TEKNOLOJİ VE MÜSLÜMAN ÖZNE ÜZERİNE

AİLE KÖŞESİ

Covid-19 pandemisi ile birlikte tüm dünyada insanlar çevrimiçi yaşama alışınca dijital teknolojiyle ilgili birtakım kavramlar popülerleşmeye başladı. Bu kavramlar arasında transhümanizm, posthümanizm, blok zinciri, web 3.0, kripto para, metaverse ve ikinci yaşam öne çıkmaktadır. Söz konusu kavramların her biri aynı zamanda uluslararası literatürde ve Türkçe literatürde temel bir bağlama karşılık gelmektedir. Açıkça her bir kavram etrafında oluşmuş ayrı birer literatürden, birçok kitap, makale ve tez çalışmasından bahsetmek mümkündür.

Transhümanizm, yetkinleştirilmiş, güçlendirilmiş ve iyileştirilmiş insanlık düşüncesi akımının adıdır. Bu düşünce, hastalık, engellilik, yaşlanma ve ölüm gibi biyolojik ve fizyolojik birtakım özelliklerin biyoteknoloji ve nanoteknolojideki yeni gelişmeler yoluyla iyileştirebileceğini taahhüt etmektedir. Böylece insanlığın genç, sağlıklı ve zinde bir bedende sürekli yaşayabilmesi mümkün olabilecektir. Bu fikrin kabul edilip savunulduğu iki tür uzmanlık alanından bahsedilebilir: Birincisi, mühendislik alanı; ikincisi, içerisinde ilahiyat ve sosyal bilimlerin de bulunduğu felsefe alanıdır. Ray Kurzweil birincisinin, Maks More ikincisinin öncüsü olarak kabul edilmektedir. Kurzweil ve diğer mühendisler insanlığa öncelikle barınma, yiyecek ve sağlık sorunlarından hareketle daha genel yaklaşmaktadırlar. Gıda ve barınma sorunu, ancak yeni teknolojilerle çözülebilir. Ayrıca hastalık, dezavantajlılık, yaşlanma ve ölüm sorunları çözülebilirse insanlık ebedî bir barışa kavuşabilir. Bu nedenle teknoloji desteklenmelidir. More ve diğer sosyal bilimciler insanlığa sadece ölüm sorunundan hareketle yaklaşıp, ardından hastalık, dezavantajlılık ve yaşlanmayı ölüm etrafında değerlendirmektedirler. Felsefecilerin yoğunlaştığı konu insanın bilincidir. Onlara göre ölüm iptal edilebilirse insan bilinci büyük bir bulanıklık ve korkudan kurtulabileceği için özgürleşebilecektir. Felsefecilerin içerisinde, Ted Peters gibi ilahiyat kökenli eleştirmenler de bulunmaktadırlar. Peters, transhümanizmin kayda değer olduğunu, ama yaşamın anlamına ilişkin soruna sadece ebedîlikle çözüm bulunamayacağını öne sürerek bu fikrî akımın, dinlere karşı daha öğrenici pozisyonda yaklaşmaları gerektiğini belirtmektedir. Peters’a göre, transhümanizm kendini dinî inançlara açtığında daha fazla gelişebilir.

