Bulunduğu coğrafyanın ve kültürün değer yargıları ile biçimlenen ve sınırları çizilen aile kurumu, özellikle Türk toplumunda her zaman önemli görülmüş, aile kurulmasına ve kurulan ailenin korunmasına önem gösterilmiştir. Türklerin bu aile yapısı, tarihî başarılarının sebebi olarak görülmüştür. Türklerin aile yapısı incelendiğinde çekirdek aile yapısı, tek eşle evlilik, baba otoritesi, güçlü akrabalık ilişkileri ile yardımlaşma ve dayanışma geleneği şeklinde sıralanan temel karakteristikleri ile dikkat çekmektedir.
Türk toplumunda olduğu gibi İslam dini de aileyi kutsal kabul etmiş ve Kur’an-ı Kerim’de “Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.” (Rûm, 30/21) diyerek aile kurmanın önemi belirtilmiştir.
Bu yazımızda, mutlu bir aile için oluşturduğumuz matematiksel formül üzerinden yapmamız gerekenler hakkında kısa önerilerimizi sıralayacağız.
MUTLU AİLENİN FORMÜLÜ: MA= T(3S-K)+İ
MA (MUTLU AİLE): Toplumsal bir gerçek olarak pozitif anları fazla olan çiftlerin ilişkilerinin daha dengeli ve huzurlu devam ettiği bilinmektedir. Tabii ki sayılardan çok niyetin önemli olduğunu bilerek ilişkimize yön vermek daha doğru olacaktır.
Evlilik, toplumsal kurallar ve yasaların uygun gördüğü biçimde bir erkekle bir kadının yaşamlarını birleştirmesidir. Hayatı birlikte geçirmenin amaçlandığı evlilikte, ilişkilerin düzenli, uyumlu ve dengeli olması, evlilik kararının başlangıçta doğru verilmesiyle yakından ilişkilidir. Sabırsızlık gösterip duygusal bir havaya girmek ile baskı altında ve yönlendirilen bir ortamda bulunmak, tarafları evlilik öncesi görüşmelerin asıl amacı olan tanıma hedefinden uzaklaştırabilir. Eş seçiminin başarıyla gerçekleşmesi için tarafların, evlilikten olan beklentisini ve amacını çok iyi saptaması; kim olduğu, evlilikten ve evleneceği kişiden beklentilerini bilmesi gerekiyor.
Ayrıca şu soruları sormak da doğru eş seçimi kararınızda etkili olabilir: Alışkanlıklarınızın, dinî ve siyasi görüşlerinizin, geleceğe dönük amaçlarınızın, sosyoekonomik durum ve eğitim düzeyinizin benzerliği; ailelerinizin benzeyen ve ayrılan yönleri olup olmadığı; ailelerinizin evliliğinize bakışı; kurulacak ailenin para yönetimi ve çocuk yapma zamanı konusunda anlaşıp anlaşamadığınız; fiziksel, sosyal ve duygusal olgunluk yönünden uygunluğunuz; kadın-erkek rolleri konusunda düşünceleriniz; yaşlarınız birbirine yakın mı veya aradaki yaş fark sorun olacak mı?
T (TABULAR): Aile içi ilişkilerimizde bazı tabularınızın, kırmızı çizgilerinizin olması gerekmektedir.
3S-Sevgi: Evliliğinizde aşkın sürmesini istiyorsanız iyi yol arkadaşı olmayı öğrenmelisiniz. Sürekli şikayet etmekten ve eski defterleri açmaktan geri durmalı, aranızdaki sorunları eşinizin kişiliğine değil probleme odaklanarak çözmeye çalışmalısınız.
Bir yastıkta kocayın sözünün önemli bir birliktelik nasihati olduğunu aklınızda tutmalı, tartıştığınızda bile yatağınızı ayırmamalısınız. En güzel bağımlılık aşk olduğu için siz de evinize, eşinize ve çocuklarınıza bağımlı olmalısınız. Parayla satın alınmayan gerçek sevginizi ailenize göstermelisiniz. Sevginizi yaşatmanın 6 yolunu ise kısaca şu şekilde sıralayabiliriz: Eşinize saygı duyun, onu gerçekten dinleyin, onunla doğru tartışmayı öğrenin, ona zaman ayırın, ufak sürprizler yapın, önceden beraber gittiğiniz yerlere ziyaretler yaparak ilişkinizi güncelleyin.
