SORUNLU MU, SORUMLU MU?

MUZAFFER ÇEVEN

‘Sorun’ ya da ‘sormayın’ ikilemi, sormanın (sual etmenin) ve sorgulamanın (isticvabın) yüküyle zaten sorunun ilk adımı… Mesele, mesele olmaktan çıkalı, dert devâ bulamaz hâle geleli, dildeki anlam aşınması dibe vurmuş, tavan yapmış, sıkıntılar arasındaki gelgitlerin karşımıza çıkardığı sarmal büyümüş de büyümüş… Bundan, kim, neden, ne kadar sorunlu ve sorumlu? Meselenin pabucu dama değil de, kaos/kargaşa kuyusuna atılınca; her bir şeyin yerini dolduran sözcük olmuş, sorun ve sorumluluk (mesuliyet)… Hiç gelemediğimiz ya da gidemediğimiz noktada, kendimiz dışında birilerine yapıştırdığımız yaftaya dönüşmüş, ‘sorunlu mu, sorumlu mu?’… Fikir olmayınca, tek sermayesi küfür olan; hem sorunlu hem sorundan beslenen tek sorumlu… Küfrederek, belden aşağı bayağı sözlerle latife yaptığını zanneden, sorumluluktan kaçan gerçek sorunlu…

Sorumluluk; bireyin kendi üzerine düşen görevleri zamanında ve etkili bir şekilde yerine getirme becerisi, toplumsal düzenin ve bireysel başarının temel taşlarından biri… Birey, ekip ya da sistem tarafından sorumluluk yerine getirilmediğinde, her bir şey bireysel ve toplumsal soruna dönüşür... Sorumluluğun gereği yapılmadığında; ihmalkarlık, eksik iletişim, yetersiz kaynaklar, motivasyon eksikliği vb. bahaneler bulmak zor değil… Sorumlu olmayınca, sorun çıkması normal… ‘Sorunlu mu, sorumlu mu?’ olmak bir seçim olmanın ötesinde, sıradan bir soru olamaz… Sorunun çözümsüz olan cevabı; güven kaybıdır, etiketlenmedir (bireylerin, grupların başarısızlık nedeniyle kalıcı olarak ‘sorunlu’ olarak damgalanmasıdır, bireyin ya da grubun motivasyonunun düşmesidir… Sorumluluk eksikliğinin giderilmesi, gerekli bilgi ve becerilere sahip olunması son derece önemli… Bu konuda neler mi yapılmalı? Takım çalışması ve yardımlaşma teşvik edilmeli… Sorunlu olanı suçlamadan önce durumun nedenleri araştırılmalı… Sorumluluklar yerine getirildiğinde, takdir edilmeli… Sorunlu ve sorumlu olmanın sebeplerini ve sonuçlarını dillendiren mihenk taşı sözler: “Bir işin sonunu düşünmeden hareket eden, sıkıntıya düşmekten kurtulamaz. Hakkın karşısında susan, dilsiz şeytandır.” (Hz. Ali)… “Dert insana yol gösterir; yeter ki kulak ver. Her insan kendi rızkını yer, ama her insan kendi yükünü taşımaz.” (Hz Mevlana)… “Bir kötülüğü düzeltme gücün varsa, bu senin sorumluluğundur. Gücün yoksa o kötülüğü kalben reddetmek zorundasın. İnsanın en büyük sorunu, kendini sorgulamayı unutmasıdır.” (İmam Gazali)… “Eğer dikenlerden şikâyet edersen, hiçbir zaman gül toplayamazsın. Herkesin işiyle ilgilenen, kendi işini unutur.” (Şeyh Sadi Şirazi)… “Mal sahibi, mülk sahibi; hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan; var biraz da sen oyalan.” (Yunus Emre)… “Sorunları, onları yarattığımız düşünce düzeyinde çözemezsiniz.” (Albert Einstein)… “İnsan, özgür olmaya mahkûmdur; çünkü bir kez dünyaya fırlatıldıktan sonra yaptığı her şeyden sorumludur.” (Jean-Paul Sartre)… “Hayattan ne beklediğinizi değil, yaşamın sizden ne beklediğini sorun. Cevaplarınızı, sorumluluğunuzda bulacaksınız.” (Viktor E. Frankl)… “Eylemlerinizin sonucundan değil, sadece eylemlerinizden sorumlusunuz.” (Mahatma Gandhi)… “Başkalarının hatalarını düzeltmeden önce kendi hatalarınızı düzeltin.” (Confucius)… “Hiç kimse sizin izniniz olmadan kendinizi aşağı hissettiremez.” (Eleanor Roosevelt)… “Seni üzen şey olaylar değil, olaylara yüklediğin anlamdır.” (Epiktetos)…

