BU YAZI BİLECİK'İ SALLAR

BU YAZI BİLECİK'İ SALLAR

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı iken Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevinden ihraç edilen Prof. Dr. Abdülkadir İlgen, çok konuşulacak, çok tartışılacak bir yazı daha kaleme aldı. 

Mahkemesi devam eden ve tutuksuz yargılanan Prof. İlgen, yazısında Bilecik'in çok yakından tanıdığı birçok isim hakkında önemli iddiaları gündeme taşıdı. 

Bilindiği üzere, daha önce yaptığı basın açıklamasıyla Bilecik'te ses getiren ve gazetemizin haber sitesinde en çok okunanlar arasında yer alan yazının ardından, İlgen'in bu kez kaleme aldığı yazısı adeta Bilecik'i sallayacak cinsten. 

Prof. Dr. Abdülkadir İlgen'in yazısını 'UFAK TEFEK ŞEYLER' başlığıyla okuyabilirsiniz. 

Bendeniz, Bilecik’le ilgili uzun yıllara dayanan hikâyem noktalanırken bir basın açıklaması yapmış, çok değerli hemşehrilerimle bazı konuları paylaşmıştım. https://www.bilecikhaber.com.tr/prof-ilgenden-basin-aciklamasi-325288h.htm. Aradan epey zaman geçti. Başta rektör olmak üzere ilgililerden hiçbir ses gelmedi. Tabii bu arada başka yerlerde de bizim buradakine benzer vakaların yaşandığı anlaşıldı. Meğerse benzer vakalar her yerde yaşanmış.

***

Benim burada bu kez arz etmek istediğim husus, başka bir şey. Öğrendiğime göre, o dönemde rektörün görevlendirdiği komisyon ve onun YETKİSİZ başkanı, komisyona çok ilginç kişileri çağırmış. Örnek olması açısından üçünü zikredeyim. Bunlar Bilecik eşrafından Berber Tahir, Mustafa Tığ ve bir diğeri de Bileciğimizin medar-ı iftiharı, iş adamı, saygın kişilik, Murat Eğilmez.

Tabii, kamuoyu soracak; iyi de niçin bu muhteremler de başkaları değil? Yok muydu başka adam? Memlekette adam mı yok? Memlekette elbette bol sayıda adam var. Var, var ama bu cinsten adam az. Sayın rektör o engin sağduyusuyla bunları bulup çıkarmış. İyi de rektör ya da komisyon açısından çok değerli bu adamların ortak özelliği ne? Kim bunlar? Ya da neci? Olay aslında sandığınız kadar karmaşık değil. Bu muhteremlerden biri sayın rektörün berberi, yani, ne denir; kısaca berberi işte. Hepsi bu; çok eskiden beri berberi, Berberî Tahir Efendi Eski Fetö çalışanı, müfteri. Diğeri, Mustafa (Tığ) diye biri. İkisini de bu süreçten sonra duydum. Tanıdığım, gördüğüm, duyduğum tipler değil. Murat Eğilmez’in ne olduğunu zaten herkes bilir.

***

İkincisinin kim olduğunu ben de bilmiyorum. Rektörün eski kapı komşusu, aile dostuymuş. Ailece gidip geldikleri biri yani. Öyle söyleniyor. Hayatının baharında genç, hırslı biri olmalı. Bu beyefendi, aynı zamanda çok değerli sayın rektörü elinden tutup İstanbul’da bir yerlere takdim eden kişilerden de biriymiş. Aralarındaki ilişkinin derecesini yakınları daha iyi bilir. Telefon görüşmeleri, çıkar ilişkileri ne derecede onu bilemem, ama arada çok yakın bir ilişki olduğu anlaşılıyor. Sosyal medya hesapları da bu yakınlığı gösteriyor. Mustafa’nın yanındaki isim de önemli. O da eski bir Fetö çalışanı. Fetöcü mü değil mi bilmem. Bu kadar yakın, bu kadar sıkı-fıkı ilişkileri varmış. İşin mahiyeti, yakınlık vs. nedir ne değildir pek tabii ki bilmem mümkün değil. Bu konuları zehir hafiye Battal Yılmaz ve Cihan Darcan daha iyi bilir. Ne de olsa kendi çaplarında “derin” ilişkileri olan kişiler bunlar.  

