dirilerine değer kazandırmak isteyenler, her şeyi birbirinden ayırdeden sistemin kavramlarına muhtaç oluyor. Maksatları ne olursa olsun böyle yapanlar sadece aczlerini itiraf ediyor ve İslâm’ın üstünlüğünü pırıldatıyorlar... Komünistler zekâta, kapitalistler ticaret serbestisine hayranlıklarını gizleyemiyorlar.

Nazım Hikmet, “Şair” başlıklı şiirinde diyor ki:

“Şairim

Bir yıl yağan yağmur kadar şiir yazdım.

Fakat asıl

şaheserime

başlamak için

Hafız-ı Kapital olmayı bekliyorum.”

“Kapital”i, ezberleseydi, “şaheser” meydana getirebilecek miydi, bu kadar değer verdiği kitap, şaheser ilham edecek kapasitede mi?.. Gerçek o kadar ayan ki, bahse bile lüzum yok. Sadece meselemizle ilgili kısmını konuşalım. Niye “Hafız-ı Kapital” olmak istediğini söylüyor da ‘Kapital’i ezberleyeceğim’ veya ‘Kapital’in ezbercisi olacağım’ demiyor? Diyemiyor… Dini, esastan reddeden bir ideolocya uğruna vatanını terk ettiği halde, bir mübarek gecede Romanya’da camiye gitme ihtiyacı duyduğu gibi, bâtıl dâvâsına bağlılığını ifade için inanmadığı bir imanın ve nizamın kavramına sığınıyor. O da biliyor ki, “Hafız-ı Kur’ân” olunur ama ‘Hafız-ı Kapital’ olunmaz... Bir başka kitabın da hafızı olunmaz. Nitekim olunmamıştır... Sadece Kur’ân, hıfzedilecek, hıfzetmeye değecek, hafızı olunacak kitaptır. Ne Kapital, ne bir başkası buna değmez. Mümkün de değil. Nitekim Nazım Hikmet de, mistik bir temenni lâfı etmiş ama şu anda hiçbir değeri kalmamış kitabı, istediği halde ezberlememiş. Başlamamış bile... Öyle söylemekle, bir yücelik kazandırdığını zannettiği kitabının, farkında olsun olmasın, değersizliğini ve Kur’ân’ın farkını ifade ve ilân etti; o kadar... İslâm öyle yüce ki... Kur’ân hafızlığından başka bir de “Hadis hafızlığı” müessesesi var.

Moiz Kohen’in (Tekin Alp) “Yeni Âmentü” yazma teşebbüsü ve Tevfik Fikret’in “Halûk’un Âmentüsü”nde aynı ezikliği (diğer hususların değerlendirmesi ayrı bir mevzu) görmek lâzım. “Âmentü” diyeceklerine, “inanç esaslarımız” deseler ya, tesiri olmayacak; çare, “Halûk’un Âmentüsü” ve “Türk’ün Yeni Âmentüsü” ifadelerine sığınmak... Yıkmak için çalıştıkları imanın kavramına müracaat... İşin başında mağlûbiyeti kabul etmek değil midir bu? Alternatif âmentü yazma, inanç esaslarını yaz, gücün yetiyorsa!

●Bir şeyi protesto için yemek yemeyeceklerini ilân edenler, eylemlerini yüceltmek için “oruç” ifadesine sığınır. Çünkü filân şeyi şöyle şöyle yapmazsanız, aç duracağım dese hiçbir tesiri olmayacak. “Açlık eylemi” deseler de öyle... Kendisi de fiilinin, fedakârlık yapmaya değecek bir şey olmadığını bilir. Yemezsen yeme, derler adama. Ne yapsın zavallı, hareketine bir yücelik kazandırması ve kamuoyunu da buna inandırması lâzım. O da, sadece yemek yememekten ibaret olmayan ve yerine getirene dünyalardan üstün yücelikler kazandıran “oruç”tan başkası olamaz. “Açlık grevi” demek de yetersiz. “Açlık orucu” tuttuğunu iddia eden, fiilini “ibadet” seviyesine yükseltemez. Gayesi ne olursa olsun, sadece İslâm’ın bir değerini ilân etmiş olur; o kadar... Biz öylelerine deriz ki... “Açlık orucunu” ne gaye ile tuttuysan, karşılığını ve mükâfaatını ondan bekle, cemiyetten değil!

