Bir ara Medine"ye doktor iki kardeş gelmişti. O sırada sahâbeden biri okla yaralanmıştı. Allah Resûlü (sav), yaralının yakınlarına, “Onu tedavi edecek birini bulun!” talimatını verdi. Bunun üzerine tabip iki kardeş getirildi. Hz. Peygamber, “Neşterle tedavi edin.” buyurdu. Tabipler, “Biz câhiliye döneminde bu tür tedavi yapardık; İslâm"da da aynı tedavi var mı?” diye merakla sordular. “Tedavi edin.” emrini verdi Hz. Peygamber (sav). Doktorlar hemen işe koyulup, okun battığı yeri yardılar. İlk müdahalenin ardından sağlığına kavuşuncaya kadar yaralı sahâbîyi tedaviye devam ettiler. İslâm"ı tebliğ ederken, “kalplerin tabibi” olarak insanların ebedî mutlulukları için çırpınan Allah Resûlü, onların beden sağlıkları için de ciddi gayret sarf etmiştir. İnsanın bütün hayatî faaliyetlerini etkileyen sağlık kadar hastalık da hayatın bir gerçeğidir. Bunun bilincinde olan Hz. Peygamber, “Allah, gönderdiği bir hastalığın kesinlikle şifasını da göndermiştir.”demiştir. Hz. Peygamber, ashâbına sağlığın kıymetini bilmelerini, sağlıklarını korumalarını ve hastalandıkları zaman tedavi olmalarını tavsiye etmiştir. Söz gelimi ashâbdan Üsâme b. Şerîk bu uyarılardan birine nasıl şahit olduğunu şöyle anlatır: “Peygamber"in (sav) yanına varmıştım. Ashâbı onun yanında sanki başlarının üzerinde bir kuş varmış gibi (saygı içinde, sessiz ve hareketsiz) durmaktaydılar. Selâm verip oturdum. Bu arada çeşitli bölgelerden bedevîler geldi. "Ey Allah"ın Resûlü, tedavi olabilir miyiz?" diye sordular. Hz. Peygamber de, "Tedavi olun. Çünkü Yüce Allah, her hastalıkla birlikte şifasını da yaratmıştır. Ancak bir hastalık müstesna; o da ihtiyarlıktır." buyurdu.” Allah Resûlü, engin tecrübesini, zekasını, yılların birikimini ve aldığı vahyi mükemmel bir şekilde bütünleştirmiş, insanların hastalıkları için ümit kaynağı olmuştur. Öncelikle tedavinin meşruiyetini anlatmış, tevekkül inancı ile çelişmeyeceğini ifade etmiştir. Okuyarak yapılan tedavilerin, kullanılan ilaçların ve her türlü korunma tedbirinin Allah"ın kaderinden bir şeyi önleyip önleyemeyeceğini soranlara, “O da Allah"ın kaderindendir.” buyurmuştur. Zira Allah, insanların
içinde hastaların bulunacağını, buna rağmen bir kısmının Allah"ın lütfunu aramak üzere yeryüzünde yollara düşeceklerini, bazılarının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildiğini, yani takdir ettiğini haber vermiştir. Tarih boyunca var olan tabiplik mesleği, Hz. Peygamber döneminde de bilinmekteydi. Sahâbe içinde hem erkeklerden hem de hanımlardan maharetli doktorlar vardı. Nitekim Hz. Ebû Bekir"in kızı Esmâ ve Şifâ bnt. Abdullah, o dönemde hekimlik yapan hanımlardan ikisidir. Hz. Peygamber, ashâbını tıp bilgisini öğrenme noktasında teşvik ettiği
gibi hastalıklarının tedavisinde de hekimlere yönlendirmiştir. Bilinçsizce yapılan müdaheleden uzak durulmasını isteyen Peygamberimiz, bir defasında ihtilâm olan yaralı bir adamın, temizlenmek için mutlaka gusletmesi gerektiğini söyleyenler yüzünden yıkanması ve ölmesi üzerine şu şekilde serzenişte bulunmuştur: “Onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün! Cehaletin şifası sormak değil miydi?” Bu bağlamda ehil olmayan kişileri, hayatî kararlar gerektiren bu mesleğin alanına
girmemeleri hususunda uyaran Hz. Peygamber (sav), “Tıbbî bilgisi olmayan bir kimse doktorluk
yapmaya kalkar ve zarar verirse bunu tazmin eder.” buyurmuştur. O, hekimlik mesleğinin
ciddiyetine uygun bir disiplin getirmiş, kan aldırdığında bu işlemi gerçekleştiren kişinin ücretini
ödemiş, böylece hekimlik yapanların emeklerinin karşılıksız kalmaması gerektiği konusunda örnek
olmuştur. Hz. Peygamber (sav) tedavi olmanın gerekliliğinden bahsetmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkilerden oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta tedavi maksadıyla ilaç kullanmanın önemli bir yeri vardır. İlaçlı tedavi Hz. Peygamber"in pek çok uygulamasına konu olmuş, sözlü mesajına da yansımıştır. O (sav), “Tedavi olduğunuz şeylerin en iyisi buruna damlatılan ilaç, ağza yapılan gargara, kan aldırmak ve müshildir.” buyurmuştur.Yine bir vesile ile “Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti, kan alma aletinin vuruşu ve ateş ile dağlama. Fakat ümmetime ateş ile dağlamayı yasaklıyorum.” açıklamasını yapmıştır.