O Battal Yılmaz ki, mahkemede hakkında ifade verdiği kişiyi tanıyamadı. Sağır bile teşrik-i mesai yaptığı kişiyi tanır. Bu beyefendi elbette sağır değil, değil ama hakkında ifade verdiği kişileri tanıyıp teşhis edemedi, tanıyamadı yani. Buna rağmen, olmadık ifadelerle kendisine gizem verdi. Vebale girdi. Kendisini bu özelliklerinden dolayı bir kez daha tebrik eder gözlerinden öperim. Sevgili Battalcığım kendine iyi bak. 

Bunu da çağırmışlar komisyona. Beyefendi sadece dört kişi hakkında ifade vermiş. Bunlardan biri üniversitemizin kurucu rektörü Azmi Özcan, diğeri de bendeniz. Diğer ikisini “piyon” olarak nitelendiriyor. Güya üniversitedeki fetö faaliyetlerini kurucu rektör ve bendeniz yürütmüşüz. Adamı tanımam etmem, bir yerlerine dokunmuşluğum da yok. Ama her nedense bu muhterem, bu “sipariş kişilik”, tutmuş bizim hakkımızda yaklaşık üç sayfa ifade vermiş. Güya biz Fetönün başındaki adamlarmışız da, şuymuş da, buymuş da vs. bir yığın zırva. Saydırmış da, saydırmış; fakat bir tane şurada da şu oldu. Şu, şuna tavassut etti de şunu aldı. Usûle aykırı şöyle jüri kuruldu. Üniversitede kuruluş aşamasında toplam 27 tane öğretim üyesi vardı, tertemizdi. Her ne olduysa ondan sonra oldu, her taraf fetöcü doldu gibi sözler söyleyememiş. Ama buna rağmen bizi fetöcü ilan etmiş. Oysa üniversitenin kuruluşundan sonra senin rektörün ve Cihan Darcan da dâhil yüzlerce memur ve öğretim üyesi alındı bu üniversiteye. Hatta komisyon üyelerinin de çoğu o dönemde üniversiteye alındı. Bu da aklına gelmemiş Mustafa’nın. Komisyona kafayı yumuşatarak gelmediğine göre nedir bu dalgınlık derseniz, ben de derim ki, ya dalgınlık ya da tetikçilik. Bunun başka açıklaması olamaz. Tuhaftır, komisyon da sormamış. 

***

O, bütün bunları saydırırken, komisyonun çok değerli başkan ve üyeleri de dönüp, şu basit soruyu bir türlü sormamışlar Mustafa’ya. Bu mantığa göre komisyonda soru soran, ya da sessizce dinleyen muhteremlerin de fetöcü olması gerekirdi. Başta başkan sıfatıyla Dursun muhteremi olmak üzere, yahu beyefendi sen ne söylüyorsun, burası gaz çıkarma, dedi kodu yapma yeri değil, ciddi bir iş yapıyoruz, ne söyleyeceksen söyle, uzatma diyememişler. Lehimizde konuşanlara karşı celallenen, sözlerini kesen, ihsas-ı reyde bulunan, aba altından sopa gösteren, yönlendirme yapan Dursun beyefendi, “dur” birader, sen ne diyorsun diyememiş bir kere. Oysa kendisi üniversitenin kadrolu hocası bile değilken komisyon başkanı yapılabilmiş. Bunun bile yasal olmadığını bilemeyecek kadar yönetim ve mevzuattan aciz bu beyefendi, adam yönlendirme konusundaki bu muhterem kişilik, her nedense Mustafa konuşurken tek bir kelime etmemiş. İyi de, o ve komisyonun çok değerli sayın üyeleri aleyhimizde uluorta konuşan bu kişiyi, Mustafa’yı kimin “yönlendirmesiyle” komisyona davet etmişler? Herhalde bunun da bir cevabı vardır? Yoksa Mustafa dilekçeyle mi müracaat etmiş komisyona? Bu konularda kamuoyunun bir nebze de olsa bilgilendirilmeye ihtiyacı olur değil mi? Tabii, siz diyeceksiniz ki biz memuruz. Bize denileni yaptık. 