3S-Sadakat: Evlilikte sadakat, eşle karşılıklı olarak edilen yemine ve kurallara bağlılık anlamına gelmektedir. Dünyadaki birçok toplum, evrensel olarak eşe vefayı önemli görmektedir. Sadakatsizlik ise eşi aldatmak anlamına gelmektedir. Çoğunlukla eşi cinsel yönden başka biri ile birlikte olarak aldatma anlamını içerse de eşe verilen sözü tutmama ve beraber verilen kararlara uymama anlamlarına da gelmektedir. Sadakatinizi sınamak için empati yapmalı ve kendinizi eşinizin yerine koymalısınız.
3S-Sorumluluk: Evlilikte sorumluluk deyince ilk olarak bazı geleneksel roller akla gelse de aile mutluluğunu sağlama, birbirlerine sadakat gösterme, birlikte yaşama ve evin giderlerine katılma da sayılmaktadır.
Boşanma gerekçelerinin büyük bir bölümünün sorumsuz ve ilgisiz davranma ile bağlantılı olduğunu unutulmamalıyız. Bu sebeple, aile fertlerinin hepsinin sorumluluk alması sağlanmalı ve iş bölümü yapılmalıdır. Ailede her birey kendi görev ve sorumluluklarını bilmeli ve bunları yerine getirirken karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü içerisinde olmalıdır. Ev içinde kimin ne görevi olduğu (ekmek almak, faturaları ödemek vb.) ortak bir kararla belirlenmelidir. Her aileye ve hatta zamana göre değişebilen iş bölümünde önemli olan, her bireyin (yaş ve yeteneklerine göre çocukların da) bir görevinin olması ve alınan kararlara katkı sağlamasıdır.
K (KÖTÜ MUAMELE): Şiddet sadece fiziksel olarak değil psikolojik, ekonomik, duygusal, sözel ve cinsel şiddet şeklinde de karşımıza çıkmaktadır. Evlilikte en olmaması gereken davranışlardan biri, eşlerin birbirine şiddet uygulamasıdır. Şiddet, genellikle kişinin, gücünü kullanarak kendini haklı çıkarmaya çalışması şeklinde tanımlanmaktadır. Her gün onlarca çift şiddet mağduru olmakta, evlilikleri bu sebeple son bulmaktadır. Maalesef evde şiddete tanık olan çocuklar da şiddeti bir çözüm yolu olarak görmektedir. Bunun için dışarıda ne olursa olsun bu negatif durumları evin kapısından girdiğiniz andan itibaren unutmalı, kendi problemlerinizle başa çıkmanın yollarını bulmaya çalışmalısınız. Kısacası ailenizi ağlama duvarına çevirmemelisiniz. Kötü ve aşağılayıcı sözlerden uzak durmalı, son söylenmesi gereken sözleri (yeter artık boşanalım vb.) ağız alışkanlığı hâline getirmemelisiniz. Aile bireylerinin hatalarını ortaya çıkarmak yerine örtmeli, iğneleyici sözler kullanmamalısınız.
