Halim Hoca’dan enfes bir yazı

Halim Hoca’dan enfes bir yazı

Doç. Dr. Halim Demiryürek, editörlüğünü İlhami Yurdakul’un yaptığı ‘Sakarya Nehri’nin İncisi Osmaneli (Lefke)’ adlı kitapta ‘Osmanlı’nın Gün Batımında Lefke’ başlıklı enfes bir yazı kaleme aldı.

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Gazetemiz Yazarlarından Doç. Dr. Halim Demiryürek, editörlüğünü İlhami Yurdakul’un yaptığı ‘Sakarya Nehri’nin İncisi Osmaneli (Lefke)’ adlı kitapta ‘Osmanlı’nın Gün Batımında Lefke’ başlıklı enfes bir yazı kaleme aldı.

Halim Demiryürek’in yazısında kullandığı şairane üslup ve akıcı anlatımın muazzam uyumu oldukça dikkat çekiyor. Bu yazı, zamandan bağımsız bir köprü kurarak, okuyucuları Osmaneli’nin tarihi derinliklerine ve kültürel zenginliklerine bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.

Demiryürek’in ustalıklı kaleminden dökülen satırlar, şehrin geçmişine dokunan, onun ruhunu ve insanlarını yansıtan bir tablo çiziyor. Okuyucular, her bir kelimesinde Osmaneli’nin tarihini hissediyor, her bir paragrafta şehrin nabzını duyuyor. Yazı, adeta şehrin sokaklarında yürüyüp, onun zamanla iç içe geçmiş yapısını keşfeden bir tecrübe sunuyor.

Doç. Dr. Demiryürek’in bu etkileyici yazısı, okuyucuları Osmaneli’nin tarihini, kültürünü ve insanlarını derinlemesine hissetmeye davet ediyor ve onları bu şehrin hikâyesine ortak ediyor.

Diğer yandan Bilecik kamuoyu, Halim Hoca’nın zarafet ve derinlikle işlediği kaleminden, Bilecik’in tarihini ve kültürel yapısını aynı ustalık ve incelikle yansıtacak bir yazıyı büyük bir heyecanla bekliyor.

İşte ‘Osmanlı’nın Gün Batımında Lefke’ adlı o yazı:

OSMANLI’NIN GÜN BATIMINDA LEFKE

Doç. Dr. Halim DEMİRYÜREK

Lefke, tarihin zarif dokunuşları ve antik çağların mistik gizemleriyle yoğrularak günümüze ulaşan bir şehirdir. Bir zamanlar Leukae ve Melagina olarak anılan bu topraklar, Friglerden Perslere, Romalılardan Bizanslılara kadar sayısız medeniyetin izlerini taşır. Lefke, mazînin derin anıları ve âtînin parlak umutları arasında kültürlerin görünmez ama anlamlı bir buluşma noktasıdır.

1308 yılı Lefke için, tarih rüzgarının yön değiştirdiği ve geçmişin zenginliğine yeni bir sayfa ekleyen anı simgeler. Nitekim şehir bu tarihte Osman Gazi’nin cesur adımlarıyla onun koruyucu kanatları altına girer. Bu aynı zamanda Lefke’nin Osmanlı bahçesinde açan narin bir çiçeğe dönüşümünü de müjdeler. Şehir, devrin çalkantılı dalgaları arasında bir yandan kültürel kimliğini şekillendirirken diğer yandan da tarih okyanusundaki ilerleyişini sürdürür. Klasik dönemde, Osmanlı’nın yönetim yapısında kendine has bir desen edinir. 1885 yılında ise Ertuğrul Sancağı’nın kalbi olan Bilecik’in gölgesinde, kendi öyküsünün kozasını örmeye devam eder.

Tarihi yürüyüşüne devam eden Lefke yirminci yüzyılın şafağında Osmanlı mimarisinin sadelik ve işlevsellik özelliklerini resmeden bir manzaraya bürünür. Bu tarihi topraklardan yükselen evler, basit cephe tasarımları ve kiremitli çatılarıyla, bir ressamın tuvaline dökülen renklerin uyumlu bir kompozisyonu sergiler. Her bir yapının pencereleri, küçük ve bazen panjurlu gözleriyle, Lefke’nin geçmişini ve bugününü müşahede eden sessiz tanıklar gibidir.