Neydi kriteriniz? Neden mesela benim oturduğum ve en az 150 hanenin bulunduğu 500 Evler sitesinden bir Allah’ın kulunu bile çağırmadınız da bu alakasız, bir defa bile olsa görüşmediğim bu kişiyi komisyona çağırdınız? Mesela bina komşularım çağrılabilirdi. Ya da hemen hemen her akşam bir şekilde takıldığım site lokalinin sakinlerine soru sorulabilirdi? Ey, Dursun Efendi neden oradan bir Allah’ın kulunu çağırmadın? Yönlendirmeyle mi adam çağırdın oraya? Söyle de hepimiz bilelim. Neydi kriteriniz? Bütün bunlar rektör yardımcılığı için değildi herhalde. Kim bilir, belki de onun içindi. Ne oldu! Geldin oturdun oraya. Pekâlâ, bir şey olabildin mi bari? Kişilik falan gelişti mi? Nasıl hissettin kendini? Bak, o da bitti işte. İbrahim Hatipoğlu yok şimdi arkanda. Ne için yaptın bütün bunları, Sayın Hoca? Sıfır yetkiyle ne diye oturdun orada? Onuruna yakıştırabildin mi kendine yapılan muameleyi?

***

Bir de komisyon üyesi “bilim insanlarına” soralım isterseniz. Siz Ey bilim insanları, ey parlak beyinler, bir araştırma yapılırken, önce onun yöntemi, “usûlü” sorgulanmaz mı? Mesela bana Yeni Dünya Düzeni, Finansal Hareketler gibi zerre miktar bilgisi olmadığı alakasız konularda yüzüne inanılmaz bir anlam yüklemeye çalışarak sorular yönelten Sayın ve de pek muhterem Bülent Bey, bu kadar alakasız konulara girerken, neden bu kadar “basit” sorular aklına gelmedi. Oysa sen mucit denebilecek bir yetenektin. Çöp tenekesi bile icat etmiş, büyük bir gururla sergilemiştin. Hatta tarihçi bile olmuştun. Her neyse. Niçin yöntem konusundaki yeteneğini de konuşturmadın? Buna hukukta “usûl” derler. Ve bazı davalar esasa girilmeden “usulden” bozulur. Bülentciğim hadi sen düşünemedin de diğerleri ve bilhassa komisyon başkanı da mı düşünemedi bunları. İnsanların önüne listeleri koyup, söyleyin bakalım bu adamla ilgili ne düşünüyorsun diye milleti koşullandırıp baskı altına almayı biliyorsunuz. Başkalarının alın teri ve gözyaşına ekmek doğramayı da biliyor, pekâlâ mağduriyetler üzerinde gelecek hayalleri kurabiliyorsunuz. Bir kere de, yahu biz burada ne yapıyoruz birader diye aklınızdan geçmedi mi? Hiç vicdanınızla bir kere de olsa temasa geçmediniz mi? Gerçi sen ve arkadaşların memursunuz. Haksızlık yapmayalım. Soruları doğrudan Cihan’a sormam lazım, ama o zaman da biz burada neyiz, ey Hoca diye çıkışır, alınganlık gösterirsiniz. 

