Genç bir adam Hz. Peygamber"e (sav) gelerek, “Ey Allah"ın Resûlü! Zina etmem için bana izin ver!” dedi. Orada bulunan sahâbîler hemen ona dönerek, “Sus, sus!” diyerek konuşmasını engellemeye çalıştılar. Allah Resûlü, gence, “Yaklaş!” dedi. Genç de Resûlullah"a yaklaştı ve yanına oturdu. Aralarında şöyle bir söyleşi geçti:
—Annenle zina edilmesini ister misin?
—Vallahi hayır! Canım sana feda olsun ki hayır, istemem.
—Diğer insanlar da anneleriyle zina edilmesini istemez. Kızınla zina edilmesini ister misin?
—Vallahi hayır, yâ Resûlallah! Canım sana feda olsun ki hayır, istemem.
—Diğer insanlar da kızlarıyla zina edilmesini istemez. Kız kardeşinle zina edilmesini ister misin?”
—Vallahi hayır! Canım sana feda olsun ki hayır, istemem.
—Diğer insanlar da kız kardeşleriyle zina edilmesini istemez. Halanla zina edilmesini ister misin?”
—Vallahi hayır! Canım sana feda olsun ki hayır, istemem.
—Diğer insanlar da halalarıyla zina edilmesini istemez. Teyzenle zina edilmesini ister misin?”
—Vallahi hayır! Canım sana feda olsun ki hayır, istemem.
—Diğer insanlar da teyzeleriyle zina edilmesini istemez.
Bu konuşmanın ardından Allah Resûlü, elini gencin başına koydu ve “Allah"ım, onun günahlarını bağışla, kalbini kötülüklerden temizle ve ırzını/iffetini koru!” diye dua etti.
Bu hadiseyi anlatan râvi şöyle demiştir: “Bundan sonra o genç, bir daha böyle bir şeye yönelmedi.”(İbn Hanbel, V, 257.)
Genç, şehevî arzularının yoğun baskısı altında kalarak Allah Resûlü" nden gayri meşru ilişki için izin istemişti. Onun hissiyatını anlayan Efendimiz onu kınamadan, kırmadan yanına oturtmuş ve ona bazı sorular sorarak, kendi yakınlarına yapılmasını istemediği bir fiili, başkalarına yapmasının ne kadar yanlış olacağını kavratmıştı. Kime, nasıl davranacağını gayet iyi bilen Hz. Peygamber, insanların en çok etkilendiği yakın ilgi ve söyleşi sayesinde o genç ile güzel bir iletişim kurmuş ve onun, büyük günahlardan birisini işlemesine engel olmuştu.
Zinadan uzak durmayı samimi müminlerin vasıfları arasında zikreden Yüce Allah, zina ve benzeri büyük günahları işleyip tevbe etmeyenleri ağır bir azapla tehdit etmiştir. Hz. Peygamber de bu ahlâksız eylemin hem günahı hem de sonuçları bakımından ne derece ciddi olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirmiştir.
Resûlullah İslâm"a yeni giren erkek ve kadınlardan biat yani bağlılık yemini alırken, içtimaî ve siyasî prensipler yanında, zinadan uzak durma şartını da zikretmiştir. Toplumda zinanın yaygınlaşmasını kıyamet alâmetleri arasında sayan Allah Resûlü, “...Ey Muhammed ümmeti! Allah"a yemin ederim ki erkek veya kadın kulunun zina etmesine Allah kadar gazaplanan kimse yoktur...” buyurmuştur.(Buhârî, Küsûf, 2.)