İ (İLETİŞİM): Güçlü bir iletişimin, iyi bir evliliğin temel taşı olduğunu unutmamalısınız. Yetiştirilme tarzlarınız ve kişiliğinizden kaynaklanan farklılıklar sizi bazı konularda farklı düşünmeye itebilir ama aile saadetinizi korumak adına birlikte oturup konuşabilmeyi başarmalısınız. Evliliğiniz süresince her konuda birbirinize destek olmalı ve ailece başarıyı hedef almalısınız. Problemlerden kaçmak yerine çözüm yollarını araştırmalısınız. Empati kurmayı öğrenmeli ve konuşurken ahlak dersi vermemelisiniz. Zamanına ve yerine ailece karar verdiğiniz, konuşma saatleri ile beraber yapabileceğiniz etkinlikler belirlemeli ve bu şekilde iletişiminizi kuvvetlendirmelisiniz. Bunlar arasında; ailenizle dışarı çıkıp yürüyüş yaparken veya parkta spor yaparken sohbet edip onların sorunlarını dinlemek sayılabilir. Kararların ortak alınması, aile bireyleri için kendilerini değerli hissettiren ve aile bağlarını güçlendiren önemli bir unsurdur. Sadece kendiniz için değil aileniz için de organizasyon yapmalısınız. Ailece yemek yemenin aile bağlarını güçlendirdiğini unutmamalısınız.
Ailenin geleceği ile ilgili önemli kararlar alınacağı zaman, ailenin hep beraber olduğu ve herkesin fikrini söyleyebileceği bir ortamda konuşmalısınız. Düşüncesini özgürce paylaşabilen insan, mutlu insandır ve böyle bir konuşmadan aileyi mutsuz edecek bir sonuç çıkma ihtimali azdır. Evdeki her birey önemli ve değerli olduğunu, adil bir paylaşım yaşandığını hissederse aileye ve alınan kararlara karşı aidiyet duygusu gelişir.
Aile büyükleri ile iletişimi koparmamalısınız. Ailenin ziyaret edilen ve evde ağırlanan kişi sayısını geniş tutması hayatı daha yaşanılır kıldığı gibi bu iletişimi gören çocuklar da daha sosyal ve cana yakın olmaktadırlar. Sadece aile büyüklerini değil komşu, hasta ve huzurevi sakinlerini de ziyaret etmelisiniz.
Sonuç olarak maddeler hâlinde saydığımız mutluluğun sırrının aslında bu formülde gizli olduğunu unutmamalısınız.
Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
AFFETMENİN YAKIN İLİŞKİLERİMİZE ETKİSİ
Affetmek; bağışlamak, yapılan bir hata karşısında bir bedel veya ceza talep etmemek, hata yapan kişiye karşı negatif duyguları empati aracılığıyla bilinçli bir farkındalıkla azaltmak ve hatta bazı durumlarda negatif duygular yerine pozitif duygular geliştirmek demektir. İnsan ilişkilerinin sürdürülebilmesi ve yatırım yaptığımız duygusal bağların devamı için “affetmek” temel unsurlardan biridir. Affetmek olmaksızın sosyal bağlarımız kolayca kopabilir ve emek verdiğimiz ilişkilerimiz paramparça olabilir. İnsani bağlarımızı sürdürmesi bir yana affetmenin, affeden için de içsel büyüme sürecine katkı sağladığı aşikârdır. Affetmek, her ne kadar zor olsa da, en çok affedeni özgürleştirir. Affedenin hayata dair kıymetli enerjisini öfke ve suçlamayla harcamamasına yardımcı olur.
Affetmeye vesile olan temel unsurlar empati yeteneği ve merhamettir. Empati kurabilmek, hatayı yapan kişinin hatasına bir bahane üretmeksizin neden o hatayı yaptığını, hangi şartların bu hatayı meydana getirdiğini, hatayı yapan kişinin bu hatayı neden yapmış olabileceğine dair kişisel hikâyesini anlayabilmek, affetmeyi kolaylaştıran öğelerden biridir. Merhamet ve şefkat besleyebilme kapasitesi de affetmeyi kolaylaştıran unsurlardandır ve yine bazı içsel çalışmalarla çoğaltılabilir. Şefkat beslemeyi öğrendiğimizde karşımızdakinin hata yapabilen aciz bir insan olduğunu kabul ederek onu bağışlamak konusunda daha kolay harekete geçebiliriz.
Peki bir kişi kendisine yapılan tüm hataları her koşulda affetmeli midir? Elbette bu sorunun cevabı “hayır”. Hepimizin geçilemez kırmızı çizgileri ve vazgeçilemez değerleri vardır. Eğer ki affetmek, bu değerlerden taviz vermemizi gerektiriyorsa veya karşımızdakinin bize karşı hatasını tekrar etmesi suretiyle sınırlarımızı işgal için davetiye çıkarıyorsa affetmenin hatayı yapana dahi faydadan çok zararı olabilir.