Lefke’nin konakları ise moloz taş temel üzerine inşa edilmiş, ahşap karkas yapılardır. Duvarlar içeriden çamur sıva ve kireç badana, dışarıdan ise kireç sıva ile kaplıdır. İç mekanlarda ahşap dikmeler ve kerpiç dolgu duvarlar hakimdir. Konaklar, iki ya da üç katlıdır; her kat kendine mahsus bir fonksiyon yerine getirir. Zemin kat, gündelik hayatın ihtiyaçlarını karşılar; yiyecek depoları ve ipek böcekçiliğinin vazgeçilmezi olan dut yapraklarının saklandığı bölümler buradadır. Yükseldikçe, evin ruhu da değişir; birinci kat, yaşamın kalbine açılır. Burada, merdivenlerle çıkılan ve odaların sıralandığı bir sofa mevcuttur. İki ya da üç odanın etrafında biçimlenen bu mekân, ailenin oturduğu, yemek yediği ve çalıştığı alandı.

Üst kat, ipekböcekçiliği için ayrılmış olduğundan, ahşap dikmeler ve çatı kirişleri göz önünde bulunur. Bu katlardaki çıkıntılar evin dış hatlarına hareketlilik ve çeşitlilik katar. Kimi evlerde bu çıkıntılar tüm cephe boyunca sürüp giderken, bazılarında sadece orta kısımda yer alır. Birinci katın her yöne bakan küçük pencereleri Lefke mimarisinin karakteristik özelliğini dışa vurur. Evin köşelerine yerleştirilmiş pencereler dış dünyaya geniş bir bakış açısı sunar. Evlerin kapıları da estetik anlayıştan nasibini almıştır. Bahçe kapıları ahşaptan, çift kanatlı ve saçaklı, ana giriş kapıları ise daha gösterişli, çift kanatlı ve bazen demir tokmaklı detaylara sahiptir.

Dar ve kıvrımlı sokaklar ise zamanın akışında sonsuz adımın ve derin muhabbetlerin hafızasıdır. Sokakları süsleyen taş işçiliğiyle yapılmış çeşmeler, Lefke sakinlerinin serin ve huzurlu sığınağı, susuz dudakların ab-ı hayatıdır.

Arka planda yükselen yamaçlar ve tepeler, şehrin doğal siluetini oluşturarak, adeta şehrin muhafızları olarak arz-ı endam eder. Sakarya Nehri, geniş ve sakin sularıyla, Lefke’nin huzur dolu ruhunu aksettirir. Nehrin ötesindeki düzenli sıralarla dizili zeytin ağaçları ve bağlar, toprakların bereketine bir övgüdür.

Rüstem Paşa Camii’nin semaya doğru yükselen minaresi, zarifliğiyle bir mücevherin ışıltısını andırır. Ortodoks mimarisinin tezahürü olan Aya Yorgi Kilisesi ise şehrin zenginliğini güçlü bir sesle dile getirir. Bu görkemli yapılar, Lefke’ye sanat ve estetik nağmeleri nakşeden birer anıttır.

Bu kadim şehirde, Müslümanlar ve gayrimüslimler müşterek yaşar; kültürler ve inançlar ahenk içinde harmanlanır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, şehrin nüfusu yedi bini aşarak, farklı hayatların ve rüyaların bir arada olduğu zengin bir sayısal senfoniye dönüşür.

Şehrin ruhunu, bilginin mabedi olan okullar şekillendirir. Lefke’deki iki medrese vakur bir bilgelik içindedir. Zira hayatın ve ilmin iki yüzünü temsil ederek hem dinin ruhunu hem de dilin ve düşüncenin derinliklerini öğretir. Kur’an’dan hadise, fıkıhtan kelama, her bir ders, marifetle dolu birer denizi hatırlatır.