Sorun; mesele, konu, zorluk, engel, durum… Sorun; problem, sıkıntı, aksaklık, çözülmesi gereken durum, görev, fırsat alanı… Daha pozitif ve yapıcı bir dil kullanarak, sorunu direkt olarak olumsuz çağrışımlar yapmadan ifade edebilmek gerek… ‘Sorun şu ki...’ yerine, ‘Ele alınması gereken nokta şu ki...’; ‘Bu bir problem olabilir’ yerine, ‘Bu bir çözüm geliştirme fırsatı olabilir.’ diye iletişime geçilebilir… Böylece, sorunlu değil, sorumlu ve bilinçli davranabilir… Bir bireyin sorunlu olması, kendi iç dünyasındaki çözülmemiş meselelerden ya da başkalarıyla olan etkileşimlerindeki uyumsuzluk nedeniyle ilintili bir durum... Sorunlu olan; kendi kendini sabote eder, kendi hedeflerine zarar verir, olumsuz düşünce kalıpları ya da eylemler sergiler… Başkalarını suçlar, kendi sorumluluklarını reddeder, problemler için çevresini ya da başka insanları sorumlu tutar… Empati kuramaz, öfkesini kontrol edemez, kıskançlık vb. duygusal patlamalar yaşar... Hem kendine hem çevresine zarar verir, sosyal ilişkilerde güven vermez… Sorunlarından kaçınır, bunları yok sayar ya da başkalarına yüklemeye çalışır… Sorumlu olan ise, hem kendi davranışlarını hem de bu davranışların başkaları üzerindeki etkileri fark eder ve bu bilinçle hareket eder… Kendi hatalarını kabul eder, düzeltmek için adım atma cesareti gösterir… Empati kurar, çatışma durumlarında uzlaşı arar… Sorumluluklarını bilir ve yerine getirir… Toplumu ve çevresini olumlu etkiler, daha sağlıklı sosyal ilişkiler kurar… Sorunların varlığını kabul eder, çözüme odaklanır ve ders çıkarmaya çalışır… Sorunlu ve sorumlu olma arasındaki ince çizgi, bireyin hayatına hangi ölçüde sahip çıktığıyla ilgili… Sorunlar her bireyin hayatının bir parçası… Sorunlarla başa çıkma tarzımız da, nasıl sorumlu ya da sorunlu bir birey olduğumuzun göstergesi… Dengeli bir hayat İçin, öz farkındalık geliştirmek lâzım… Bunun için; özümüzü, sözümüzü ve davranışlarımızı düzenli olarak değerlendirmek; olumsuz düşünce kalıplarını fark edip bunları düzeltmek; başkalarının perspektifini anlamaya çalışıp, duygusal zekâmızı geliştirmek; hayatın getirdiği zorluklarla başa çıkmak için stratejiler geliştirmek ve sorunlarla karşılaştığımızda, panik yapmak yerine çözüm odaklı bir yaklaşım benimsek lâzım… Bütün mesele, hayatımızın hangi alanında ‘sorunlu’ ya da ‘sorumlu’ olduğumuz konusunda kendimize dürüst olabilmek… Sorunlarımızı görmezden gelemeyiz, onlarla yüzleşip, sorumluluk almalıyız, sormalıyız ve sorgulamalıyız, daha dengeli bir hayatımız olsun istiyorsak eğer…

Sorunlar ve sorumluluklar, hayatın cilvesi… Bunu çok çarpıcı yansıtan, Necip Fazıl Kısakürek’in ve Nazım Hikmet Ran’ın sorun ve sorumluluk üzerine olan yaklaşımları… Necip Fazıl'ın düşünce dünyasında sorunlar ve sorumluluklar, bireyin kendini ve inancını keşfetmesiyle ilişkili… Sorunlar, insanın manevî eksikliklerinden ve dünya hayatının aldatıcı yönlerine kapılmasından kaynaklanır... Bireyin sorumluluğunu ahlâkî, manevî ve ictimaî boyutta ele alır… İnsan, önce kendini ‘insan-ı kâmil’ seviyesine getirmekle yükümlüdür… Sorunların çözümü, bu içsel arınma ve Allah’a teslimiyetle mümkündür… “İnsanı düzelt ki, toplum düzelsin… - Tohum toprağa düşmeden filiz vermez… - Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... Zaman bendedir ve mekân bana emanettir… ‘Mukaddes emaneti ne yaptınız?’ diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik… ‘Kim var?’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan fert fert ‘Ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ‘Benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna sahip bir dâva ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik...” der… Hem bireysel hem toplumsal sorumluluğun altını çizer… Necip Fazıl, dünya hayatının bir imtihan olduğunu ve bu sorunlarla sabır ve tevekkülle mücadele edilmesi gerektiğini vurgular eserlerinde… Nazım Hikmet'in yaklaşımı, daha çok toplumsal ve devrimci bir bakış açısıyla şekillenir… Ona göre sorunlar bireysel değil, sınıfsal ve yapısaldır… Sorumluluk gereği, her birey toplum için mücadele etmelidir ve dayanışma içinde olmalıdır… İnsanın yaşadığı sorunların temelinde adaletsizlik, eşitsizlik ve sömürü düzeni vardır... Birey, bu sorunları görmezden gelerek değil, bunlarla savaşarak insan olmanın gereğini yerine getirmelidir… “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim… - Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey…” (Nazım Hikmet Ran) diyerek, bireyin özgürlüğünün toplumsal dayanışma ile anlam kazanacağını ifade eder… Nazım’ Hikmet’e göre sorunlar, mücadele edilerek aşılır… Devrimci bir duruşla, haksızlıkların üzerine gitmek insanın temel görevidir… Her iki yaklaşım da, sorunlarla nasıl baş edilmesi gerektiği noktasında doğru…

Aslında, sorun (dert) dediğimiz, kim bilir belki de özünde derman… Yeter ki derdi dert etmemeyi öğrenelim… Dert dediğin, eline diken batması… Hiç, dikensiz gül koklanır mı? Asıl dert, alay, küfür ve hakaret etmeyi özgürlük ve espri sanmak… Mizahı, karikatürü hakaret ve küfürle kirletmek… Kadim medeniyet değerlerimizle derdi olanların fikir adına yaptıkları maalesef bu… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz, linki arkadaşlarınızla paylaşıp destek olmanız, olumlu-olumsuz görüşlerinizi, eleştirilerinizi iletmeniz dileğiyle…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.