Dinimiz zinanın yanı sıra livata, lezbiyenlik, eşcinsellik vb. sapık ilişkileri de yasaklamıştır. Kur"an"da bu çirkin fiili işleyen Lût"un (as) kavminin durumuna değinilmekte ve sapık ilişkilerinden dolayı nasıl helâk edildikleri anlatılmaktadır. Peygamberimiz de insanın yaratılışına, fıtratına ve doğasına aykırı olan livata konusunda,“Ümmetim için en çok korktuğum şey Lût kavminin işlediği (cürümdür).” (İbn Mâce, Hudûd, 12) buyurmuş ve bu işi yapanı Allah"ın lânetlediğini bildirmiştir. Ayrıca İslâm"da ensest ilişki ve hayvanla cinsel temas gibi her türlü sapkınlık yasaklanmıştır. Bütün bunlar, insan fıtratını ve insan için tabiî olanı koruma, makul ve dengeli bir cinsel hayatı sürdürme, sapıklık ve aşırılıkları önleme ve onlardan sakındırma olarak değerlendirilmelidir.
Gençleri zinadan sakındıran Allah Resûlü, zinadan sakınmaları hâlinde mükâfatlarının cennet olduğunu bildirmiştir. Nefsin arzu ettiği şeyleri yapabilecek imkâna sahip olduğu hâlde, sırf Allah"tan korkarak ve O"nun rızasını kazanmayı umarak bir günahı terk etmenin insana kazandıracağı faziletler ne kadar büyüktür! Bu yüzden, Allah"ın gölgesinden (himayesinden) başka hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı o dehşetli kıyamet günü arşın gölgesi altında gölgelenecek (özel himaye edilecek) yedi sınıf insandan biri de gayri meşru ilişkiye davet edildiği hâlde, “Allah"tan korkarım!” diyen kimse değil midir?(Buhârî, Ezân, 36)
Günahı terk etmek, günaha yaklaşmamak, insanın eline, diline, gözüne ve cinsel isteklerine sahip olmasından geçer. Nitekim Allah Resûlü, insanların cehenneme girmelerine en çok neyin sebep olduğu sorusuna, “Ağızları/dilleri ve cinsel organları.” cevabını vermiştir.(Tirmizî, Birr, 62.) Başka bir hadisinde ise, “Kim bana iki dudağı arasındakini ve iki bacağı arasındakini korumayı garanti ederse, ben de ona cenneti garanti ederim.” (Buhârî, Rikâk, 23.) buyurarak bu iki organı kötülüklerden korumanın önemine işaret etmiş ve bu konuda kendini koruyanları cennetle müjdelemiştir. Durum bu olunca, insanın tüm uzuvlarına sahip çıkmasının gereği ve önemi kendiliğinden anlaşılmaktadır. Eskilerin dediği gibi, eline, diline, beline sahip olmak, hem dünyada hem de âhirette huzura ermek demektir.
Bir gün Peygamber Efendimiz bir arada oturmakta olan muhacirlerin yanına gelerek onlara beş konuda imtihana çekilmelerinden tedirgin olduğunu söylemiş, bunlardan biri olarak da zinanın bir toplumda açıkça yapılacak şekilde yayılması hâlinde orada daha önceleri atalarında hiç görülmemiş hastalık ve salgınların ortaya çıkacağını haber vermiştir.
Nitekim günümüzde çoğunlukla gayri meşru cinsel ilişkiler sebebiyle yaygınlaşan AIDS gibi bazı tehlikeli ve ölümcül hastalıkların gözler önüne serdiği bu gerçek, zinanın zararlarının sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Zira zina, hem bireye hem de topluma geniş ölçüde maddî ve mânevî olarak zarar veren çirkin bir fiildir. Bu ahlâka aykırı davranış, toplumda aile mefhumunun yok olmasına, kurulan nice yuvaların dağılmasına, aile fertleri arasındaki huzurun kaybolmasına, nesebi belli olmayan ve anne baba şefkatinden yoksun problemli çocukların artmasına, buna bağlı olarak çocuğun terbiye ve bakımının yapılamamasına yol açar. Ayrıca zina, toplum düzeninin bozulması, insanlar arasında kin ve nefret duygularının büyümesi, kavga ve cinayetlerin artması, akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık gibi bağların çözülüp toplumun mânevî ve ahlâkî değerlerinin temelden sarsılması, erkek ve kadının saygınlığının azalması ve insanı bedenî zevklerinin esiri yapıp onun aşağılanması gibi zarar ve sıkıntıları ortaya çıkarmaktadır.