Hz. Peygamber döneminde bilinen ve yaygın olan hastalıkların başında taun (veba)
gelmektedir. Dönemin bulaşıcı, öldürücü ve salgın hastalıklarının ortak adıdır veba. En çok
korkulan hastalıklardan biri olan humma genel olarak bütün ateşli hastalıklara, özel olarak da
sıtmaya verilen bir isimdir. Cüzzam ve alazlama da o dönemde mevcut olan ve bilinen hastalıklar
arasındadır.
Resûlullah bu hastalıklarla ilgili olarak çeşitli uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Hz. Peygamber zamanında çeşitli sebeplerle, özellikle savaşta kılıç, ok gibi silahlarla
yaralanmalar çok fazla idi. Bu tür yaraların tedavileri için farklı yöntemler uygulanmıştı. Yaradaki
kanın temizlenmesi suretiyle bir nevi pansuman yapılıyor, yıkanan yaranın üzerine, yakılan bir hasır
parçasının külü basılıyordu. Bu tedavi şekli bizzat Hz. Peygamber"eUhud Savaşı"nda aldığı yara nedeniyle uygulanmıştı. Benzer şekilde yaralanmalarda kına ile tedavi de yaygındı. O dönemde sağlık açısından gerekli olan estetik operasyonlara izin verilmiş, kesilen organların yerine madenî organ yapılmasına müsaade edildiği gibi bunun en sağlıklı yoldan kaliteli malzemeyle yapılması önerilmiştir. Nitekim Afrece b. Es"ad"ın câhiliye dönemindeki Külâb Savaşı"nda burnu kesilmiş ve kendisi, yerine gümüşten bir burun yaptırmıştı. Ancak burnu zamanla koku yapmış ve rahatsızlık vermişti. Bunun üzerine Allah Resûlü Afrece"ye daha kaliteli bir malzeme olan altından burun yaptırmasını tavsiye etmişti. Hz. Peygamber döneminde tedavi maksatlı ameliyat yapıldığı da anlaşılmaktadır. Dönemin
önemli bir tedavi şekli ise dağlamaktır.Resûlullah bu tedavi yöntemini çok sık olmasa da kullanmış fakat bundan pek hoşlanmadığını ifade etmiştir. Kan aldırmayı, sağlığı koruma amaçlı olarak tavsiye etmiş ve kendisi de hacamat yaptırmıştır. Tedavi sürecinde hastanın psikolojisini de dikkate alan Hz. Peygamber, “Hastalarınızı yemeğe zorlamayın. Allah onları yedirir ve içirir.” buyurarak bu tür konularda hastaya ısrarcı davranılmamasını ve sıkıntı verilmemesini istemiştir. Kendisi de hastalığı zamanında ağzına zorla ilaç dökülmesinden rahatsız olmuş ve yanındakilere buna son vermelerini işaret etmiştir. Allah Resûlü, hasta ziyaretinde hastaya hâl hatır sormanın yanında canının istediği bir şey olup olmadığını
sorma konusunda da oldukça hassas davranmıştır. Sevdiği ve o an için yemeyi arzuladığı bir şey varsa onu temin etmeye çalışarak hastanın gönlünü hoş tutmaya ve moralini yükseltmeye gayret etmiştir. “Sizden biri, hastası bir şey yemeyi çok arzuladığı zaman hastasına ondan yedirsin.” buyurması bu hassasiyetini ifade etmektedir. Zira beslenme ve moral, hastalıkların tedavisinde göz ardı edilemeyecek bir öneme sahiptir. Diğer yandan tatlı söz ve iyi davranışların hastaların gönlünü hoş etmeye yardımcı olduğu ve tedavide önemi tartışılmaz olan moral takviyesini sağladığı kesindir. Gerek psikolojik gerekse fiziksel rahatsızlıkların tedavisinde inanç ve moralin tesiri göz ardı edilemez bir gerçektir. Tedavi yöntemleri arasında dua ve Kur"an"a önemli bir yer ayıran Allah Resûlü"nün Kur"an"ı şifa olarak nitelemesi ve “İlaçların hayırlısı Kur"an"dır.” buyurması dikkat çekicidir. Nitekim bizzat kendi rahatsızlığında da Kur"an okumuş, tedavi amaçlı olarak Kur"an okunmasını onaylamış ve tavsiye etmiştir. Karın ağrısı çeken bir sahâbîye namaz kılmayı tavsiye etmesi de mânevî yönden tedaviyi desteklemek bağlamında değerlendirilmelidir.
