Tarih toplumların dikiz aynasıdır.
Tarih toplumların not defteridir.
Tarihten ders alınsaydı, hatalar tekrarlanmazdı sözünü akılda tutmak lazım.
Tarih hazine ise tarihçi de bu işin kuyumcusudur.
Necip Fazıl Üstad’ın dediği gibi… “Dedelerimizden kalan hazine sandığının üstünde oturmuş, dilencilik yaparak yaşıyoruz.” Nasıl bir hazineye sahip olduğumuzun farkında bile değiliz. Allah’ın Kuran’da bahsettiği o gafil kullar gibiyiz. Allah’ın yaratığı harikulade sanat eserlerinin yanından yürüyüp geçiyoruz ama biraz durup tefekkür etmiyoruz. Giden emanetlere sahip çıkamamışız, kalanların da kıymetini bilmiyoruz. Tarihte neyi yitirdiğini bilmeyen tek toplum biziz, şüphesiz. İşin kötüsü artık bilmediğimizi de bilmiyoruz, en kötüsü de celladımıza aşık olmuş bir haldeyiz.
TARİH ŞUURU VE AŞK
01 Ekim 2020’de sevgili hayat arkadaşımı kaybettim. Bu, benim hayatımda beklemediğim bir dönüm noktası oldu. Hayat arkadaşımı büyük bir aşkla seviyordum. Aşk deyince o da kendi arasında sınıflara ayrılıyor. Allah, Peygamber, kitap yani mukaddesat aşkı. Vatan, millet aşkı… Bazılarına göre meslek aşkı da mevzubahis olabilir. Biz de bunlara ilaveten tarih aşkımız var. Tarihi ve tarihçileri seviyorum. Hayatımın vefatından sonra şunu fark etti; benim terapi olmak için sürekli meşguliyet bulmam lazım. Tarihi eserlere yöneldim. Köprü, han, hamam, kervansaray, mezar, türbe vs. konular ilgi alanım oldu. Türkiye’nin yeri zor doldurulacak tarihçilerin eserlerinin çoğunu okumuşumdur. Fakat fiilen canlı olarak tanıştığım tarihçilerle olan diyalogum şu günlerde memnun olduğum önemli konuların başında gelmektedir. Kemal Gurulkan, Mehmet Can Çetin, Hamiyet Bilgili ve Zeliha Koca gibi tarihçilerle güzel icraatımızın olacağına inanıyorum.
Çok önem verdiğim Harmankaya’yı gördük. Abdullah Gazi Mihal’in kabrinde Fatihalar okuduk. İsa Söfi türbesinin ilginç durumunu düşünmeye devam ediyoruz. Daha nice mezar ve türbeler ziyaretgâhımız oldu. Diriliş Ertuğrul ve Kuruluş Osman ile gündeme gelen Karacahisar Kalesi’ni de Bilecik Valimiz Bilâl Şentürk ve Kültür Müdürümüz Serkan Bircan sayesinde zar zor ziyaret ettik. Bunlar hayatımın en güzel olayları arasında yer almaktadır.
Karacahisar Kalesi’ni görmek bazı hususlarda yolumuzu açtı. Evet bu satırları yazdığım gün ÇİMPE KALESİ’ni gezmek nasip oldu. Çok hüzünlendim. Bunun sebebi ÇİMPE KALESİ’nin acıklı durumudur. Her tarafı ot ve kendiliğinden incir vs. ağaçlar sarmış. Yabani dikenler adeta kaleyi gizlemiş. Hiçbir siyasi, hiçbir yerel yönetimci, hiçbir idarece ve idareci ÇİMPE KALESİ’ni aklına getirmemiş. İşin garip tarafı hiçbir tarihçi konuyu kamuoyuna hatırlatmamış. Teessüf ediyorum, esef ediyorum. Halbuki ÇİMPE KALESİ bana göre Sümela, Akdamar gibi yerlerden daha önemlidir. Ben Akdamar veya Sümelâ gibi yerlerin restore edilmesine karşı değilim ama ÇİMPE KALESİ de ihmal edilmemelidir.
Çimpe Kalesi garnizon niteliğinde olan bir kaledir.
Bizanslılar zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Doktor Mehmet Can Çetin Çimpe’nin bir kale olmadıdığını tabya olduğunu söylüyor. 2025 veya 2026 başlarında Çimpe’ye gideceğiz inşallah.
Tarihi kale Orhan bey’in oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından 1454’de fethedilmiştir. Süleyman Paşa, Lâpseki Çardak Kasabasında iki sala bindirdiği 80 yiğit ile fetheylemiştir. Rumeli yakasında alınan ilk kaledir. Avrupa’ya ve İstanbul’un fethine açılan ilk kapıdır. Bu durum az önem mi arz etmektedir. Ehemmiyetine binaen ÇİMPE KALESİ’NE EL ATILMALIDIR.
Ertuğrul Ocağı Derneğimizin tarihçileri Mehmet Can Çetin, Hamiyet Bilgili Çetin ve Akedemisyen Zeliha Koca Hocalarımızla tarihin izlerini sürmeye devam edeceğiz. Doktor Mehmet Can Çetin Hocamızın “ Ertuğrul Ocağında Demiryolu inşası” Kitabını dernek olarak yayınlattık. Zeliha Koca Hoca Hanımın “ Bilecik’in Yakın Tarihi” kitabını arkadaşlar yayına hazırlamaktadır.
Vatan sahtı kazan biz kepçe, karıştırmaya devam edeceğiz. Her gittiğimiz yeri yazsak destan olur.
VESSELAM.