İslâm, zararları ve olumsuz etkileri saymakla bitmeyen zina, eşcinsellik vb. cinsel sapkınlıkları önlemeyi; sağlam birey, sağlam toplum inşa etmeyi amaçlamış ve cinsel ihtiyaç, istek ve arzuların giderilme yolunun meşru birliktelik, yani evlilik olduğunu bildirmiştir. İnsanın maddî ve mânevî bütün ihtiyaçlarının makul ve dengeli bir şekilde karşılanması gerektiği ilkesini benimseyen İslâm, belli esaslar koymak suretiyle hem cinsel hayatı korumayı hedeflemiş, hem de insanlık onuruna yakışmayan davranış ve aşırılıkları önlemeyi amaç edinmiştir. Ancak diğer yandan İslâm, cinsel hayattan bütünüyle vazgeçmeyi ve hadımlaşmayı da yasaklamış, bu fıtrî ihtiyacın evlilik yoluyla meşru bir şekilde karşılanmasına onay vermiştir.
Modern zamanlarda ortaya çıkan cinsel serbestlik anlayışı, birçok sapkınlığın ve insan haysiyetine uymayan birlikteliğin yayılmasına, buna bağlı olarak önü alınamayan hastalıkların ve ruhî bunalımların baş göstermesine yol açmıştır. Bu nedenle bu gibi ahlâksızlıkların hızla yaygınlaşmasına vesile olan internet, televizyon, basın ve yayın gibi kitle iletişim araçlarının zararlarından sakınılması, çocuk ve gençlerin zararlı yayınlara karşı eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi önem taşımaktadır.
Beden, Yüce Allah tarafından insana verilmiş bir emanettir. Kişi, Allah"ın kendisine emanet ettiği bedeni, O"nun belirlediği esaslara göre kullanmadığı takdirde hem dünyada hem de âhirette sorumlu olacak, zevk peşinde koşarken huzursuzluk ve maddî mânevî buhranların girdabında kaybolup gidecektir. İnsanı bu nevi olumsuzluklardan koruyacak en önemli faktör, İslâm inancına bağlılık ve dinî, ahlâkî değerlere olan saygıdır. Eğer insan Allah"a karşı saygı ve sorumluluk bilinciyle hareket ederse, bedenî arzu ve duygularını kolayca dizginleyebilecek ve insanlığına yaraşır bir hayat tarzı sürdürebilecektir.
Dinimiz meşru cinsel yaşamın sınırlarını belirlediği gibi, yanlış ve iğrenç davranışlara düşülmemesi için gerekli tedbirleri de almıştır. Bu sebepledir ki İslâm, sadece zinayı yasaklamakla yetinmemiş, zinaya götüren yolları, müstehcenliği, kadın erkek ilişkilerinde ölçüsüzlüğü ve aşırılığı da önlemeye önem vermiştir. Ayrıca kişiye ahlâkî olgunluk ve şahsî sorumluluk yüklemeye, cinsel hayatla ilgili eşler arası birtakım hak ve görevlerden söz ederek aile hayatını koruyup iyileştirmeye özen göstermiştir.