Zira seçimlerimizin sonuçları vardır ve zaman zaman bu sonuçlarla yüzleşmek hepimiz için öğretici deneyimlere vesile olacaktır. Bazılarımız için affetmenin diğerlerine nazaran daha zor olduğundan bahsetmiştik. Bu durumda içimize dönüp affetmenin kendisiyle olan ilişkimize bakmakta fayda vardır. Affetmek, benim için ne demek? Kendimi ve başkalarını affetmekle ilgili düşüncelerim neler? Bir hata yaptığımda kendime nasıl davranırım? Peki, benim büyüme çağımda ebeveynlerimin affetmekle arası nasıldı? Bir hata yaptığımda bana nasıl davranıldı? En ufak hatamda cezalandırıldım mı? Bedelini ödememe rağmen hatalarım yüzüme vurulmaya devam mı edildi? Yoksa hatalarım konusunda şefkatli ve bağışlayıcı ellerde mi büyüdüm? Ya da hatalarım yok sayıldı ve yaptıklarımın başkaları üzerindeki etkisini görmeden bedel ödemeksizin mi büyütüldüm?
Bu gibi sorularla kendi geçmişimize doğru yol alarak affetmenin kişisel hikâyemizde nasıl anlam bulduğuna ışık tutabiliriz.
Affetmekle ilgili zorluk yaşatan kişilik özelliklerinden biri de mükemmeliyetçiliktir. Mükemmeliyetçi kişiler kendilerinden ve başkalarından yüksek beklenti içerisindedir ve bu beklentiler fazla esneme payı içermez. Hem kendilerinden hem de başkalarından bekledikleri üstün performans, hata yapmayı insani değil lüks olarak gösterir, dolayısıyla mükemmeliyetçi kişilerin affediciliği zayıftır. Bu durumun en yıkıcı etkisi başta kendileriyle ilişkilerinde görülür. Bir hata yaptıklarında zihinlerinde bu hatalı davranışı uzun süre çevirirler ve aradan uzun zaman geçse bile kendilerine karşı kızgınlıkları bitmez. Öz şefkat bu durumun panzehiridir.
Af dileyen kişi için affa giden yolun temel unsurları vardır. Kişinin yaptığı hatayı samimiyetle kabul etmesi ve bundan ötürü pişmanlık hissetmesi, yaptığı hatanın başkaları üzerindeki etkilerini itiraf etmesi, bu etkilenen kişilerin nasıl duygular hissettiğini fark etmesi ve dile getirmesi, bir sonraki sefere bu hatayı yapmamak için hangi önlemleri alacağı ve hangi davranışları değiştireceğini ifade etmesi affedilmesini kolaylaştırıcı etkenlerdir. Affeden kişinin de başına gelen bu olayla ilgili duygularını anlamlandırması ve sürecin getirdiği duyguları yaşamaya izin vermesi, affetmenin olayı örtbas etmek veya bastırmaktan öteye geçmesine yardımcı olur. Affetmenin ahlakı da göz önünde bulundurulmalıdır. Sözde bir affedilişle yapılan hatanın tabiri caizse affeden kişinin zaman zaman hatayı yapan kişinin canını acıtmak için cephanesinden çıkardığı bir silah olmaktan öteye geçmesi için affedişin de ahlaklı olanı gereklidir.
Affetmek bir anda olmayabilir zira affetmek içsel bir süreçtir. Bazen uzun, bazen kısa bir süre isteyebilir. İnsan affettiğinde de affetmediğinde de bir seçim yapar ve her seçimin sonuçları olduğu gibi bunun da sonuçları vardır. Neyi seçtiğimizin farkında olmak, süreçte duygularımıza izin vermek önemlidir ve unutmamak gerekir ki affetmek, en çok kişinin kendisine verdiği bir hediyedir.
Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
FETVALAR BÖLÜMÜ
(MİRAS VE VASİYYET)
1-Haram yollarla elde edilen malın miras bırakılması durumunda bu para cami, köprü gibi hayır işlerine sarf edilebilir mi?
İslâm dini kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini helâl yollardan elde etmelerini ister. Buna rağmen bir kişi malını haram yoldan kazanmışsa, öldüğünde varisleri bu malın sahibini aramalı; sahibini bulduklarında bu malı kendisine vermelidirler. Şayet bu malın sahibini bulamazlarsa onu hayır işlerine harcamalıdırlar (Serahsî, el-Mebsût, XII, 306; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râık, VIII, 229; Fetâvây-ı Hindiyye, III, 210).
2-Borçlu olarak ölen kimsenin borcu nasıl ödenir?
Borçlar, Allah’a karşı borçlar, kullara karşı borçlar olmak üzere iki kısma ayrılır. Bir kimse, üzerinde mesela oruç borcu olduğu halde vefat etmek üzere olup bu oruçlarını kaza etmekten aciz kalmış ise, bu Allah’a karşı bir borçtur. Oruç borcunun fidye verilerek ödenmesi için velisine vasiyet etmelidir (Merğinânî, el-Hidâye, I, 127). Zekât, keffaret gibi borçları için de vasiyet ederse varisleri bunu terikenin üçte birinden yerine getirmek zorundadırlar. Vasiyet etmemesi halinde ise varisler dilerlerse onun borcunu ödeyebilirler (Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik, Bulak 1313, VI, 230).
Kullara ait olan borçlara gelince, Hz. Peygamber (s.a.s.) borçların ödenmesinin önemini hadislerinde ifade etmiştir (Nesâî, Buyû’, 98). Hz. Peygamber (s.a.s.) kişinin ödeyecek mal bırakmadan, borçlu olduğu halde Allah’ın karşısına çıkmasını günah olarak nitelemiş (Ebû Dâvûd, Büyu’, 9); ölen kişinin ruhunun, zimmetindeki borç ödeninceye kadar borçluluğundan dolayı beklemede kalacağını bildirmiş (İbn Mâce, Sadakât, 12); ölünün borçlarının ödenmesini sağlamak için borcu varsa ödenmeden cenaze namazını kıldırmamıştır (Müslim, Ferâiz, 14; Nesâî, Cenâiz, 67). Zira dinimizde insanların kul haklarına saygılı olması emredilmiş; kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilen affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Veda Hutbesinde Rasûlüllah (s.a.s.): “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır. )” (Buharî, Hac, 132) buyurmuştur. Bu yüzden ölen kişinin borçları varsa, techiz ve tekfinden sonra kalan malının tamamından borçları ödenir. Kur’an’da borçların varislerin payına olan önceliği “Bu (paylaştırma ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” (Nisa, 4/11) ayetiyle belirtilmiştir (Mevsılî, el-İhtiyâr, V, 85-86). Terike borçların tamamını ödemeye yetmiyorsa, bu terikenin tamamı borçlar oranında alacaklılara bölüştürülür.
3- Ölünün terikesindeki haklar nelerdir?
Vefat eden kişinin önce techiz ve tekfini (cenazenin kaldırılması, kefenlenmesi) yapılır. Techiz ve tekfinden sonra kalan malının tamamından ölünün borçları ödenir. Kur’an’da “Bu (paylaştırma ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır.” (Nisa 4/11) buyrulmuştur. Bu yüzden borç ve vasiyet, mirasçıların payından önce gelir.
Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.)’in borcu, vasiyete öncelediği rivayet edilmiştir (Müslim, Ferâiz, 14; Nesâî, Cenâiz, 67). Borçlar ödendikten sonra ölünün malının varsa üçte birinden fazla olmamak kaydıyla, vasiyetleri yerine getirilir. Sonra kalan mal, varisler arasında taksim edilir (Mevsılî, el-İhtiyâr, V, 85-86).
Kaynak: Dib Yayınları
Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.