●Efes’te medfun olduğu söylenen “Meryem Ana”yı ziyaret eden Hristiyanlar’ın “hacı” olduğunu yazar, kâğıt yığını gazeteler. Oysa Hac, sadece İslâm’da... Şurayı burayı ziyaretle “hacı” olduklarını söyleyenlerin kendileri bile söylediğine inanmaz. Sadece inanışlarında böyle bir müessese olmadığını, haccın İslâm’ın özenilecek müesseselerinden biri olduğunu belirtirler; o kadar.

●Mucize!... Allah’ın peygamberlerine, peygamberliklerinin delili olarak bahşettiği kudret... Allah’ın izniyle, Allah’ın koyduğu kuralların dışına çıkabilme müsaadesi... Allah’ın, sadece emirler ve yasaklar manzumesini tebliğle görevlendirdiği seçkin insanlara (peygamber) verdiği imkân... Küfrü, aciz bırakan silâh... Peygamberlere mahsus... Ama bakıyorsunuz, mucize, aslının ve hakkının dışında da kullanılıyor. Rahatça, ‘Filân kişinin yaptıkları mucizedir’ diyebiliyorlar. ‘Bir mucize oldu ve kazadan kurtuldu’ diyebiliyorlar. Cahil Müslümanların da dilinde... İslâm düşmanlarının bile... Düşmanı oldukları, gözden düşürmeye çalıştıkları imanın kavramına sığınan zavallılar... Bu yazının son düzenlemeleri yapılırken, bir de bakıyorum, televizyonda (hâşâ) “Alman mucizesi” diye bir logo... Ve o minval üzere bir sürü lâf... Bizim televizyonumuz “salyangoz satıyor”...

Kim ne derse desin, “olağan”ı aşmanın sistemi ve dolayısıyla da kavramı, sadece İslâm’da ve sadece peygamberlere has. Bunu; hakları ve hadleri olmadığı halde kullananlar, sadece İslâm’ın üstünlüğünü belirtmekle kalmıyorlar, kendi aczlerini ve cahilliklerini de ilân ediyorlar.

“Mucize”, öylesine herkesi “acz”e düşürüyor ki, onun yerine ‘şunu desek’ bile diyemiyorlar. ‘Tabiat ne harikalar yaratıyor’ kabilinden bilerek veya bilmeyerek yaratılmışlara tanrılık izafe edenler, hem kendilerini, hem “tanrılarını”, “aciz” ve gülünç duruma düşürüyorlar, farkında değiller.

Mucize!.. Hakkın bâtıla meydan okuması...

Aldıkları kavramlarla, eksikler tamamlanabilecek midir? Bir iman manzumesi eksiksiz ve tezatsız ise, yani kâmilse ondan kırpıntı halinde bir “kavram” alınamaz. Çünkü alınan, kâmil müessesenin tamamının bütün noktaları ile irtibatlı bir kıymettir ve o bütün içinde hayatiyete sahiptir. Oradan alıp, başka bir yere monte etmekle, o değer kazanılamaz. Şinasi, Mustafa Reşit Paşa için

“Aceb midir medeniyyet resûlü dense sana”

Demişti. Paşasına “Medeniyyet Resûlü” denmesi, tereddütle karşılanacak, şaşılacak bir şey değilmiş... Söylediğinin nereye vardığını biliyorsa küfrünü; ne söylediğinin bilincinde değilse cehlini ilân etti sadece zavallı... Demirel de, kanunlara itaat etmek ve cezaların acılığına katlanmak gerektiğini ifade için “Şeriatin kestiği parmak acımaz” deyivermişti; “Yasanın kestiği parmak acımaz” diyememişti.

