ZAMANIN RUHU

ABDULKADİR İLGEN

Zamana dair eskilerin kullandığı ilginç tanımlamalar vardır. Bunlardan biri zamanın çocuğu, diğeri de zamanın babasıdır. Ben ikisini de severim. Bir de zamanın garibi, ya da eskinin tutkunu vardır.  Bu sonuncular sadece ilk iki tanımlamadan değil, kendi içinde de farklı bir anlam içeriğine sahiptirler.
Zamanın çocuğu derken, sadece yaşadığı zamana âşina olan değil, aynı zamanda o zamana mahkum olan da anlaşılır. Zamana âşina olmak iyidir, bundan daha da iyisi vakti kuşatmaktır. Zamana mahkûmiyet, tutucu muhafazakârlık, ya da statükoyla aynı şeydir.
Zamanın babası olmak, zamana hükmetmek, dahası onu tasarruf edebilmektir. Herkes zamanı tasarruf edemez. Bazılarını zaman tasarruf eder. Bu durumda kişi, zamanın acımasız dişlileri arasında un-ufak olup gider. Zamana hükmendeler ise, onu, daha doğrusu bugünün zamanını aşarak geleceğe yönelir, o yönde mesafe alırlar. Bu gruba girenler zamana âşina, onunla dost, onunla kavgası olmayan kişilerdir.
Zamanın garibi olanlar ise kendi arasında iki gruba ayrılır. Birinciler ölü birer hücre hâline gelmiş dokuları yaşatmaya çalışırken; ikinciler, henüz olmayan, veya hiç olmayacak olanın, ya da oluşmakta olanın peşindedir. Hiç olmayacak olanla, oluşmakta olan çoğu zaman birbiriyle karıştırılabilir.
Zamanın gariplerinden bazıları, oluşmakta olanın habercisidirler. Bütün büyük devrimci şahsiyetler bu gruba girer. Peygamberler, büyük aksiyon ve fikir adamlarını bunlar arasında sayabilirsiniz. Diğerleri ise, bütün zamanların garipleri, hayali bir ana aşık olan, patolojik tiplerdir. Bunlar da, toplumun olumsuz istisnaları arasında yer alırlar.
Bütün bunları anlatmaktaki maksadım, zamanın ruhuna uygun davranışların herkesin yararına olduğunu belirtmek içindir. Zamana dost olamayan bazı dinazorlar, mesela on dokuzuncu asrın pozitivist viraneliğinde dolaşan bazı aymazlar, bu tipin ülkemizdeki en karakteristik temsilcileri olarak her yerde sıklıkla karşınıza çıkabilirler.
Bugün hâla Türk toplumunu ciddiye almayan, ’tarihin bekleme odasındaki’ bir yığın sözde aydın, ironik biçimde kendilerini ’ilerici’ zannedebiliyor. Bunlar sadece zamanın ruhuna değil, kendi toplumlarında da ’yaban’, ’yabani’ ve ’yabancılaşmış’ zavallılardır. Esen rüzgardan hile sezen, her olumsuz gelişmeye, sahici açıklamalar bulmak yerine, hayali komlo teorileriyle izah getiren ’ukala’ tiplerdir.
Bendenizin kendi hesabına bu durumlar için bulduğu basit çözüm, ’kendi gündeminde kalarak’ dem bu demdir, dem bu demdir sözünü şiar edinmektir. Kişi an’ın gereklerini yaparsa, hem geçmişiyle , hem de geleceğiyle pekala uyum içinde olabilir.
İki kavram önemlidir: süreklilik ve değişim. Süreklilik geçmişin birikmini, değişim de, geleceğin enerjisini içerir. Değişerek devam etmek, ya da devam ederek değişmek fikri, benim değişmez parolamdır. Basit ve sade.
Süreklilikte aşırı vurgu, tutuculuk ve statükoyu, değişimdeki aşırı vurgu ise vandalizm ve devrimbazlığı netice verir. Türk toplumunda bunun her ikisine de mebzul miktarda rastlanabilir. Süreklilik ya da değişimin yüceltilmesi ve hatta zaman zaman kutsanma derecesinde öne çıkartılması, en temel hastalıklarımızdan birisidir.
Zamanın makas değiştirdiği anlar, tüm toplumlar için hem fırsat, hem de gerilim anları olarak anlaşılmalıdır. Bunu ıskalayanlar, aslında zamanı değil, kendilerini ıskalamış olurlar. Bu durumda her değişim, kendi aleyhine gelişir. Bu da onları hırçınlaştırır. Geçimsiz, rahatsız ve agresif tiplerin öğrenmeleri gereken şudur: dünyada öfkelenecek şeyler değil, sadece anlaşılacak şeyler vardır. Bizden söylemesi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.