Zinayı çirkin bir iş, kötü bir yol olarak tanımlayan Yüce Allah, “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32.) buyurarak zina fiilinin işlenmesi bir tarafa, ona yaklaşılmasını dahi yasaklamıştır. Hz. Peygamber de zinaya giden yolları kapatmak için, “Gençler! Evlenme imkânı bulanınız evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur. Evlenme imkânı bulamayanlar da oruç tutsun. Çünkü orucun, şehveti kesme özelliği vardır.” (Buhârî, Nikâh, 3) buyurmuştur. Zinayı engelleyen en önemli tedbirlerden biri olan evliliğe dikkat çeken Hz. Peygamber, bu çerçevede gençlerin mümkün olduğunca erken evlendirilmesini istemiş, maddî imkânı olmayanlara yardım edilmesini teşvik etmiş, iffetini korumak için evlenen kimseye Allah"ın yardım edeceği müjdesini vermiştir. Nitekim bu müjde Kur"ân-ı Kerîm"de açıkça okunmaktadır: “Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Nûr, 24/32.) İslâm, kişiyi zinaya götürebilecek tahrik edici unsurları ve ona yaklaştıracak her türlü söz ve davranışı da yasaklanmıştır. Cenâb-ı Hak, hem erkeklere hem de kadınlara, bakılması haram olan yerlere gözlerini dikmemelerini ve iffetlerini korumalarını emretmiştir. Allah Resûlü de (sav), Hz. Ali"nin şahsında ümmetine, “Ey Ali! Bir bakışa ikincisini ekleme! Çünkü ilk bakış (kasıtsız olduğundan) senin için affedilmiştir. Sonraki bakışa ise hakkın yoktur.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42-43) uyarısını yaparak gözlerini namahremden korumalarını istemiştir. Ayrıca cinsel teşhirciliği, şeffaf veya tahrik içeren elbiseler giymeyi, vücudun gösterilmesi haram olan yerlerini göstermeyi de yasaklamıştır.
Yüce Allah, Hz. Peygamber"in hanımlarının şahsında bütün mümin kadınlara yabancı (nikâh düşen) erkeklerle konuşurken kalpte şüphe uyandırmayacak ve karşısındaki kişiyi yanlış anlamaya sürüklemeyecek tarzda olgun ve ağır başlı olmalarını öğütlemiştir. Ziynet yerlerini yabancılara göstermemelerini ve sokağa çıktıklarında örtünmelerini emretmiştir. Allah Resûlü de başkalarının hissedeceği ölçüde koku sürünen kadınların, namaz için —özellikle yatsı namazında— camiye dahi gelmelerini hoş karşılamamış, özellikle başkalarının fark etmesi için koku sürünüp dışarı çıkan kadınlar hakkında ağır ifadeler kullanmıştır.
Zinaya, dedikoduya veya tarafların iffetlerinin zedelenmesine yol açabileceği kaygısıyla Allah Resûlü bir erkeğin, mahremi olmayan bir kadınla baş başa kalmasını uygun bulmamıştır. Zira iffet ve namus lekelendiğinde geri dönüşü ve telâfisi mümkün olmayan bir zarar ortaya çıkmış ve en temel kişilik hakkı ihlâl edilmiş olur. İffet ve namus bir bütün olup, ancak onları lekeleyecek her türlü kötülük ve yanlışlıktan uzak durmakla korunabilir.
İslâm"ın bu suça bulaşmayı engellemek için aldığı bütün bu tedbirlere rağmen zina eden kişi için ise bazı müeyyideler öngörülmüştür. İslâm, bununla sadece suçluların cezalandırılmasını değil, bu suçun hiç işlenmemesini sağlamayı ve kişilerin cezaya maruz kalmadan güven ve huzur içinde yaşamasını temin etmeyi amaçlamıştır. İslâm, namuslu kalmak isteyen kadınları fuhşa zorlamayı yasaklamıştır. Hz. Peygamber de insanın onurunu ve değerini, iffetini ve namusunu hiçe sayarak tecavüze kalkışan bir kişiyi cezalandırmıştır.(Tirmizî, Hudûd, 22.)
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM (DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI)
HAZIRLAYAN: ÜMMÜHAN BAYRAKÇI BİLECİK MÜFTÜLÜĞÜ İL VAİZİ
ZİNA, ÖZ SAYGININ VE İFFETİN YİTİMİ
İlk yorum yazan siz olun