Lefke’nin maarif ikliminde, iptidai mektepler de yerlerini almıştır. Bu okullar, ilköğretim çağındaki çocuklara hayatın temel derslerini öğretir, onlara dünyanın kapılarını aralar. Öğretmenler, bilgi ve tecrübelerini öğrencilere aktarırken Lefke’nin eğitim çehresi de değişmeye başlar. Rüştiye mektebi ise ilköğretimin ikinci kademesinin temsilcisidir. Bu okulda birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar uzanan geniş bir öğrenci yelpazesi bu ilim kalesinin sadık neferleridir.

Lefke’de, gayrimüslim topluluklar da kendi okullarını kurarak maarife renk katar. Rumların üç mektebi eğitimin farklı boyutlarını çocuklara sunar. Bu okullar, genellikle kiliselerin himayesinde yükselir, çocuklar hem uhrevi hem de dünyevi bilgileri talim eder.

Lefke’nin bu kültürel ve eğitim çeşitliliği şehrin, doğal ve ekonomik varlıklarına da yansır. Çünkü Lefke’nin verimli toprakları, bereket ve huzurun melodisini çalar; her tohum, ümit ve alın terinin bir nişanesi olarak, kutsal toprağın bağrına düşer. Zirai üretim, bölgenin iktisadi ritmini belirler.

Lefkeliler, toprağın ve emeğin sonsuz dansını her sabah yeniden başlatır. Bu döngüde, toprakla insan arasındaki ilişki bir hayat tarzı bir varoluş mücadelesi haline gelir. Burada yetişen buğday, arpa, haşhaş ve pamuk günlük yaşamın bir nevi kendisidir. İpekböceği yetiştiriciliği ise halkın hünerlerinin ve sabrının sembolüdür.

Lefke’de her yıl, yaklaşık doksan ton koza, büyük bir titizlik ve ustalıkla üretilir. Ancak Lefke’nin sınırlarını aşamaz; dış dünyaya açılmaz. Şehir, kendi içinde bir evren kurar; ürünler, bölgenin ihtiyaçlarını karşılamak için kafidir ve bu aslında bizatihi bir zenginliktir.

On dokuzuncu yüzyılın son çeyreği şehir için önemli bir dönemeçtir. İpek üretiminde yenilikçi bir çağ başlar. Lefke’deki ipek fabrikaları bu dönüşümün müşahhas birer mümessilidir. Fabrikalar, yalnızca ipek üretimiyle sınırlı kalmaz, bölge ekonomisine taze bir nefes, yeni bir nokta-i nazar kazandırır. Fabrikalar, bu toprakların sesini, insanlarının emeğini ve hayallerini ipek ipliklerine işler; her bir iplik, bu hikâyenin bir parçasına dönüşür.

Lefke’nin toprakları, alçı madeni ve değirmen taşı imalatına uygun bir taş ocağı da barındırır. Bu kaynaklar, bölgenin doğal zenginliği ve işlenmemiş potansiyelidir. Alçı madeni, inşaatın ve yeniliğin temel taşı, değirmen taşı ise toprakla insan arasındaki bağın ifadesidir. Ne var ki, Lefke’nin topraklarında, tarım ve hayvancılığın çağdaş rüzgarları bir türlü esmez, doğal kaynakların ideal şarkısı tam olarak söylenmez. Bu, şehrin gelişimini, karanlık bulutlarla örter. Lefke’nin ekonomisi bir nehir gibi akması gereken yerde, bir gölde sıkışıp kalır.

Şehir, geçmişin ve geleceğin vaatlerini aynı anda taşırken, bu iki zaman dilimi arasında bir muvazene inşa etmeye çalışır. Söz konusu denge ulaşım alanında da kendisini gösterir. Osmanlı döneminde İstanbul’dan Bağdat’a uzanan yolun önemli duraklarından biri de Lefke’dir. Bu güzergâh, Mekke’nin mistik çağrısına kulak veren hacı adayları için bir arınma limanı, kutsal yolculuğun soluklanma yeridir. Hacı adayları, Mekke’ye ulaşana kadar binlerce kilometrelik yolu, umut dolu gözler ve inanç dolu kalplerle kat ederdi. Lefke’de mola veren yolcular, buranın huzurlu atmosferinde dinlenir, yemeklerini yer, barınma ve ibadet ihtiyaçlarını giderirdi. Lefke’den ayrılırken, attıkları her adım ve ettikleri dualarla, manevi olarak daha da güçlenir ve hayatlarının en mukaddes yolculuğuna hazır bir halde yola revan olurlardı.