Dua, hastalıklardan korunmada olduğu gibi hastalıkların tedavisinde de Hz. Peygamber tarafından tavsiye edilen bir şifa vesilesidir.Resûlullah"ın bir hasta ziyaretinde okuduğu güzel dualardan birisi şudur: “Ey insanların Rabbi! Rahatsızlığı gider! Şifa veren sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki ardında hiç hastalık izi bırakmasın.” Ağrı veya acı çeken hastalar için de dua eden Hz. Peygamber, çeşitli ağrı ve acılar için bazı özel dualar öğretmiştir.“Nazar değmesi gerçektir.” buyurmuş, göz değmesi durumunda okuyarak Allah"a sığınmayı tavsiye etmiştir.
Diğer taraftan her türlü zehirlenmeye, nazara, hatta bazı çıbanlara karşı rukye ile
yani okuyarak tedavi olmaya izin vermiştir.Nitekim günümüz tıbbı da bazı hastalıklarda ilaçla
birlikte, telkin ve terapi yöntemi uygulamaktadır. Allah Resûlü"nün tıbbî öğütleri arasında tedavi amaçlı bazı kısıtlamalar da söz konusudur. Nüşre denilen efsunlama yoluyla tedaviyi yasaklayıp bunu şeytan işi olarak nitelemiş, zehir türünde bir ilaçla şifa bulma çabasını yasaklamıştır. Huzurunda, kurbağanın ilaç olarak kullanılabileceğinden bahsedildiğinde ise onun öldürülmesine müsaade etmemiştir.
Bazı kimselerin, şarabı tedavi amaçlı kullanmak için kendisine ısrar etmelerine rağmen bunu kabul etmemiş ve “O, şifa olamaz; ancak hastalık olur!” diyerek nehyetmiştir. Yemenli sahâbî Tarık b. Süveyd, Peygamber Efendimize içki imalatı ile ilgili soru sorduğunda Efendimiz ona şarabın yasak olduğunu söylemiştir. Tarık, “Ben içkiyi ilaç yapımında kullanmak için yapıyorum.” dediğinde
ise Efendimiz, “O, şifa değil, bilakis hastalıktır.” buyurmuştur.Yine, “Allah, hastalığı da şifayı
da gönderdi ve her hastalık için bir şifa var etti. Tedavi olun, fakat haramla tedavi olmayın.”
buyurmasından da tüketilmesi haram olan maddelerle tedavi olmanın caiz olmadığı anlaşılmaktadır.
Ancak Allah Resûlü erkeklere ipek giymeyi yasakladığı hâlde,cilt hastalığı dolayısıyla bazı
sahâbîlerin ipek kullanmasına izin vermiştir.Bu durumda Allah Resûlü"nün haram maddelerle
tedavi olmanın yasak olduğuna dair hadisleri, istifade edilebilecek farklı ilaçların bulunduğu
durumlar için söylediği, haram olan maddelerle tedavi durumunun ise farklı bir tedavi imkânı
bulunmadığı durumlar için söz konusu olduğu söylenebilir. Aksi takdirde helâl ve haram konusunda hassas olan ilk dönem Müslümanlarının haram maddelerle tedavi olmalarını anlamak zor olacaktır.
Ancak günümüzde ilaç yapımında kullanılan maddelerin çok değişik şekillerde karıştırılıp zararlı maddelerden arındırılması ve sağlık açısından zararsız hâle getirilmesi, konuyu daha kolay yorumlamamıza imkân vermektedir.