Ey mucit, senin gibi ‘parlak’ ve ‘ilginç’ bir kafanın bunu bilmemesi mümkün olabilir mi? Bana sorarsan mümkün. Pekâlâ bilmezsin. Fakat senin fikrin önemli, “sence” mümkün mü bu? Ben sadece meraktan soruyorum. Hadi Dursun sormadı bunları, siz niye sormadınız? Neden bu soruları soramadınız? Nerede kaldı sizin değerleriniz? Mesela Nurgül; işin başından beri, kuruluş aşamasından beri neyin nasıl yapıldığını yakından görmüş, birlikte çalıştığımız biri, benimle ilgili hangi somut şeyi görmüş ya da biliyormuş da GİZLEMİŞ, söylesin bakalım. Sekiz yıl birlikte görev yapmış. Kulağına ne gelmiş? Hangi fetöcü alınmış benim vasıtamla? Beni kimlerle görmüş? Ya bilip de söylemiyor, GİZLİYOR; ya da SESSİZ kalıyor. İki durumda da suç işliyor. Bu da bir gün hesaba gelir. Burada gelmezse öbür tarafta hesaba gelir? Yanındaki sekreter, şimdinin fakülte sekreteri, o kadar gerekli gereksiz konuşurken, hiç mi sormak aklına gelmedi? Kızım sen neler saçmalıyorsun, bunlar konuşulacak şeyler mi, ne demek benim yanıma gelmezdi? Ama susmayı tercih ettin değil mi? O her zamanki ihtiyatlı, o her zamanki temkinli Nurgül, kazandığını düşünüyorsun değil mi? Bravo sana.

***

Neyse, tekrar Mustafa’ya (Tığ) gelelim. Bu şahıs, sözüm ona dini bütün biri. Dini bütün, bütün olmasına da; dört kitabın haram dediği, hiçbir hukuk sisteminin tasvip etmediği bir konuda nasıl olmuş da bu kadar rahatlıkla iftiralarda bulunabilmiş? Bu cesareti kimden almış, yoksa o da daha başka birilerinin, bir şebekenin elemanı olarak mı sahaya sürülmüş? İşi bitince de kenara atılmış? Kim bu? Fakat konu, bu çocuğun oraya çağrılması da değil. Belli ki o, arada kullanılan bir araç, tetikçi mesabesinde. Asıl merakımı celbeden onu sahaya sürenlerin aklı, bu aklın derecesi. Öyle ya, bunun kapı komşusu, yakın arkadaşı İbrahim Taş. Beraber iş tutuyorlar. Fakat öyle anlaşılıyor ki işin arkasında başkaları da var. Bu durumda insanın aklına ister istemez, yeteneklerinizin sınırı bu mu? Aklınız bu kadar mı yetti? Bundan daha iyi bir plan kuramadınız mı? Bu muydu hepsi, ey yârenler diyeceği geliyor. Yok mu daha başka söyleyeceğiniz? İfadelere bakılırsa konuşma, İbrahim Taş’ın ağzı. Belli ki muhteremi o doldurmuş. Şimdi görebiliyor musunuz rektörün kapasitesini? Tipik doldur boşalt taktiği. Her neyse… Bunlar, daha sonra ortaya serilecek. Sadece burada, mahkemelerde değil, büyük mahkemede de huzura çağrılacak, orada da hesaba çekileceksiniz. 

***

Düşünebiliyor musunuz adamlardaki acziyeti! Birilerine fatura çıkartabilmek için ne kadar çaresiz, hırslı ve beceriksiz olabiliyorlar. İftira attıracak adam ararken bile bula bula bunları, en yakınlarını bulabilmiş, kendilerini bile riske atmışlar. Çaresizlik bu kadar ileri gitmiş, bu safhaya varmış. Bu çocuk, bu yeni yetme, o da bir şekilde sınıf atladığını düşünmüş olmalı. Fakat gelişmelerden öyle anlaşılıyor ki, o da son kullanım tarihi geçince bir kenara atılmış. Mustafa; iyisin, hoşsun da ne aklının, ne çıkarlarının, ne de ahlâkının sınırları yeterli değil bu işleri kavramak için. Tıpkı Hakan Olgun tipindeki adamlara benziyorsun. Öyle çaresiz, öyle şaşkın. Sınırlı bir kapasite, dağınık bir zihin, kurumuş bir vicdan, tutunacak hiçbir yeri olmayan bir nihilist; hangi dürtünün peşinde koştuğunu bile tanımlayamayan biri. O da benzerleri gibi cismiyle düşünür. Allah nazardan saklasın. Hazırlayıp piyasaya sürerek kişi ve kurumları yönlendirmeye çalıştığınız “wikileaks” benzeri o “dâhiyane” belgeye de sıra gelecek. Onun da ne kadar dikkat, itina, kasıt ve aynı zamanda dikkatsizce hazırlanmış olduğunu başta “sen” olmak üzere herkes görecek. O zaman görecem ben şebekeyi. Bakalım o zaman da babanı yardıma çağırabilecek misin? Biz kendimiz geliyoruz. Öyle babamızı, amcamızı, şunu bunu yardıma çağırarak inmiyoruz sahaya.