Posthümanizm, insan merkezci evren ve yaşam tasavvurunun reddedildiği ve bütün varlıkların denkliğinin kabul edildiği felsefi düşüncenin adıdır. Bu düşünce, hastalık, engellilik, yaşlanma ve ölüm gibi biyolojik ve fizyolojik birtakım özelliklerin biyoteknoloji ve nanoteknolojideki yeni gelişmeler yoluyla iyileştirilebilmesinin ardından insanların dönüşeceklerini öne sürmektedir. Bu dönüşüm, insanların kendilerini merkeze koyarak yaptıkları bencil evren ve yaşam tasarımının eleştirilmesi ve reddedilmesini içerecektir. Çünkü insanın kendini merkezde gördüğü evren ve canlılık anlayışı öncelikle bazı insanları diğerlerine düşman edebilmektedir. Toplumsal işbölümü ve iletişim hiyerarşiye dayanmak zorunda değildir. İşbölümü doğal olabilir, iletişim de zorunlu olabilir ama hiyerarşi ve statü var olmak zorunda değildir. Statü ve hiyerarşinin nedeni insanların bencillikleridir. Bu bencilliklerden kurtulmanın yolu öncelikle evrendeki diğer canlılar ve sonra diğer varlıklarla barışmaktan geçmektedir. Bunun için de insanla hayvanın bir ve eşit olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Bunu kabul ettiğinde insan, dil, din, etnisite, renk, ırk, cinsiyet ve statü farklarına dayalı ayrımlardan kurtulabilecektir. Siyah ile beyazın, erkek ile kadının, Doğu ile Batı’nın bir farkı varsa da bu fark insanları üstün veya alçak kılabilecek farklar değillerdir. Bu fikrin kabul edilip savunulduğu iki tür sosyal bilim alanı vardır ki birincisi felsefe, ikincisi ise edebiyat ve tarih gibi sosyal bilimlerdir. Akım ikinci gruptaki düşünürlerle başlamıştır. Fakat günümüzde birinci gruptaki felsefeci düşünürler ile popülerleşmiştir ki bunların önde geleni İtalyan asıllı ve şu anda Hollanda’da Leiden Üniversitesi’nde görev yapan Rosi Braidotti’dir.

Blok zinciri ve web 3.0 birlikte tanıtılabilir. Blok zinciri, merkezsiz bilgi ve görüntü paylaşımının mümkün olabildiği ortak ağ teknolojisinin genel adıdır. Web 3.0 bu ağ teknolojisinin dayandığı ileti ağıdır. Kripto para, banknot paranın yerine üretimi, hesaplanması, taşınması, aktarımı ve gerçek yaşamda dayandığı fayda net olsun diye üretilmiş sembolik bir dijital paradır. Aslında dijital para ile banknot paranın sembolik anlamlar ve işlevler bakımından bir farkları yoktur. Blok zinciri ve web 3.0 ile insanların mahremiyetlerinin gizlenebilmesi, işlem yapan insanların kimliklerinin saklı tutulması, kripto para ile de banka, kâğıt, lojistik ve bankamatik gibi masrafların ve hırsızlık gibi risklerin bertaraf edilmesi amaçlanmaktadır.

Metaverse, dünyanın birbirinden farklı coğrafyalarında yaşayan, biyolojik ve fizyolojik olarak farklı olanaklara sahip bulunan insanların iletişim kurup tanışabilmek, eğitim görüp bilgilenmek, fikir ve değer alışverişinde bulunmak, yatırımlar yapıp reklamlar vermek ve bir araya gelip eğlenebilmek için kullandıkları eşzamanlı sanal yaşam ortamının adıdır. İkinci yaşam literatürü de metaverse ile aynı kapsamda ve ondan önce tasarlanmış bir teknolojidir. Metaverse kendi adıyla bilinecek bir veri tabanını, web 3.0 ve blok zinciri üzerinden kullanmayı taahhüt etmektedir. Avatar adı verilen kopya insanlar veya temsilci modeller ile sanal yaşam ortamında insanlar istedikleri gibi gezinebileceklerdir. İkinci yaşam literatürü, eldeki sosyal medya hesaplarının geliştirilerek 3D formatına dönüştürülebildiği bir ortak sanal yaşam deneyimini taahhüt etmektedir. Metaverse’ün ve ikinci yaşamın amacı, insanların herhangi bir takip, kontrol ve cezalandırılmaya uğramadıkları, serbestiyetçi ve keyfî zaman geçirebilmelerinin önünü açmaktır. Bu arada pandemi koşullarında insanlar çevrimiçi (online) deneyimlere alıştıkları için eğitim, sağlık, ekonomi, politika ve hatta dinin metaverse teknolojisine taşınabileceği beklenmektedir. Nitekim hâlihazırda alışverişi yapılan arsalar, alışveriş merkezleri, binalar ve yolların tamamı birer yatırım konusu niteliğinde iş görebilmektedir.