Hastalıkların, tecrübe ve bilimsel yollarla usulüne uygun biçimde tedavi edilmesi noktasında
tavsiye ve teşviklerde bulunan Allah Resûlü “Her derdin bir devası vardır. Derdin devasında isabet edilebilirse Yüce Allah"ın izniyle düzelir.” buyurarak hastalığın sebebini tespit edip gerekeni yaptıktan sonra şifayı Allah"ın vereceğini öğretmiştir. Zira Şâfî olan ve derdi de dermanını da yaratan O"dur. Resûlullah O"nun Yüce Kitabı"nı okuyarak, O"nun güzel isimlerini ve sıfatlarını sıralayarak O"ndan medet ummayı salık vermiştir. Peygamberimiz, içerisinde İslâm inancıyla uyuşmayan unsurların bulunduğu, eski kültürlerden kalma yöntemlere yönelmeyi ve anlamsız ifadelerle Allah"tan başka mânevî güçlerden şifa dilemeyi yasaklamıştır.
Hz. Peygamber"in tedavi yöntemleri, şifa olduğunu belirttiği ve o devirde ilaç olarak
kullanılan yiyeceklerle ilgili ifadeleri, elbette tedavide tek çözüm değildir. Örneğin acve türü
hurmayı yiyen kimseye zehrin bile zarar veremeyeceğine dair ifadeler, acvenin değerini vurgulama amaçlıdır. Benzer şekilde Hz. Peygamber (sav), başından ve iki omuzu arasından kan aldırmış ve alınan kana işaret ederek, “Kim şu kanları akıtırsa artık başka bir hastalık için bir başka yolla tedavi olmaması ona zarar vermez.” buyurmuştur. Bu tarz edebî üslûp ve ifadeler, günümüzde dile getirdiğimiz, “Güneş giren eve doktor girmez.” veya “Sarımsak, ecza deposudur.” gibi sözlerle benzer maksat ve anlamlar taşımaktadır. Dolayısıyla bunların, devrin tıp ve tedavi kültürü içinde değerlendirilmeleri daha gerçekçi olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber"in tedavi ve ilaç konusundaki tavsiyeleri, bunların tek başlarına her türlü derdin devası olduklarına değil, tedavi olma yöntemlerinin belli başlılarından sayılabileceklerine işaret etmektedir.
Nebevî tıpta dile getirilen o güne has tedavi yöntem ve araçlarının zaman içinde
geliştirilmesi ve modern tekniklerin kullanılması sünnetin ruhuna ters değildir. Allah Resûlü,
hastalığın menşei ve tedavi yöntemleriyle ilgili halk arasında yaygın olan bâtıl inançların asılsız olduğunu vurgulayarak bunlarla mücadele etmiştir. Meselâ, câhiliye döneminde vücutta kırmızılekeler şeklinde ortaya çıkan humre (alazlama) hastalığına yakalananlara bazen muska benzerişeyler takılarak tedavisi umuluyordu. Ancak Hz. Peygamber, “Kim (kendisini koruması için nazarlık gibi) bazı şeyler takarsa, (Allah"ın himayesinden çıkarak) o taktığı şeyle baş başa bırakılır.” buyurmuş, bütün hastalıkları da deva ve şifaları da yaratanın Allah olduğunu; hastalığın bulaşmasının Allah"ın takdiri dışında bir güçle olmadığını öğretmiştir.
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
GÜNÜN AYETİ:
“Hastalandığımda da O bana şifa verir.” ( Şuara 80)
GÜNÜN HADİSİ:
"Tedavi olun. Çünkü Yüce Allah, her hastalıkla birlikte şifasını da yaratmıştır.
Ancak bir hastalık müstesna; o da ihtiyarlıktır." buyurdu.”
BİR SORU & BİR CEVAP
SORU: Dövme yaptırmak caiz midir.?
CEVAP: Vücuda iğneler batırılıp, açılan deliklere boyalı maddeler konularak yapılan dövme, eski çağlardan beri yapılan bir câhiliye âdeti olup sağlık açısından zararlı olduğu gibi dinen de yasaklanmıştır. Nitekim dikkat çekmek, daha güzel görünmek amacıyla yaratılıştan gelen özelliklerin değiştirilmesi İslâm dininde, fıtratı bozma kabul edilerek yasaklanmıştır (en-Nisâ, 4/119).
Hz. Peygamber (s.a.s.), vücuda dövme yapmak, dişleri incelterek seyrekleştirmek gibi ameliyeleri; yaratılışı değiştirmek, fıtratı bozmak kapsamında değerlendirmiş ve bunu yapanların ve yaptıranların Allah’ın rahmetinden uzak olacağını bildirmiştir (Buhârî, Libâs, 83-87 [5935-5948]; Müslim, Libâs, 120 [2125]). Dolayısıyla dövme yaptırmak caiz değildir (İbn Kudâme, el-Muğnî, 1/70).
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan : Hakkı ŞENER
DİN HİZMETLERİ UZMANI