Mustafa Kavurmacı
Hakan Kavurmacı, babası Mustafa Kavurmacı'yı kaleme aldı.
Türkiye'de 2 Mustafa Kavurmacı var. Birisi babam Mustafa Kavurmacı, diğeri fetöcü olduğu söylenen Mustafa Kavurmacı. Babam Mustafa Kavurmacı hiçbir yasadışı örgüte ne sempati duydu, ne üye oldu. Babamın tek işi İmam Hatiplikti.
Hiçbir zaman aşırı olmadı. Onu kimse hor görmedi, o kimseyi hor görmedi. Çizgisi belliydi. Kimseyi kınamadı. Kimseye diretmedi. Kimin kırmızı çizgisi nerede bitiyorsa orada bitirdi. Kimseyle münakaşa etmedi, kimsenin kalbini kırmadı, hiçbir zaman "benim" demedi. Hiç kimseden makam, mevki dilenmedi. Yalan konuşmadı. Kazandığı kadar yaşadı. Kimseden borç para almadı.

En önemlisi ticaret ve tüccarlık yapmadı. Ona mevlidden köşeyi döndü dediler, sosyete hocası dediler, zenginlerin hocası dediler, parayı çok sever dediler. Vefat ettiğinde Heykel'de oturduğu dairesi, Çamlıbel'de yazlığı vardı, bir de kefen parası.
Cemaatlerden, gruplardan, ekiplerden teklifler gelirdi. Hiçbirisine gitmedi. Gerek görmedi.
Bilecik'in Kurtköy'ünden çıkmış bu insan hep her şeyin en güzelini yapmaya çalıştı. Ona kimse "şöyle yap" "böyle yap" demedi, istikamet göstermedi. Sıradan olmadı. Cuma hutbelerine çarşamba gününden hazırlanırdı. Kendi yazardı. Cuma sabahları aynanın karşısında hutbesini çalışırdı. Mimik, ses tonu, ütülü pantolon, kravat her şeyine dikkat ederdi. Minberde kemküm etmezdi. Eline kağıt almazdı.

Her kandilde, her bayramda önce anne babasına, Küre köylü hafızlık hocası Mehmet Karaca hocasına, dini tahsilini yaptığı Heybeliada'dan Adalı Ahmet Hızal'a, ilkokul öğretmenine, ortaokul öğretmenine, lise hocalarına, Akademi'deki Prof. Dr. Yusuf Ziya Binatlı hocasına ve "mutluluğumuzda payı olanlar" başlıklı listesindeki kişilere dua ederdi.
Evde kitap okurdu, özel notlar alırdı, Erdinç Çelikkol hocasıyla solfej çalışırdı, Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'i sürekli tekrarlardı...

Babam Mustafa Kavurmacı’nın yanında sürekli bulunan birisi olarak çoğu görüşmelerinde karşı tarafın hissiyatlarına şahitlik ettim. Bu yüzden çok mutluyum. Çünkü, ister ilk kez gören birisi olsun, ister sürekli gören birisi olsun hep ilgi ve üst düzey saygı ve hayranlıkla duygularını göstermiştir babacığıma.
Bu gördüklerimiz bizi çok canı gönülden mutlu ederdi. Bir din görevlisi insanın halkın nezdinde nasıl gönüllere girdiğinin bir göstergesidir bu anlatacaklarım:
Bazen akşam ve yatsı namazlarında babam Ulucami’ye giderdi. Caminin içinde insanların arasında oturup namaz vaktini beklerken Harun hoca her seferinde onun olduğu yeri bulur sarık ve cübbesini giydirip namaz kıldırırdı. Aslında babam görünmeden cami içinde yerini bulurdu. Ama, Harun hoca onun geldiğini mi farkederdi bilmiyorum babam olduğunda direkt sarık cübbeyi babama getirip namaza geçirirdi.

Emekli olduktan sonra 10 yıl artarda Balıkesir’in turizm ilçesi Ayvalık’ta yerel yönetimin ve esnafın davetiyle öğleyin mukabele, akşamda teravih namazı kıldırırdı. Ayvalık’ın halkından turizmci Sabri Çörek, Sarımsaklı bölgesinde bulunan Ankara Otelinde babamı misafir ederdi her sene Ramazanda. Her iftarda Ayvalık halkı sıraya girerdi babamı iftara davet etmek için. Her akşam farklı bir ailenin misafiri olurdu iftarda. Ayvalık’ta bulunduğu süre zarfında tüm girdiği evlerde “Allah bize lütfetti Şükür elhamdülillah” ilahisini öğretti. Hatta misafir kaldığı otelin sahibi Sabri Çörek ve ailesi tüm buluşmalarında hep birlikte söylerlerdi. Yine Sabri amca “baban sabahın aydınlığında elinde Kur’an-ı Kerim sahilde kumların üzerinde ezberlerini talim ederdi” diye söylemişti.