***

Gelelim üçüncü kişiliğe. O da Murat Eğilmez. O da ifade vermiş söylenenlere göre. Dursun ve diğerlerinden hiçbiri, akledip de yahu arkadaş, senin hanımın Özün Eğilmez İİBF’de öğretim üyesi değil mi? Oraya kimin zamanında alındı? O arada kimlerle konuştunuz? Abdulkadir Hocaya da gittin mi, ondan da yardım istedin mi? Yardım istediysen sana ne cevap verdi? Aldığın cevabı burada bize de söyle bakalım diyebilmişler mi? Bu Murat, son dakika gemiye atlayan kasaba siyasetçisi. Rektör ve Abdulkadir İlgen fetöcüyse, senin eşin da buraya fetö talimatıyla alınmış olmuyor mu diye bir soru sormayı akledememişler? 

Hadi siz akledemediniz ya da verilen işi yaptınız; buna da tamam da, komisyona kimlerin çağrılması gerektiği konusunda “ön-komisyon” gibi çalışan Cihan Darcan, sen neden böyle bir soruyu sormadın? Ya da soruyu şu şekilde de sorabilirdi Cihan Bey. Özüm falan değil de bizi buraya kim aldı? İbrahim’i ve beni kim aldı? Utanmadan, haya etmeden şurada burada konuşan, düzenler kuran, tehdit ve şantajlar yapan sen, sen ey suyun başında oturan muhteris, sen neden bu soruları sormadın? Karşına adamları çağırıp “biz ne dersek o olur, ister açığa alır, ister ihraç ederiz” diyen, bu kadar kendinden emin ve pervasızca konuşarak hakkımda birilerinin ağzından laf almaya çalışan, iftira attırmaya çalışan sen, sen neden bu soruları sormadın. Hadi ortalık yerde soramıyorsun, kendi içinde de mi soramıyorsun? Sen ve “rektör hocan” kendi kendinizden kurtulmayı başarabildiniz mi? Yoksa kepenkleri kendinize de mi kapattınız? Vicdanınıza da mı indirdiniz kepenkleri? İnsan her şeyden kaçar ama kendisinden kaçamaz. Sizin azabınız yine kendiniz olacaksınız. Mutlu olamayacaksınız. Elinizde yetki varken bile, kimler için ne yapıyoruz diye için için kendi içinizi kemirecek tedirginlik içinde yaşayacaksınız. 

***

Son olarak da Bilecik ilinin acar siyasetçilerinden Orhan Şişman için bir iki söz söylemem lazım. Bu beyefendiyi yıllardır tanırım. Kendisini daha çok müflis bir siyasetçi olarak bilirim. İş hayatında “şimdilik” başarılı görünüyor. İlerisini Allah bilir. Bu da çıkmış benim ve kurucu rektör aleyhinde şurada burada konuşmalar yapmış. Bu konuda konuşacak en son kişi olmasına rağmen, o da konuşabilmiş. Bravo sana. Yahu, ben seni tanımasam, rektörün yanında, siyasette nasıl takla attığını bilmesem, görmesem eyvallah da; ama şimdi, bu zamanda böyle laflar etmek sana uyar mı? Yakışır mı sana? Adamlığa, karaktere, dostluğa sığar mı bunlar? Ne oldu, siyasette devşiremediğin rantı bu yolla mı sağmaya çalışıyorsun? O kadar mı çaresiz kaldın. Bana sorsaydın bir çıkış gösterirdim sana. Yazık, çok yazık, yakışmadı; yakıştıramadım sana.

 

Bu haber toplam 12998 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
28 Yorum