Lakin Osmanlı’nın alacakaranlık çağında, Lefke’nin yolları solgun bir hüznün pençesindedir. Kaynak kıtlığının baskısı altında, sabır ve azimle yürütülen çalışmalar, ulaşımın sancılı sorunlarına bir nebze olsun merhem olur. Lefke, karayollarının yanı sıra demiryolu yapımına da şahitlik eder. Osmanlı, demiryolu projeleriyle modernleşme ve iktisadi kalkınma arayışı içindedir. Bu vizyoner projelerin en büyük ideallerinden biri, Anadolu’nun bağrından Bağdat’ın sıcak topraklarına uzanacak olan demiryolu hattıdır. Bu büyük düş, Osmanlı’nın öz kaynaklarıyla hayata geçirilen Haydarpaşa-İzmit hattının inşası ile filizlenir. Bu hattın işletilmesi ve genişletilmesi adına imzalanan bir imtiyaz sözleşmesi ise ekonomik ve siyasi arenada Osmanlı için yeni imkanların önünü açar.

Lefke ve çevresinin kaderini dönüştüren bu gelişmeler, geçmişin yorgun yollarını, modern raylarla yeniden çizmektedir. Şehrin yolları, tarihin hüznünden sıyrılarak, geleceğin aydınlık ışığına doğru bir yolculuğa çıkar. Bu tarihi dönüşüm sürecinde İzmit ile Ankara arasını birbirine bağlayacak demiryolu hattının yapımına da başlanır. Ertuğrul Sancağının sınırlarını aşan bu yol, zamanın siyah-beyaz fotoğraflarındaki solgun anılar üzerine, ümit dolu yeni bir ton katar. Yol boyunca, Lefke ve Mekece arasında demir köprüler de kurulmuştur. Lefke istasyonu yakınlarından başlayıp, duraklar arasına inşa edilen köprüler ve tüneller bu projenin mütemmim cüzü olarak zamanın taşlarına işlenir.

Lefke’nin coğrafi konumu, tıpkı ulaşımda olduğu gibi iletişim alanında da bu şehre büyük fırsatlar bahşeder. Tanzimat Fermanı’nın ilanını takiben, posta teşkilatının kurulması yeni bir dönemin habercisidir. Posta ve Telgraf Nezareti’nin tesisi ise zamanın ruhunu yakalamak için bir fırsat sunar. Nitekim Lefke sokaklarında, posta arabalarının gelişini müjdelercesine, bir heyecan dalgası dolaşır. Her havalename, her posta, uzak diyarlara gönderilen birer düşünce elçisidir. Bu dönemde şehirde iletişimin yeni dili olan telgrafhane de hizmete girmiştir. Yeni dönem, mektupların yavaş yolculuğunu değil, düşüncelerin hızla yayılmasını da mümkün kılar.

Bu hızlı değişim ve gelişim, tarihin kıvrımlarından süzülüp gelen Lefke için bir isim değişikliğini de beraberinde getirir. Muhtelif bölgelerde aynı ismi taşıyan yerleşim yerleri, haberleşme ve yazışmalarda beklenmedik aksaklıklara neden olmaktadır. Ertuğrul Mutasarrıflığı, gök kubbenin altında hak ve adalet dağıtacak, asırları aşan bir devletin ilk tohumunu eken Osman Gazi’nin adını ebediyete taşıyacak bir teklifte bulunur; Lefke’nin adının ‘Osmaneli’ olarak değiştirilmesi. Dönemin ruhunu yansıtan bu öneri tarihle yeniden bağ kurmanın, geçmişin izlerini koruyarak geleceğe adım atmanın iştiyakıdır. Ve nihayet, 8 Nisan 1914, yeni bir ismin doğuşunun sevinçli habercisi olur. Padişahın kararıyla, yüzyılların tanığı olan bu yerleşim yerinin adı resmen ‘Osmaneli’ olarak değişti.