Babamın vefatından 2 yıl önce Ayvalık’a gitmiştik. 30 yıl sonra babamı görenlerin sevinçlerine şahit oldum. “Aaaa aynı giyim kuşam. Hiç değişmemiş”, “Hocam hoş geldiniz, özledik sizi yine misafir edelim sizi” gibi hoş sözleri babamı da çok mutlu etmişti.
İstanbul Ehl-i Kur’an ve Mevlidhanlar Derneği tarafından her yıl Ağustos ayının ilk Cumartesi günü İstanbul Sarıyer’de Çırçır Suyu mevkiinde “Hafızlar Günü” düzenlenirdi. Bu tören sabah 09.00’dan ikindi sonrasına dek sürerdi. Çok ahenkliydi. Dernek Başkanı Adem Erim ve ekibindeki Türkiye’nin en şöhretli Hafız ve Mevlidhanlarının misafiri olurduk yılda 1 kez. Babam o cemiyete giderken tüm aile fertlerimizi de götürürdü. Orada şahit olduklarımız evet çok güzel bir gündü. Tadına doyamıyorduk. Türkiye’nin en şöhretli Hafız ve Mevlidhanları yanında TRT İstanbul ve Ankara saz ve ses sanatçıları da katılırdı. Öğle ezanına kadar Aşr-ı Şerifler, İlahiler, Kasideler, öğle ezanı 4 hafız tarafından okunur, öğle namazı sonrası TRT İstanbul ve Ankara saz ve ses sanatçıları fasıl geçerlerdi. Akabinde yine hocalar sahne alır tüm hünerlerini gösterirdi. Yine 4’lü ezan ve namaz sonrası kısa bir dua sonrasında bir sene sonraki programda görüşmek üzere vedalaşılırdı. İşte o programların tadını size anlatamam. Bizler o günleri yaşadık. Çok coşkulu idi.

Evet babacığım da o gün Bursa bülbülü olarak günün ilk aşr-ı şerifini okuturlardı, sonra öğleye dek olan ilahi kaside programlarında kaside okutulurdu. Yine öğle ezanını Fevzi Mısır, Yusuf Gebzeli, İsmail Coşar ve babam 4’lü olarak okurlardı. Her okuyuşu sonrası babama iltifat ederlerdi.
Babamla İstanbul’da bir cemiyete gitmiştim. Orada bestekar ve güftekar Kani Karaca da vardı. Babam “Kani abicim beni tanıdınız mı?” diye sorduğunda “Bu kibar ses ve sözlerin sahibi Kavurmacı tanınmaz mı?” diye babamı onore ederdi.
Yine İstanbul’a bir geziye gitmiştik babamla. Fatih Camiine de gittik. Cami İmamı Kazım hoca babamın geldiğini duymuş ve hemen cami içinde bizi buldu. Zorla sarık cübbeyi babama verdi, babam öğle namazı kıldırdı. Mihrabiye okudu. Elfatiha dediğinde Kazım hoca mikrofonu alarak “bu ses Mustafa Kavurmacı’dır. Bugün bu okuyuşu dinlediğiniz için Allaha şükredin” diyerek anons etmişti cami cemaatine.
Yine İstanbul Sultanahmet Camiine gitmiştik babamla. Cami görevlilerinden Mehmet hoca “Türkiye’de herkes herkesi taklit eder ama Kavurmacı hocamı Türkiye’de taklit edebilen yok, onun nağmelerini, onun yaptığı makamları, onun içten samimi okuyuşu, tiz ve pes perdeleri kimsede yok, Allah Kavurmacı hocama özel bir yetenek vermiş” demişti.
2009 senesiydi. Babamın sosyal medya hesabına Konya Yüksek İslam Enstitüsünden mezun Ali Norman’ın mesajı geldi. Mesajda şunlar yazıyordu: “1962 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü binası anfisinde her sabah Hadid Suresi 1-9 ayetleri sizin sesinizden dinlerdik. O bant sizde mevcut mu?” Düşünsenize Konya Yüksek İslam Enstitüsünde derse giren öğrenci ve hocalar her sabah anfide babamın okuyuşunu dinliyorlarmış. Tabi babam bunu duyduğunda çok duygulanmış ve sevinmişti.

Hızal hocası ile diyalogları: Babamız bazen yurtdışı ve yurtiçi görevlere gönderilirdi. Her çıkışı öncesi Adalı Ahmet Hızal hocasına gidip görevini anlatırdı, hocasının başarı dileklerini alıp öyle yola çıkardı. Mesela; TRT’den bir mevlid veya haftalık okuma daveti öncesi hocası nereye okuyacağını sorar, teknik taktikler verirdi.
Bir topluluğa girdiğinde insanlar ayağa kalkarlardı. Saygı duyarlardı. Bunun sebebi sıradan olmamasıydı, anne babasından iyi bir aile terbiye almasıydı, Küre Köyündeki hafızlık hocası Mehmet Karaca idi, Heybeliada’daki hocası Adalı Ahmet Hızal’dı. Dün ile bugünü eşit olmamasıydı, sürekli bilgi dağarcığına yeni bilgiler katmasıydı, Türkiye’nin ilk Üniversite mezunu imamlarından birisi olmasıydı, isminin bir takım alavereli işlere karışmamasıydı, dürüstlüğüydü. Mevlidlerdeki hakimiyetiydi. Sesinin güzelliğiydi.
Bu vesile ile bize bugün sayfalarını açan Bilecik Haber ve Sakarya Gazetesi’nin sahibi değerli akrabamız Şadi Erdal amcamıza ve işlerini her geçen gün günün şartları olan teknolojiye, yeniliğe, ilklere açarak devam ettiren Mücahit Erdal kardeşime teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu haber toplam 82 defa okunmuştur

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.