Eksiğini anlayan, suni yollara başvuracağına “kâmil sisteme” tâbi olsun, teslim olsun. İki cihan selâmeti o zaman kazanılır. Kâmil olanın hakkı, ya hep ya hiçtir... Ya tamamına iman edersiniz, ya tamamını inkâr edersiniz...

Bir de İslâm’ın, kavramlarına ve müesseselerine verdiği isimleri değiştirme heveskârları var. Akıllarınca, dinî hüviyetinden sıyıracaklar. Meselâ ramazan bayramına “şeker bayramı” demek gibi... Böylece bir bayramı olsun İslâmî vasfından soyutlayıp nefse ait bir sevince döndürebileceklerini sanıyorlar. Tezata düşüyorlar, haberleri yok. Neden kurban bayramına “et bayramı” demiyorlar. Şeker yenmese de olur bayrama “şeker bayramı” dedikten sonra et yenmesi esas olan bayrama “et bayramı” diyememeleri zaaf değil mi? Şeker, maddî lezzet üstünde bir mânâ da taşıyor... “Şekerparem”, “şeker kız”, “şekerim”... Kimse yakınına “etim” demez... Bu sebeple maksat aslından saptırmak olmasaydı, millet “şeker bayramı” ifadesine, moda tabirle, “sıcak bakabilirdi”. Ramazan bayramı “şeker bayramı” değildir ama, İslâm’ın kavramlarını değiştirme gülünçlüğüne ve zavallılığına düşen et kafalılar için bile kurban bayramı ete doyma imkânıdır. Düştükleri tezatları görüyor musunuz?

Doğru isimlendirme o kadar mühim ki, dış güçlerin maşası ihanet çetesinin yarım yüzyıldır yok edilememesinde, onu doğru isimlendirememiş, yani hakkında doğru teşhis koyamamış olmamızın büyük payı var. (25.10.2011) tarihli yazımda bunu şöyle ifade etmiştim: “Karabasan gibi ülkemize çöreklenen ihanet çetesini, çeyrek asrı aşkın bir süre geçtiği halde niçin yok edemedik? Bunca şehide ve gaziye, masrafa ve yatırıma, cezalara ve aflara ve açılımlara rağmen niçin hakkından gelemedik? Lâfı dolaştırmadan açık seçik söyleyelim: Adını koyamadık da onun için!.. Sebep bu kadar basit mi?.. Evet bu kadar basit! Çünkü hangi adı verirseniz, ona göre tavır alırsınız, ona göre davranırsınız, yapılması gerekeni ona göre tespit edersiniz ve ne yapacağınızı bilirsiniz; gücünüzü ona göre kullanırsınız… Eşkiya derseniz başka, hain derseniz başka tavır alırsınız. Asi derseniz başka suçlu derseniz başka davranırsınız. İhanet çetesinin, daha işin başında ne olduğunu tespit etmeli ve adını koymalıydık. Mensuplarını, çete başını, yandaşlarını ve destekçilerini de buna göre isimlendirmeliydik. (...)”

İleşitim araçlarının gelişmesi sayesinde küçük bir köy haline gelen dünyanın gündeminde birinci madde, KÂMİL OLANA İHTİYAÇ... Yani İslâm’a... Düşmanlarının gündeminde bile o var; farkında olsalar da olmasalar da... İstedikleri algıyı kabul ettirebilmek için İslâm görüntülü terör örgütleri kuranlar, farkında olsalar da olmasalar da gündemin birinci maddesinin İslâm olduğunu ifade etmiş oluyorlar.

“Algı operasyonları” ile İslâm’ı geriliğin ve şiddetin tarlası gösterme gayretleri iflâs etmeye mahkûm. Nitekim, bütün inanış ve fikir sistemleri kan kaybederken, İslâm, algı operasyonları merkezinde bile gittikçe yayılıyor. Hakikat, er geç ortaya çıkacak kadar yücedir. “Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar”.

Birinci madde görüşülmeden, yani KÂMİL OLAN bulunmadan; buhranlarla, krizlerle, tartışmalarla cadı kazanına dönen dünyanın hiç bir meselesi halledilemez!

Kanalımı takibe alarak destek olur musunuz: goo.su/AliErdal

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.