Bu dönemde tarihin akışını değiştiren azîm ve girift hadiseler vuku bulur. Nitekim Osmanlı Devleti, dünya tarihinin en dramatik dönemlerinden birine giriş yapar. Ve öyle bir zaman gelir ki, Osmanlı’nın üzerine savaşın ağırlığı çöker. Birinci Dünya Harbinin yıkım dolu yıllarında Osmanlı Devleti, birçok cephede korkusuzca savaşır. Fakat, Almanların yetersiz desteği, kaderin acı bir cilvesi olarak onun karşısına dikilir. Mondros Ateşkesi ise harpten çekilmenin zaruretini ortaya koyar.

Bu ateşkes, itilaf devletlerinin Anadolu’ya göz dikme hülyalarının bir gölge oyunudur. Anadolu, o zamanalar Osmanlı’nın son kalesi ve medeniyetin muhkem bir sığınağıdır. Mondros zemherisinin altında, bu kutsal topraklar, büyük badirelere maruz kalır. İngilizler, 1919’un ilk ayak sesleriyle beraber harekete geçer; Eskişehir’e kadar uzanan toprakları ve Marmara’nın nazlı kıyılarını, adım adım kontrol altına alır. Osmaneli, tarihinde ilk kez yabancı işgalinin soğuk nefesini ensesinde hisseder.

Osmaneli, işgalin getirdiği ağır tahribattan büyük ölçüde muaf kalsa da halkının yüreğinde mukavemetin tohumları filizlenmeye başlar. Millî Mücadele’nin kıvılcımı, kuşkusuz İzmir’in işgal hadisesiyle alev almıştır. Yunan ordusunun İzmir’e girişiyle Anadolu’nun en ücra köşelerinden bile protesto telgrafları itilaf devletlerinin yüksek komiserliklerine iletilir. 16 Mayıs’ta, Yunanlıların İzmir’e çıkarma yaptığı haberinin Osmaneli’ne ulaşmasıyla, bir hareketlenme başlar. İstanbul’daki itilaf devletleri yetkililerine bir telgraf çekilir. Bu, aziz bir milletin istiklaline ve istikbaline olan inancının metin bir ifadesidir.

Öte yandan İstanbul’un kalbi, 16 Mart 1920’de itilaf kuvvetlerinin karanlığına gömülür. Bu işgalin ardından, Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Anadolu’nun bağrından çok şedit bir seda yankılanır. Eskişehir’deki İngiliz kumandanına bir nota verilir. Kumandan, başta dirense de nihayetinde boyun eğer ve Eskişehir’i terk etmeyi kabullenir.

İngiltere’nin kudretli ordusu, Eskişehir’in hüzünlü sokaklarından ayrılırken, asırların yorgunluğunu taşıyan Osmaneli’nde mola verir. Burada, güvenlik duvarları örerek direnişini sürdürmek ister. Bu arada, Türk kuvvetlerinin iradesi, çelikten daha sarsılmaz bir kararlılıkla doludur. İngilizler, stratejik bir manevra ile Osmaneli ve Mekece’yi birbirine bağlayan bir köprüyü, gelecek kuşakların hatıralarına meydan okurcasına kullanılamaz hale getirir. Kuva-yı Milliye’nin sağ kanadına yönelik İngiliz saldırıları, Türklerin karşı taarruzunun sert esintileri karşısında adeta savrulur. İngilizler, Lefke ve Sakarya’nın kuzeyine doğru çekilmek zorunda kalır. Bu süreçte Türk birlikleri, Osmaneli istasyonunun batısından yükselen Taşköprü hattına doğru, zafer türküleri söyleyerek ilerler.

Payitahtın işgalinin acı dumanlarının Anadolu’nun semalarını kapladığı bir dönemde Heyet-i Temsiliye’nin irfan dolu zihinleri bir araya gelir. İstanbul hükümetinin ve itilaf devletlerinin zincirlerinden kurtulma kararı tarih sayfalarına kaydedilir. İstanbul’un kasvetli sokaklarından, Anadolu’nun kalbine doğru bir göç dalgası yükselir. Osmaneli, İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan yolda vatanseverler için bir umut köprüsü olur. Anadolu’nun sıcak kucağına iltica eden bu yürekler, Millî Mücadele’nin alevini daha da körükler. Osmaneli üzerinden Anadolu’ya yapılan silah ve cephane sevkiyatı ise Millî Mücadele’nin damarına akan taze bir kandır. Bu aslında asil bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun destanıdır.

