SÜLEYMAN VE KARINCA

AHMET RIFAT SAĞLAM

En sevdiğim ve hayranı olduğum padişahlardan birisi de Kanunu Sultan Süleyman’dır. Tarihçiler onu hep Sultan Süleyman’la kıyas ederler. Malum, kendisine rüzgârın, cinlerin, kuşların, bütün canlıların hâkimiyeti verilen dillere destan bir Süleyman aleyhisselam vardır ki onun saltanatını hazreti Allah kuranı kerimde anlatır. Hatta onun adına bir sure bile vardır.

Kanuni Sultan Süleyman’ı, hep Süleyman aleyhisselama benzetirler. Çünkü birbirlerine benzeyen çok ortak yönleri vardır. Adları aynıdır. İkisi de büyük bir saltanata sahiptir. En yüksek dönemini zira Osmanlı onun devrinde yaşamıştır ve devletin İslamiyet’e en bağlı olduğu devir onun devridir. Cinlere büyük bir mabet yaptıran Süleyman aleyhisselam öldüğünde, cinler işi bırakmasın diye onu günlerce koltuğunda oturtmuşlar cinler de işe devam etmiştir. Kanuni de bir sefer sırasında öldüğünde askerlerin morali bozulmasın diye savaş bitinceye kadar ölümü gizlenmiştir. Daha aralarında birçok benzerliğin olduğu söylenir. Kuranı kerimde Süleyman aleyhisselam ile karınca arasında geçen bir olaydan bahsedilir. Kanuni’nin de bir karınca hikâyesi vardır ki bu yazımız da onu sizlerle paylaşmak istiyorum.

İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi.


O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. işin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.

Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.


Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Kâğıdın üst kısmında Kanunî’nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanunî şöyle diyordu hocasına:

Meyve ağaçlarını sarınca karınca

Günah var mı karıncayı kırınca?

Hocası Ebussuud Efendi soruyu şöyle cevaplıyordu:

Yarın Hakk’ın divanına varınca

Süleyman’dan hakkın alır karınca.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.