Transhümanizm ile insan bireylerinin, posthümanizm ile toplumsallaşmanın ve metaverse ile de çevre (ekoloji) ve yaşam alanının (ekosistem) dönüşmesi beklenmektedir. Her üç literatürde de en önemli ayrıntı, bütün bunların enerji, teknolojik altyapı ve ekonomik yeterliliği gerektirmesidir. Hâlihazırda dünyanın büyük bir kısmında bu enerji, teknolojik altyapı ve ekonomik yeterlilik mevcut değildir. Hatta metaverse için bir de boş vakit gerekmektedir ki üretimsiz geçmiş iki yılın ardından gelişen küresel ekonomik kriz sürecinde bazı toplumlar için bu kadar boş vakti hayal edebilmek bile sıra dışıdır. Transhümanistlere göre 2030 yılı, posthümanistlere göre belirsiz bir siborg gelecek tarihi ve metaverse uzmanlarına göre 2045 kritik zamanlardır. Bu yıllarda insanlık büyük bir devrim yaşayacaktır. Bu devrim aynı zamanda tarihî gelişme ve ilerlemenin bir neticesi ve ödülü olacaktır. ABD’de yaşayan Mormonlar gibi bazı dinlerin mensupları bu yeni teknolojik gelişme süreçleri ve literatürleri kabullenmektedirler. Bununla birlikte transhümanistlerin genelinin dinlere ve dindar insanlara olumsuz yaklaştığı, posthümanistlerin genelinin dinlere ve dindar insanlara saygıyla yaklaştıkları ama “emri bilmaruf nehyi anilmünker” seviyesinde din anlatımına karşı çıktıkları ve metaverse uzmanlarının dinlere ve dindarlara oldukça saygıyla ve sempatik yaklaştıkları belirtilebilir.

Müslüman özne açısından teknolojiyle ilgili bu kavramlar ve ilgili literatürlerin değerlendirilmeleri gerekmektedir. Bunun için henüz erken bir zamandır. Çünkü tanıma ve kavrama dönemini yaşıyoruz. Bununla birlikte transhümanistlerin dinî inanç ve yaşayışa gerek olmayacağı yönündeki bazı beklentileri, geçmişte aydınlanmacıların dile getirdiği birtakım iddialarla benzeştiği için bunun İslamiyet açısından kabul edilemez olduğu söylenilebilir. Burada transhümanistlerin insanı yeterince bilmedikleri ve onun manevi ihtiyaçlarına biraz kayıtsız kalabildikleri, dolayısıyla zamanla insanı daha çok tanıdıkça fikirlerinin değişebileceği eklenebilir. Posthümanistlerin fikirleri Müslüman özne için daha sıcak ve sempatik görünmektedir. Çünkü onların yaklaşımları daha eşitlikçidir. Bununla birlikte herhangi bir insanın diğerine kendi doğrusundan bahsedemediği bir dünya tasarımı biraz fazla zorlama varmış izlenimi vermektedir. Elbette kimse kimseye karışmayabilir ama birbirinin iyiliğini istemek her zaman olumsuz sonuçlar doğurmamaktadır. Ayrıca transhümanizm ve posthümanizm insanı sanki duygularından arındırmak niyetindelermiş gibi bir itibar oluşturmaktadırlar. İnsan duygusuz yapamaz. Buna önce psikologların itiraz etmeleri beklenebilir. Posthümanistlerin insanı ve dinleri tanıdıkça fikirlerinin güncellenmeye gereksinim duyduğunu anlayabilmeleri mümkün olabilecektir. Metaverse savunucularının fikirleri tıpkı transhümanistlerinki gibi biraz fantastik görünmektedir. Bununla birlikte metaverse, iş, reklam, eğitim, pazarlama, toplantı ve sohbette yararlı olabilir. Günümüzdeki sosyal medya mecraları nasıl iyi bir amaçla kullanıldıklarında iyi sonuçlara ulaşılabiliyorsa benzeri bir sonuç onların daha gelişmiş bir versiyonu olan metaverse için de söz konusu olabilir. Fakat burada da bir ayrıntı vardır ki metaverse bir yatırımdır ve Müslüman öznelerin ona sadece tüketici kimliğiyle giriş yapmaları, paranın bir tekelde toplanmasına yol açabilir. Ayrıca metaverse denen sanal dünyada mabetlerin bulunması ve buralarda ibadetlerin yapılabilmesi mümkün değildir. Çünkü ibadetler insanların kendilerine emredilmektedir, onların avatarlarına değil. Bununla birlikte eğitim ve öğretim için metaverse’ün yaşam deneyimi sunması çok faydalı olabilir.

