​​​​​​​SU HAYAT KAYNAĞIMIZ

Cumadan Gönüllere

“Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim, (farklı yapılardaki) topraklara düşen bol yağmura benzer. Bunlardan bazıları temizdir, suyu alır, bol bitki ve ot yetiştirir. Bazıları kuraktır, suyu (yüzeyinde) tutar. Bu sudan insanlar yararlanır; hem kendileri içerler hem de (hayvanlarını) sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir toprak çeşidi de vardır ki dümdüzdür. (Ona da yağmur düşer ama) o ne su tutar ne de bitki yetiştirir. Allah’ın dinini inceden inceye kavrayan, Allah’ın beni kendisiyle gönderdiğinden (hidayet ve ilimden) faydalanan, öğrenen ve öğreten kimse ile (bunları duyduğu vakit kibrinden) başını bile kaldırmayan ve kendisiyle gönderildiğim Allah’ın hidayetini kabul etmeyen kimsenin misali işte böyledir.”

Allah Resûlü’nün dilinde, ilâhî risâletten ve ilimden istifade edenler, temiz ve berrak sudan beslenen verimli topraklara benzetilmişti. Suyun önemi ve tabiatın yaşam kaynağı olduğu öteden beri biliniyordu. Kutlu Nebî, bu hakikatten yararlanarak örnekler veriyor, gerçekleri anlatmaya çalışıyordu. Burada asıl vurgulanmak istenen konu, kuşkusuz ilim ve hidayet idi. Ancak bu gerçeğin zihinlerde iyice yerleşip daha kolay anlaşılabilmesi için su benzetmesini kullanmıştı. Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edildiği üzere, bütün canlılar sudan yaratılmıştır.Tüm mahlûkat, hayatını sürdürebilmek için suya muhtaçtır. İnsanı bir damla sudan yaratan Yüce Allah’ın eşsiz bir nimeti olan su, aynı zamanda insanları temizleyen, arındıran temel unsurdur.Buna göre toprak, bitkiler, diğer canlılar yapılarını muhafaza edebilmeleri için suya ihtiyaç duydukları gibi gereksinimlerinin çoğunu da ancak su vasıtasıyla elde edebilirler. “Toprağı kupkuru ölü gibi görüyorsun ama suyu üzerine indirdik mi bir de bakarsın ki harekete geçip kabarmış ve hem kokusu hem de görünümü güzel, türlü türlü şeyler bitirmeye başlamış.” âyeti de bu gerçeği ifade eder. Bunun yanında âyetlerde suyun tatlı, belirli bir ölçü ve miktar ile yaratılıp yeryüzüne gönderilmesinin ilâhî kudret sayesinde olduğu vurgulanmıştır.“Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile.”,“Söyleyin bakalım, suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akarsu getirir?” âyetleriyle suyun olmaması hâlinde insanların nasıl çaresizlik içine düşeceği gerçeği hatırlatılır. Tarih boyunca medeniyetler su kaynaklarına yakın yerlerde kurulmuş, su kaynaklarının tükendiği yerlerden de hep göç etmişlerdir. Dolayısıyla toplumların varlıklarını sürdürebilmeleri ve refah içerisinde yaşayabilmeleri için suyun çok önemli olduğu anlaşılmaktadır.

Bitki, hayvan ve insanların yapılarını oluşturan hücreler, özelliğini kaybetmemiş temiz suya ihtiyaç duyarlar. Çeşitli şekillerde kirlenen sular bu işlevi yerine getiremez. Dolayısıyla suyun olmadığı mekânlarda hayat olmadığı gibi orada canlılar da yaşayamaz. Suyun var olup da kirletildiği, zehirli maddelerin bulaştırıldığı yerlerde de hayat yok olmaya başlar. Çünkü kirletilen su, var olan hayatı önce tehdit, sonra da yok eder. İstenilen ölçüde temizliğin gerçekleşebilmesi için kullanılabilir temiz suya ihtiyaç duyulur. Dinî vecibelerin yerine getirilebilmesi için de su hayatî önem arz eder. Kur’ân-ı Kerîm’de suyun abdest ve gusül için gerekli olan aslî temizlik aracı olduğu belirtilir. Bunun yanında beden ve mekân temiz-liği için de temiz su gereklidir. Temizliğin imanın yarısı olduğunu söyleyen Peygamberimiz, onun aynı zamanda namazın da anahtarı olduğunu belirtir. Onun dilinde temizlik, hem inancın hem de temel ibadetlerin bir ön şartı olarak nebevî öğretinin temel esasları arasında yerini almıştır. Bu anlamda, “Allah temizdir, temiz olan şeyleri sever.”buyuran Sevgili Peygamberimiz, beden ve çevre temizliği hususunda hassasiyet göstermiş ve bu konuda Müslümanlar arasında temizlik kültürünün oluşmasına öncülük etmiştir. Çünkü insanın bulunduğu çevrede sağlıklı ve nitelikli bir hayat sürdürebilmesi, toplumlar arasında saygın bir yer alabilmesi için temizlik, dolayısıyla temiz su vazgeçilmez bir unsurdur. Hz. Peygamber, suyun temizliği ve ölçülü kullanımı ile ilgili çeşitli tavsiyelerde bulunmuştu. O günkü şartlarda, saklanan suların temiz kal-ması için, “Kapların üzerini örtün, su tulumlarının da ağzını iyice bağlayın.”şeklinde uyarıda bulunuyordu. Değişik kaplar içinde saklanan suların temiz kalması için de, “Biriniz uykudan uyandığında eline iki veya üç defa su dökmeden (yıkamadan) kabın içine daldırmasın.”şeklinde uyarmıştı. İçilebilecek veya kullanılabilecek olan durgun suya küçük abdest bozulmasını kesin bir dille yasaklıyordu.İçme sularının kullanımında da birtakım hususlara dikkat ediliyordu. Kutlu Nebî, “Biriniz su içeceği zaman kabın içine solumasın. Tekrar su içmek istediği takdirde kabı ağzından uzaklaştırıp (soluk alsın) ardından içmeye devam etsin.”buyuruyordu. Allah Resûlü’nün küçük su kabına dökülmeden, büyük kaplardan su içilmesini yasaklaması,köpeklerin içtiği kapların çok iyi yıkanmasını istemesi de bu amaca mâtuf idi.

Sahip olunan suyun ölçülü kullanılıp israf edilmemesi de gerekiyordu. Bunun için Hz. Peygamber, abdest ve gusül için suyun ölçülü kullanılmasını istemiş, uygulamalarıyla da bizzat örnek olmuştur. Hadislerde Hz. Peygamber’in bir litre su ile abdest, üç dört litre su ile gusül aldığının nakledilmesi de onun bu konudaki hassasiyetine işaret etmektedir. Resûlullah’ın abdest azalarını üç defadan fazla yıkamayı haddi aşmak ve zulüm olarak nitelendirmesi de suyun ölçülü ve dengeli kullanımına yöneliktir. Medeniyetlerin inşası, gelişmesi ve devam etmesinde suyun önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber’in abdest bozmak suretiyle su kaynaklarının kirletilmemesini istemesi ve bunu yapanların en büyük cezalardan biri olan lânete müstahak olacaklarını bildirmesi bu konuya verdiği ehemmiyeti göstermektedir. Su kaynaklarının zehirli atıklar, kimyasal maddeler ve çöpler ile çok daha büyük boyutta kirletilmesinin ise dinimizce kesinlikle tasvip edilmeyeceği açıktır. Hz. Peygamber’e o günün şartlarında bazı göl, gölet ve nehir gibi su kaynaklarının temizliği ile ilgili sorular yöneltilince bazen, “Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez.” demiş, bazen de, “Kokusu, tadı ve rengi değişmeyen su kirli değildir.” buyurmuştur. Böylece doğal özelliklerini kaybetmeyen suların temiz olduğuna işaret ederek, insanların ihtiyaçlarına uygun kolaylaştırıcı ölçüler koymuştur. Denizlerde balık tutmakla meşgul olan İbnü’lFârisî adında bir sahâbî bir gün Peygamber Efendimize gelir ve şöyle der: “Yâ Resûlallah, deniz yolculuğuna çıktığımız zaman beraberimizde az su taşırız. Onunla abdest alırsak susuz kalırız. Bu durumda deniz suyundan abdest alabilir miyiz?” Resûlullah (sav), “Onun (denizin) suyu temiz, ölüsü de helâldir.”buyurmuştu.

Peygamber Efendimizin suların temizliği hususundaki tavrını o günkü şartlarda daha çok suyun kokusu, tadı ve rengi belirliyordu. Ancak o, bazı şüpheli durumlarda suyun kullanılmamasını tavsiye ediyordu. Hicretin dokuzuncu yılında, Bizans ordularının Müslümanlara saldıracağı haberini alınca Peygamber Efendimiz düşmanla savaşmaya karar vermiş ve bütün imkânsızlıklara rağmen Şam ve Medine arasında bulunan Tebük yönüne doğru sefere çıkmıştı. Allah Resûlü yolculuk sırasında zaman zaman ashâbını dinlendiriyor, ardından yola devam ediyordu. Dinlendikleri yerlerden biri de Semûd kavminin helâk olduğu Hicr vadisi idi. Sahâbe, aşırı susuzluğun da etkisiyle oraya varır varmaz orada bulunan sulardan

içtiler. Kuyularından aldıkları sularla yemek pişirdiler. Durumu fark eden Allah Resûlü Hicr kuyularından su içmemelerini ve onunla yemek pişirmemelerini emretti. Sahâbîler, “Biz bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk ve su kaplarımızı doldurduk.” dediler. Bunun üzerine Resûlullah onlara bu hamuru atmalarını ve aldıkları suyu da dökmelerini emretti. Bu rivayete ilişkin olarak ashâbının hiçbir şekilde zarar görmesini istemeyen Allah Resûlü’nün helâk olan bir kavimden geriye kalan kuyu sularının onlara maddî ve mânevî olarak zarar verebileceğini düşündüğü yorumu yapılmıştır. Ancak esasen Efendimizin bu yaklaşımında uzun bir süre metruk olan bir mekânda bulunan suyun mahiyetini bilmemesi etkili olmuş olabilir.

Allah Teâlâ, tertemiz ve berrak yağmur damlalarıyla tabiatı yeşertmekte, canlılara hayat vermektedir. Suyun düştüğü yerlere bu şekilde hayat vermesi ne kadar güzel ise bu nimeti kirletmek suretiyle faydasız hâle getirmek de o derecede çirkindir. Bu yüzden nehir, dere, kuyu suları, deniz ve okyanus sularının kirletilmesi insanlığa karşı yapılan bir saygısızlık, hayatın kaynağına karşı bir saldırıdır. Su, temizliğin kaynağı olduğu gibi kirli sular da mikropların ve birçok hastalığın kaynağıdır. Bu açıdan kullanılmadan önce suyun gözle görülen ve görülmeyen bütün zararlı maddelerden arındırılması insan sağlığı açısından önemlidir. Peygamber Efendimizin ilk dönemlerden itibaren temizliği bir gereklilik olarak bildirmesi, onun önemini sıklıkla vurgulaması, temizliğin ana unsuru olan su konusunda ortak bilinç ve hassasiyet oluş-turmuştur. Hadis bilginleri de az veya çok olmasına bakmaksızın renginde, kokusunda ve tadında meydana gelen olumsuz değişikliklerin suyun kirli olarak kabul edilmesini gerektirdiğini ve bu konuda genel bir kabul olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak imkânların gelişmesine paralel olarak su ve temizlik anlayışında sürekli bir gelişme olmuş ve suyun kullanılmasında tıp verilerine başvurulmasının isabetli olacağı vurgulanmıştır.Bilhassa asrımızda kokusu, rengi ve tadı gözle görünür bir şekilde değişmediği hâlde, nükleer sanayi ve kimyasal atıklar nedeniyle bazı göl, nehir, hatta deniz sularının tıbben zararlı hâle geldikleri görülmektedir. Dolayısıyla bu şekilde bilinen suların da kullanılamayacağı açıktır.

Allah Resûlü, su bulmakta zorlananlara su temin etmenin onlara bir hayat bağış-

lamak anlamına geldiğini belirtiyor, güzel ve tatlı suyu insanlara takdim edenlerin Allah katında mükâfatlandırılacakları müjdesini veriyordu. Sahâbeden Sa’d b. Ubâde bir gün Efendimize, “Hangi sadaka(nın verilmesi) daha çok hoşunuza gider?” diye sordu. Peygamberimiz “Su.” ce-vabını verdi.Kutlu Elçi’nin suya verdiği önemi bilen Müslümanlar ilk dönemlerden itibaren insanlara su temin etme yarışı içinde olmuşlardı. Allah Resûlü bir gün özel mülkiyette bulunan Rûme kuyusu için, “Kim bu kuyuyu cennette daha hayırlısını elde etmek üzere satın alarak insanlara vakfetmek ister?”buyurunca, Hz. Osman o kuyuyu alarak vakfetmişti.

Yüce Allah’ın Rahmân ve Rahîm vasıflarının tecellisi olarak görülen yağmurun yine bu vasfı hatırlatan “rahmet” olarak nitelendirilmesi de inananların bu konudaki hassasiyetini göstermektedir. Peygamber Efendimiz, insanlara içimi hoş, tadı güzel su içmelerini, temiz su kullanmalarını, temiz suyun olmadığı yerlerde bu imkânların oluşturulması için çaba göstermelerini, kullanılan suyun temiz kalmasına dikkat etmelerini tavsiye ederek zihinlerde temiz su düşüncesi oluşturmuş, tarih boyunca Müslümanların bu konuda hassas olmalarını temin etmiştir. Müslümanlar, faydalananların kimliğine bakmaksızın, geniş bir coğrafyada su hayratları yaparak, Allah’ın rahmetini elde etmeye çalışmışlardır. Allah rızası anlamına gelen “fîsebîlillâh” kavramını sebil olarak kısaltıp çeşmelere isim yapmışlardır. Halk arasında yaygın olarak kullanılan, “Su hayattır.” sözü de, bu nimetin hayatî değerini ifade etmektedir. İnsanlara hayatın güzelliğini hissettiren suyun temin edilmesi o kadar değerli kabul edilmiş ki teşekkür ederken de yine suyun önemini belirten “Su gibi aziz ol!” duasının kullanılması da bu medeniyetin güzelliğinden kaynaklanmaktadır. İnsanlara rahmet olarak indirilen suyun, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber ile özdeşleştirilerek kasidelere konu olması da su medeniyetinin güzel bir tezahürüdür. Ünlü Şair Fuzûlî, Su Kasidesi’nde su ve Nebî’yi (sav) büyük bir ustalıkla zikretmiştir:“Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme Iktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su”(Seçilmiş Ahmed’in yoluna uymuş da suTertemiz yaratılışını göstermiş âleme doğrusu)Su, berraklığı, temizliği, sadeliği, saflığı ile birlikte, temizleyici, güzelleştirici, tazeleyici ve en önemlisi hayat verici olma özellikleri ile insanı hep cezbetmiş ve medeniyetlerin şekillenmesinin temel öğeleri arasında yer almıştır.

İnsanların suyun temizliği, bakımı, dağıtılması için yaptıkları her hizmet aslında bu değere bakış açılarını ve kültür seviyelerini göstermektedir. Tarih boyunca da dünya yüzeyinin ve vücut yapısının önemli bölümünü oluşturan su ile insan arasında fiziksel, kültürel ve sanatsal bakımından ilişki kurulmuş ve bu husus insana ve tabiata bakış açısıyla gelişim göstermiştir. Dolayısıyla insanoğlu, Rabbimizin en büyük nimetlerinden olan suyun kadrini aziz bilmeli, onu israftan ve kirletmekten sakınmalıdır.

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

BİR AYET

“De ki: 'Suyunuz yere batarsa, söyleyin, size kim temiz bir su kaynağı getirebilir?'

(Mülk suresi 30)

BİR HADİS

Bir gün Peygamberimiz (asm), sahabîlerden birinin abdest alırken suyu israf ettiğini görür. “Bu israf nedir?” diye sorar. Bunun üzerine sahabî, “Abdestte israf olur mu?” diye karşılık verir. Peygamberimiz (asm): “Evet, akan bir nehrin kenarında bile olsan, normal bir miktarın üzerinde su kullanman israf olur.” buyurur. (İbni Mace Taharet 38)

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU: Adak kurbanından kimler yiyemez?

CEVAP: Kurban adayan kişinin kurban kesmesi vaciptir. Eğer kişi bu adağı, bir şartın gerçekleşmesine bağlamışsa bu şart gerçekleşince kesmesi gerekir. Adak kurbanının etinden adak sahibi, eşi, usûl ve fürûu (neslinden geldiği ana, baba, dede ve nineleri ile kendi neslinden gelen çocukları ve torunları) yiyemeyeceği gibi bunların dışında kalıp zengin olanlar da yiyemez . Eğer kendisi veya bu sayılanlardan biri yerse, yenilen etin bedelinin yoksullara verilmesi gerekir.

KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı

Hazırlayan : Hakkı ŞENER

Din Hizmetleri Uzmanı

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.