Millî Mücadele’de her bir zafer çığlığı, Anadolu’nun dağlarından, vadilerinden ve köylerinden yankılanarak, istiklalin bir milletin ortak iradesi ve kararlı mücadelesiyle gerçekleşebileceğini tüm dünyaya duyurur. Harbin sona ermesi ve Cumhuriyet’in ilk ışıklarıyla beraber siyasi ve idari yapı köklü bir dönüşüm sürecine girer. Türkiye’nin yönetim haritası yeniden çizilmektedir. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ve 1924 Anayasası, imparatorluk döneminin sancak teşkilatını kaldırır ve modern Türkiye’nin idari yapı taşlarını döşer. Osmaneli Haziran 1926 tarihinde çıkarılan ve 877 sayılı kanunla resmileşen bir kararla, Bilecik’e bağlı bir ilçe haline getirilir. Bu karar, geçmişten gelen bir mirasın, modern Türkiye’nin vizyonuyla buluşmasıdır.

Sonuç itibariyle Lefke, kadîm medeniyetlerden tevarüs eden köklü ve karakteristik bir şehirdir. Lefke’nin ardında asırlar gizlidir. Belleğinde ise; düzen ve karmaşa, sevinç ve hüzün, savaş ve barış gibi nice hadiseler kayıtlıdır. Okumasını bilene; kıymetli bir eser, heyecan verici bir kitaptır. Sakarya Nehrinin eşlik ettiği şehir, kuzeyden güneye uzanan bir sırt üzerinde konumlanmıştır. Lefke, zarîf ve görkemli bir reveransla “hoş geldin” der, misafirlerine. Gerçekten de “hoş bulursunuz” bu şehri. Büyücüdür Lefke; efsunlar sizi. Zira tarih Lefke’de somutlaşır. Mekân küçük ama mânâ büyüktür. Nitekim bakıp da görebilenler için hem göz kamaştırıcı hem de masalımsı bir diyardır. Geçmişin gür sesini de fısıltısını da duyarsınız. Tarihin rengine dokunursunuz ve o anda deverân etmeye başlayan cümbüşün büyüsüne kapılırsınız. Ya mâzînin tadı. Ne acıdır ne ekşi ve ne de kekremsi. Şahane bir lezzet tadarsınız, tam da olması gerektiği gibi. Osman Gazi’dir, Osmanlı’dır bu şehir; adı üstünde Osmaneli’dir. Tarihî evleri, dar ve intizamlı sokakları ve Arnavut kaldırımlarıyla; Lefke taşının sanata ve estetiğe dönüştüğü câmileri ve kilisesiyle; hanıyla hamamıyla, taşıyla toprağıyla Osmanlıdan pek çok izler taşır. Hepsinin de başka ve nihayete ermeyen bir hikâyesi vardır. Pekî insanları. Her şeyden önce insandır Lefkeliler. Fiiliyle, kavliyle rafine ve medenîdir. Kadınıyla erkeğiyle çalışmıştır hep; üretmiştir. Lefke’nin toprağından cömertçe fışkıran bereketle hayatı helalinden yaşamışlardır. Çile çektikleri de sefâ sürdükleri de vâkidir. Ama tarihin sevimli bir beldesi olan Osmaneli’ne ve tarihî miraslarına sadakatleri hiç şaşmamıştır. Sözün özü; tabiat ile insan uyumunun mükemmelleştiği mûtenâ bir mevkide, tarihin îtinâ ile tezyîn ettiği müstesnâlığıyla; ruhu dinginleştiren, bedeni zindeleştiren, mizâcı sakinleştiren Lefke, keşfetmenin hazzını bilen kâşifleri bekliyor.

halim-hocadan-enfes-bir-yazi2.jpg

Kaynak:Haber Kaynağı

Bu haber toplam 2325 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum