VAKIF GELENEĞİMİZ

MUSTAFA TOPAL

Her milletin kendisine mahsus özellikleri vardır. Bunlar övgüye layık, çök imrenilen veya garip karşılanan ya da enteresan oluşları ile o millete has olarak bilinir. Bizim milletimizin bu gün bütün dünyada övgü ile karşılanan bir yönü vardır. O da yardım severliğidir. Müslüman Türklerin tarihin derinliklerinden beri var olan bu özelliği, inandıktan sonra, İslamı’ın yardım çağrısı ve yardımlaşmaya verdiği önem ile bütünleşerek, yardımlaşmanın zirvesi olan vakıf geleneğinin bu günkü ihtişamını insanlığa miras olarak bırakmıştır.

Vakıf, sözlükte bir şeyi “Durdurmak, alıkoymak” manalarına gelir. Dini tarif olarak; “ Geliri insanların menfaatine ait olmak üzere bir mal varlığını Allah’ın mülkü olarak kabul etmek demektir.” Burada bir gayr-i menkul ya da menkul bir varlığı Allah adına insanların menfaatine bağışlamak manası ardır. Dolayısıyla mülkiyeti katiyyen başkasına devredilemez veya bağışlanış maksadının dışında kullanılamaz.

Fıkıh literatüründe bir vakfın caiz olması için, vakıfta bulunan kişinin akıllı ve buluğ çağına erişmiş olması ve vakfın ebedî olması gerekir. Devamlı olmaksızın belirli bir süre için vakıf caiz değildir. Bunun dışında vakfedilen malın gayrimenkul ve değişikliğe uğramayan mal olması gerekir. Ancak menkul olan mal, gayrimenkule bağlı olarak vakfedilebilir veya bunun vakfedilmesinde örf bulunması gerekir. Meselâ, arazi ile birlikte ekip biçmeye yarayan alet ve gereçler vakfedilebilir. Aynı şekilde, vakfedilmesinde örf bulunan, savaş silahı ve eğitim gereçleri ile nakil vasıtaları ve otomobil vakfedilebilir.

Vakfın dinî temelleri Kur'an'a ve Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in hadislerine dayanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de sosyal yardımlaşmayı ve sürekli yardımı emreden ayetler çoktur. Bu ayetler, sürekli yardım ve dayanışma aracı olan vakfı teşvik etmiştir. Sosyal yardımlaşmayı teşvik eden ve ödenmesi mecburî olan "zekât" dışında, gönüllü harcamaları teşvik edip, ancak bunlarla iyi bir Müslüman olunacağını belirten birçok ayet vardır. Mesela: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”(Al-i İmran, 92) ayeti gibi. Bunun dışında Peygamber Efendimizin hadislerinde de vakfa kaynaklık eden pek çok hadis vardır. Hz. Peygamber'in bazı hadisleri vakıf kurmayı teşvik olarak anlaşılmıştır. Bunlardan biri, "İnsan ölünce yapmakta olduğu hayır işleri durur; ancak üç kişi müstesnadır: Sadaka-i cariye (kesilmeyip devam eden hayır) yapanlar, faydalı ilim ve arkalarından dua eden iyi evlât bırakanların sevabı kesilmez, devam eder." (Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul, Sönmez Neşriyat, 1983, c. VIII, s. 184) şeklindedir. Burada geçen sadaka-i cariyeyi en iyi gerçekleştirme yollarından biri olarak vakıf görülmüş, daha sonra kurulan vakıfların birçoğunun vakfiyesinde bu hadis tekrarlanmıştır.

İslâm tarihinde ilk vakfın, Hz. Peygamber tarafından kurulduğu, daha sonra arkadaşları (ashabı)nın da onun yolundan gittiği, birçok sahabinin vakıf kurduğu dile getirilmektedir. (Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuk-u İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, c. IV, s. 304)

İlk vakıf müessesesinin, 625'te bizzat Peygamber Efendimiz tarafından tesis ettirildiğine dair bugün elimizde bilgiler bulunmaktadır. Bu bağlamda, Peygamber Efendimiz Medine'de kendisine ait hurma bahçelerinden bir kısmını vakfederek gelirlerinin İslâm'ın savunulmasında ihtiyaç duyulacak alanlarda sarf edilmesine ayırmıştır. Yine bu gaye için, Fedek hurmalığındaki hissesini, yiyecek ve içecek ihtiyacı bulunacak yolculara tahsis buyurmuştu. Hayber'deki hurma bahçesini ise üçe bölerek gelirlerin birinci bölümünü çoluk-çocuğuna, kalan iki bölümün gelirlerini de Müslümanların faydalanması için ayırmıştı. Bu tespitlerden sonra -aksi yönde ki görüşlere rağmen-diyebiliriz ki, ilk vakıf hareketi peygamber Efendimizle başlamıştır. Hz. Ömer (r.a.)'ın vakıfların tesisi ve vakfiyelerin esasları konusunda ortaya koyduğu gayretlerse kaynaklarda yer almış bulunmaktadır. İslâm'ın ikinci büyük Halifesi Hz. Ömer, Semg (Temg) adlı arazisini vakfetmek isteğiyle Peygamberimize gelmiş ve şu suali kendilerine yöneltmişti. 

- Ya Rasûlellah, ben, nazarımda en güzel ve kıymetli bir hurmalığa sahip bulunmaktayım. Halis kazancımdan bu malımı vafketmek istiyorum" dediğinde, Rasûlüllah Efendimiz: 

- Bu hurmalığın aslını, rakabesini vakfet. Artık o hibe edilmez, varis olunmaz, yalnız onun mahsülü (ihtiyaç içinde olana) infak edilir (yedirilir)" buyurmuştur. Bu söz üzerine Hz. Ömer, burasını hadiste ifade edildiği biçimde vakfetmiştir.

Osmanlı toplumunda birçok toplum hizmeti, kamu kurumlarına gerek kalmadan, vakıflar kanalıyla yürütülmüştür. Külliye, han, hamam, cami, medrese, mektep, kütüphane gibi büyük vakıf kuruluşları yanında taşınabilir mallar da vakfedilerek toplumun ihtiyaçları karşılanmıştır. Meselâ, bazı yerlerde, gelen geçen herkesin yiyebilmesi için yol kenarlarına vakıf olarak, dut ve benzeri meyve ağaçları dikilmiştir. Halkın çeşitli ihtiyaçları da hayırsever kişiler tarafından düşünülmüş ve kitap, tabut, teneşir tahtası, düğün yemeği ve bulgur kaynatma gibi işlerde kullanılan büyük kazanlar gibi menkul (taşınır) mallar da vakfedilmiştir.

Bu meyanda Türkiye Diyanet Vakfı’nı zikretmek gerekmektedir. Bu gün Türkiye Diyanet Vakfı, Pek çok Hayri hizmete öncülük etmektedir. Müftülüklerimizin birçok çalışmasına destek vererek cami, Kur’an kursu, okul, yapımları gerçekleştirdiği gibi yoksul ve muhtaç kişilerin ihtiyaçları ile de ilgilenmektedir.

Bozüyük’te de Müftülüğümüzce yapılan dini ve hayrî hizmetler Türkiye Diyanet Vakfının destekleri ile sürdürülmektedir. Bunda hayırsever Bozüyük halkının destekleri unutulmaz derecede büyüktür. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.