Teknolojinin amacı yaşamı kolaylaştırırken kendisine yatırım yapanlara para kazandırmaktır. Bu nedenle onunla ilişkinin takip mesafesinde sürdürülmesinde fayda vardır. Müslüman özne için dünyada tanıdıktan sonra korkulacak bir şey yoktur. Müslüman özne teknolojiyi tanımalı, ondan faydalanırken onu yönetmeyi ve bu arada yan etkilerini de göz ardı etmemeyi bilmelidir. Aslında Müslüman özneye önerilen bu pozisyonun aynısı bütün insan bireyleri ve toplumları içinde geçerlidir.

Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

.

ZİKİR: KATRE-İ HUZUR

Kâinat, Yüce Allah’ı hamd ile tesbih ederken (İsra, 17/44.) niceleri mahlûkatın tesbihlerinde saklı gayeyi anlayamadıkları gibi zikirden uzak bir hayat yaşama konusunda son derece ısrarcıdır. Celal sahibi Yaratıcı’nın imzasını taşıyan evren, Âdemoğluna hizmetçiyken acaba insan neyin hizmetkârlığını yapmaktadır? Nebatat güneşin gelişini haber almış hazır kıta beklerken, hayvanat görevlerine başlamaya hazırlanırken, mahlûkat vazifelerine kaldıkları yerden devam ederken insan çoktan yola çıkmış olmalıdır. Güneş doğmadan evvel güneşin üzerine Müslüman doğmalıdır. Günün hebası, koca bir ömrün zayiatı addedilmeli, bir gün bir ömür, hayırlı bir ömür ise cennetin vesilesi sayılmalıdır.

Hayırlı bir ömür, ancak zikir yoluyla kazanılır. “Bir şeyi anmak, hatırlamak” manasına gelen zikir, dinî literatürde, “Allah’ı anmak ve unutmamak suretiyle gafletten kurtulmak” anlamında kullanılmıştır.

Zikir, yaratıcının buyruklarını her dem yaşamın merkezine koymak, Onunla yaşamak, “İnsanlar ne der?” demeden, Yüce Allah’ın ne diyeceğini dert edinmektir. Zikir, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “Allah’a itaat eden Allah’ı zikretmiş olur.” (Beyhaki, Şuabü’l-İman, I, 452.) sözlerinden hareketle, yaratıcıya itaat etmek, nefsin sonu gelmeyen arzu ve isteklerinden vazgeçmektir. Zikir, tutkularıyla tutuklu kalmaya meyyal insana sınırlarını bildiren nasihatçi, cüzi iradesiyle külli nimetleri elde etmeye muktedir kılındığını hatırlatan bildiridir.

Zikir, sadece dil ile yapılan bir tesbih değildir. Bilakis, sürekli Yüce Allah’ı hatırda tutmak, ilahi gözetim altında olunduğu bilinciyle ömür sürmektir. Zikir, tüm bedenin iştirak ettiği seferberlik hâli, gafletten uzaklaştırırken hakikate yaklaştıran kuvve-i maneviyedir. Yaratıcının en mükerrem eseri, varlık ağacının meyvesi, kâinatın küçük bir misali olan insana hem kendini hem de kendini var edeni hatırlatan not defteridir.

Zikir, her zaman ve zeminde yaratıcıyla birlikte ömür sürmektir. Bundan dolayı gerçek iman erleri, ayakta dururken, otururken ve hatta uyumak gayesiyle uzanırken Yüce Allah’ı gündemlerinde tutabilmişler (Âl-i İmran, 3/191.), ne ticaretleri ne de alışverişleri Allah’ı hatırlamaktan kendilerini alıkoyabilmiştir. (Nur, 24/37.)

Zikir, evlerimize Yüce Allah’ı davet etmektir. Yaradan’ın olmadığı evde huzurun da olmayacağı nasıl muhakkak ise meleklerin duasından mahrum kalmış sinelerin sükûnet bulması da mümkün değildir. Zira zikir, inanan kalbin besini, ruhun sevincidir. (Rad, 13/28.)

Zikir hem müstakil bir ibadet hem de tüm ibadetlerin temelidir. İslam’ın sütunu, gönüllerin süruru, namazın da ana hedefi zikirdir. Hayâsızlık ve kötülükten alıkoyan namaz, Yaradan’ı anmak (Taha, 20/14.), O’nu anmak ise ibadetlerin en ulvisidir. (Ankebut, 29/45.) Nitekim namaz, amellerin en faziletlisi (Buhari, Tevhid, 48.), kulun ahirette hesaba çekileceği ibadetlerin ilkidir. (Nesai, Muharebe, 2.) Namaz, cennetin anahtarı (Tirmizi, Taharet, 1.), dinin direğidir. (Tirmizi, İman, 8/2616.) Namaz, geçmişi hayli eskilere giden bir ibadet (Âl-i İmran, 3/39, 43; İbrahim, 14/40; Taha, 20/14; Meryem, 19/31, 55; Lokman, 31/17.), Kur’an-ı Kerim’de kendilerinden övgüyle bahsedilen müminlerin belirgin özelliğidir. (Müminun, 23/2, 9; Mearic, 70/23.)

Zikir, fikrin mürşid-i kâmilidir. Zikirsiz hayat, yanlışa götüren fikirsiz hayat, fikirsiz hayat ise anlam ve amaçtan yoksun bir hayat ile eşdeğerdir. Bundan olsa gerek, Allah Resulü (s.a.s.), Yaradan’ı zikreden ile zikirden uzak kalmış kimsenin durumunu, diri ile ölünün misaline benzetmiştir. (Buhari, Deavat, 66.)

Zikir, kalpleri dirilten iksirdir. Allah anıldığında yüreği ürperen mümin (Enfal, 8/2.), yine Allah’ı anarak rahatlayacak, huzura erecektir. (Zümer, 39/23.) Aksi durumda kalp, katılaşacak (Zümer, 39/22.), daralacak (Zümer, 39/45.) ve hatta mühürlenecektir. (Bakara, 2/7.) Artık kaskatı kesilen, hissiyat kapıları kilitlenen ve gönül evinde can çekişen kalbin neticesi bellidir: Dünyada Allah’ı unutması neticesinde insan da kendini unutacak (Haşr, 59/19.) ve Allah tarafından ahirette unutulanlardan olacaktır. (Casiye, 45/34.)

Zikir, dilin tesbihine kalbin refakat etmesidir. Modern hayatta kalpleri esir alan her ne varsa silmek, yenilenmektir. Zikir, hidayet yolculuğunda ibre vazifesi gören kalbe takviye kuvvettir. Sahih bilgiyi yanlıştan ayırt etme makamı olan kalbe abdest aldırmak, canlanmak, yeniden yine dirilmektir zikir.

Zikir, kurtuluşun sebebi (Cuma, 62/10.), yaratıcı tarafından anılmanın vesilesidir. (Bakara, 2/152.) Her kim Allah’ı zikrederse Allah da onu zikredecektir. Böylesi mühim bir ibadeti diğer ibadetlerden ayıran husus ise zaman ve zemin ile tahsisinin olmaması, şekil ve sayıyla tahdit edilmemesi, her vakitte ve her yerde, herhâlde ve her surette yapılabilmesidir. Bu özelliğinden dolayı Kur’an, müminlerin sabah akşam (Araf, 7/205.) ve çokça Allah’ı zikretmelerini istemiştir. (Ahzab, 33/41.)

Rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.), Hz. Aişe annemizin ifadeleriyle Yüce Allah’ı çokça zikretmiş (Müslim, Hayız, 117.), dilimizin her daim zikir ile yaş kalmasını dilemiştir. (Tirmizi, Deavat, 4.) Ashaptan Ebu Hureyre bir gün fidan dikerken Allah Resulü yanına gelir ve ne diktiğini sorar. Ebu Hureyre, “Kendim için bir fidan dikiyorum.” deyince Hz. Peygamber (s.a.s.), “Senin için daha hayırlı bir fidan göstereyim mi?” buyurur. Ebu Hureyre’nin, “Göster ey Allah’ın Resulü!” cevabı üzerine Sevgili Peygamberimiz şöyle karşılık verir: “Sübhânellâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhü vellâhü ekber, (Allah’ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim, hamd Allah’adır, O’ndan başka ilah yoktur ve Allah tek büyük olandır.) de. Böyle dersen her kelimeye karşılık cennette senin için bir ağaç dikilir.” (İbn Mace, Edeb, 56.)

Zikir, “Allah’ı bütün noksanlıklardan tenzih etmek”; yapılacak her işi ve söylenecek her kavli Allah’a kulluk bilinciyle yapmak ve söylemektir. “Yalnızca Yaradan’a hamdetmek”; hakiki nimet sahibinin Allah olduğunu unutmadan, ibadetler vasıtasıyla yürekten şükretmektir. “Allah’tan başka ilah olmadığını söylemek”; yaratıcıya ait yüce sıfatları başka hiç kimseye atfetmemek, şirke düşmemektir. Son olarak “Allah’ı tek büyük bilmek”; yaratıcıya sığınmak, emniyet bahşeden iman şemsiyesi altında huzur içerisinde serinlemektir.

Zikir, ilahi vahyin ortak ismidir. (Nahl, 16/43; Enbiya, 21/105.) Vahiy, insanoğluna çokça unuttuğu fıtratını hatırlatmayı hedeflemektedir. Yaratılış gayesine aykırı davranabilme potansiyeline sahip tek varlık insan, şayet yeryüzünün ustabaşısı olmak istiyorsa vahyin çırağı olmakla mükelleftir. Zikir olan vahiy sayesinde dünyevi problemi çözüme kavuşturacak, rahat edecektir. İslam binasının yapı taşı insan, zikirden aldığı ilham ile hayatı yeniden okuyacak, okuması neticesinde kendisine muhtelif rotalar çizecektir.

Zikir, Kur’an-ı Kerim’i okumak, anlamak ve hayata tatbik etmektir. Kur’an, tüm vahiyleri kuşatan zirvedir. Bir diğer adı “zikir” (Enbiya, 21/50.) olan ilahi kelamı hayatlarının kullanım kılavuzu kılanlar yarı yolda kalmayacaklar, çıkmaz sokaklara meyletmeyeceklerdir. Kur’an’ın nuru ile önce özlerini sonra evlerini sonra da işlerini nurlandıracaklar, böylece hayat yolculukları boyunca suni ışık kaynaklarına hiç ihtiyaç duymadan ömürlerini tenvir edeceklerdir.

Zikir, ilim sahibi kimselerin meziyetidir. (Enbiya, 21/7.) İlim, sadece malumatfuruşluk değil mahlûkatın varoluş gayesini derinlemesine idrak, tefekkür ve tedebbür etmektir. Bilinmesi elzem bilgileri bilmek, bu bilgiler yoluyla olayları ve olguları kıraat etmektir. Kur’an’da iki ayette (Rum, 30/22; Fatır, 35/28.) “ulema/âlimler” kelimesinin bu manada kullanılması ayrıca “zikir ehli” ifadesi ile şeriatı bilen ve hatta dinin ahkâmı üzere hayat süren kimselerin kastediliyor olması (Nahl, 16/43.), üzerinde düşünülmesi gereken bir meseledir.

Zikir, en hayırlı kimselerin payesidir. Hayırlı olmanın zeminini teşkil eden zikir, hatırlatıcı müminlerin niteliğidir. Hatıra getirdikleri ise âlemleri yoktan yaratan kudret ve kuvvettir. Bir gün Hz. Peygamber, “Dikkat edin! Size en hayırlınızı bildireyim mi?” diyerek sorar. Ashap, “Evet, bildirin ey Allah’ın Resulü!” deyince Kutlu Elçi (s.a.s) şöyle karşılık verir: “Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah’ı hatırlatan kimselerdir!” (İbn Mace, Zühd, 4.)

Sevgili Peygamberimizin şu duasına yürekten âmin diyerek yazımızı nihayete erdirelim: “Allah’ım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana layık ibadet etmek için bana yardım eyle!” (Ebu Davud, Vitir, 26.)

Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.