OSMAN GAZİ'NİN 1304 SAKARYA SEFERİ: LEBLEBİCİ, ÇADIRLI VE LEFKE KALELERİNİN TESPİTİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA
OSMAN GAZİ'NİN 1304 SAKARYA SEFERİ: LEBLEBİCİ, ÇADIRLI VE LEFKE KALELERİNİN TESPİTİ ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA - Sadettin BAYRAM/Köşe Yazısı
Osmanlının kuruluş döneminde Osman Gazi tarafından feth edilen kayıp kale ÇADIRLI KALESİ Şeyh Edebali Üniversitesi tarih bölümü mezunu Dr. Mehmet Can Çetin tarafından bulunduğu TRT Haber kanalında bütün dünyaya ilan edildi.
Aşağıda aynı zamanda Ertuğrul Ocağı Derneğimizin de tarihçisi olan Dr. Mehmet Can Çetin Sakarya Seferinin öyküsünü anlatan makalesini okuyacaksınız.
(Refik ARIKAN - Mehmet Can ÇETİN)
Osmanlılar, Kuruluş Coğrafyası olarak adlandırılan Eskişehir-Bilecik-Bursa hattına Ertuğrul Gazi döneminde yerleştiler. Kayılar, Ertuğrul Bey’in idaresinde Söğüt-Domaniç çevresinde yaylak ve kışlak hayatı sürdürdüler ve bu yıllarda izlenen müdârâ siyaseti ile çevresindeki güçlerle barış içerisinde yaşadılar. Osmanlılar, Ertuğrul Gazi’nin vefatının akabinde oğlu Osman Bey’in beyliğin başına geçmesi ile birlikte Bizans-Selçuklu uc bölgesinde iddialı bir Türk beyliği konumuna geldiler. 1287-88 yıllarında Karacahisar’ı fetheden Osman Bey, 1299 yılına gelindiğinde Bilecik, Köprühisar, Yarhisar ve İnegöl gibi Bizans’a ait topraklarını ele geçirerek İznik ve Bursa’nın fethi için hazırlıklara başladı. Bu çalışmada, Osman Bey’in 1304 Sakarya Seferi sırasında İznik’in fethinin önünü açmak maksadıyla ele geçirdiği Leblebici, Çadırlı, Lefke, Mekece, Akhisar ve Geyve Kalelerine odaklanılmıştır. Bu sefer ile birlikte ele geçirilen tüm kaleler bu çalışmada değerlendirilmekle birlikte; özellikle bulundukları yer ile ilgili kesin tespitler yapılmayan Leblebici, Çadırlı ve Lefke Kaleleri çalışmanın merkezini teşkil etmiştir. Çalışma, kronikler, arşiv belgeleri ve özellikle saha çalışmalarıyla desteklenmek suretiyle tamamlanmış ve nihayetinde kalelerin yerlerinin ve bunu bağlı olarak sefer güzergâhlarının tespitine dair bulgular paylaşılmıştır.
GİRİŞ
Kayılar, Batı’ya göç eden diğer Türk boyları ile birlikte ilk olarak Horasan, Merv ve Mahan yakınlarına yerleştiler. Artan Moğol baskısı ile Doğu Anadolu ve Halep taraflarına göç edip bu bölgede Türkiye Selçukluları adına akınlar gerçekleştirdiler. Daha sonra ikiye ayrılan aşiretin bir kısmı Horasan’a yönelirken, diğerleri ise Erzurum1 Sürmeli çukuru bölgesine yerleştiler (Arıkan, 2023, s. 2176). Ardından Ankara Karacadağ havalisine gelen Kayılar, bölgede bir süre yaşadıktan sonra Ertuğrul Bey’in oğlu Savcı Bey’i Sultan I. Alâeddin’e (İnalcık, 2020, s. 443- 444) gönderip yeni yurt istemesi ve meydana gelen diğer siyasî gelişmelerle birlikte Söğüt-Domaniç taraflarına gelerek bölgeyi yurt edindiler (Öztürk, 2015a, Kayılar bölgeye geldiklerinde, Eskişehir ve civarında halihazırda bir Türk nüfusu vardı. Kösedağ Savaşından sonra Moğolların Türkmenleri baskı altına alması, Bizans ile sınır hattı olan Eskişehir istikametine doğru Türkmen akını başlattı (Sümer, 2002, s. 272-273). Diğer yandan Selçukluların Eskişehir emiri Cacaoğlu Nureddin’in 1272 tarihli Arapça-Moğolca vakfiyesinde; Eskişehir’de Abdullah El-Bedevi Zaviyesi ile 17 camiyi tamir ettirmesi, han ve cami yaptırması bölgede yoğun ve yerleşik Türk nüfusunu göstermesi bakımından önemlidir. İşte bu bakiye Ertuğrul Bey ve beyliğinin bölgede tutunmasına da olanak sağlar (Temir, 1989, s. 97). Ertuğrul Bey, çevresindeki Bilecik ve İnegöl gibi büyük Bizans tekfurları ile iyi geçinmiş ve onlarla olan ilişkisinde “müdârâ2 ” siyasetini öncelemiştir. Aşıkpaşazade Tarihindeki “Ertuğrul zamanında cengi cidal olmadı yaylalarında yayladılar kışlalarında kışladılar” (Öztürk, 2013a, s. 8-9) ifadesi Ertuğrul Gazi’nin çevresindeki tekfurlarla hoşgörü içerisinde geçinme politikasını özetler. XIII. asrın sonlarında, Ertuğrul Bey ve kendisinden sonra oğlu Osman Bey, önce Konya Sultanına daha sonra ise İlhanlılara tabi olarak Türk-Bizans hududunda yaşayan uc beyliğinin reisi konumundaydılar (Köprülü, 2018, s.123). Ertuğrul Bey’in vefatı ile birlikte Osman Bey, beyliğin 1280’de başına geçti (Öztürk, 2015b, s. 28). Beyliğinin ilk zamanlarında babasının yürüttüğü müdârâ politikasına devam etse de; İnegöl Tekfurunun, Kayıların yaylaya olan göçlerine yaptığı baskınlarla zarar vermesi, Osman Bey’i yeni önlemler almaya zorladı. Diğer yandan 1277 yılında Memluk Sultanı Baybars’ın Anadolu seferi, Osmanlıları da etkileyecek önemli sonuçlar doğurdu. Baybars’ın yeterli destek alamadığı gerekçesiyle geri dönmesi Anadolu’da tekrar bir otorite boşluğu oluşturduğu gibi Moğol baskısını da arttırdı. İlhanlı hükümdarı Abaka Han’ın verdiği genel bir katliam ve yıkım emri, Anadolu da büyük Türk kıyımına neden oldu (Güneş, 2010, s. 358). Kıyımdan kurtulanlar ise Osman Bey gibi uc bölgesinde mücadele eden Türk beylerinin yanına sığındılar. Bu durum Osman Bey’in gelen dağınık kitleyi kendi çevresinde toplayarak bölgedeki askeri gücünü arttırması gibi bir sonucu da beraberinde getirdi. Aynı zamanda Osman Bey’in Şeyh Edebalı’nın kızı ile evlenmesi, bölgedeki Ahi Teşkilatı ve Vefai Tarikatına mensup kitleleri kendi yanına çekmesine imkân tanıdı (Şahin, 1994, s. 393). Böylece Ertuğrul Bey döneminde uygulanan müdârâ siyaseti, yerini gaza ve cihada bıraktı. Osman Bey, İnegöl Tekfuru ile Ermeni Beli Muharebesini gerçekleştirmiş ve bu savaşta yeğeni Bay Hoca şehit düşmüştür. Bu olayın akabinde Osman Bey 1285 yılında Kulaca Hisarı’nı3 yakmış, ardından İnegöl Tekfuru 1286 yılında Domaniç Beli Muharebesi’nde4 Osman Bey’in kardeşi Savcı Bey’i şehit etmiştir. Yaşanan bu hadiseler Karacahisar’ın fethine temel hazırlamıştır. Zira Bizanslılarla giriştiği iki mücadelede hem yeğenini hem ağabeyini kaybeden Osman Bey, egemenliğini koruyabilmek için yeni önlemler almak zorunda kalmıştır. Bölgede sadece Bizans değil aynı zamanda Germiyanoğlu ve İlhanlılar gibi tehdit unsurlarıda bulunmaktaydı. Nitekim Neşri’nin eserindeki bilgilerde, Karacahisar tekfurunun Osman Bey’e olan saldırılarında Germiyanoğullarının bu duruma sessiz kalmasına ve onların bu sessizlikten cesaret bulduklarına da değinilir (Öztürk, 2013b, s. 39). Osman Bey’in, fetih politikalarının önü, bir engel olarak duran Karacahisar Tekfurluğunun 1288 yılında alınması (Arıkan, 2023, s. 2182) ile beraber açılmış; 1299 yılına gelindiğinde Bilecik’i alan Osman Bey, Karasu vadisindeki hâkimiyet alanını genişleterek oradan Köprühisar, Yarhisar5 ve İnegölü ele geçirmiş, böylece Bursa ve İznik’in çevresine hâkim konuma gelmiştir (Öztürk, 2015a, s. 9).
OSMAN BEY’İN 1304 SAKARYA SEFERİ
1302 yılında Osman Bey’in Bizans ordusunu hem Bafeus (Öztürk, 2015a, s. 11-12) hem de Dinboz Muharebelerinde (Öztürk, 2015a, s.14-15) yenmesi ve 1302 ilkbaharında Sakarya Nehri’nde sellere bağlı meydana gelen yatak değişiklikleri, Osmanlılara Karasu ve Sakarya Vadisinde hızla ilerleme fırsatı verdi (İmber, 2006, s. 13). Diğer yandan Bizans topraklarındaki Türk varlığı da bu fetihleri kolaylaştırdı. XIII. asrın sonlarında Türklerin Ortodoks rahiplerle anlaşarak6 Rum beldelerine muhacirler yerleştirmeleri, Bizansın maddi olduğu kadar manevi bakımdan da sukut içerisinde olduğunu göstermektedir (Turan, 2014, s. 301). Aynı zamanda bölgede azımsanmayacak derecedeTurkopol adı verilen Türk kökenli Hristiyan Bizans askerleri de yaşamlarını sürdürmesi de7 Osman Bey için fetihlerikolaylaştırıcı bir etken oldu. Diğer yandan Bizans Devletinin uyguladığı ağır vergiler (Ayönü, 2014, s. 272) ve başkenti İznik’ten İstanbul’a taşıdıktan sonra bölgeyi eskisi kadar önemsememesi; savunmasını da ücretli Katalan birliğine bırakması otoritesinin zayıflamasına ve toprak kayıplarına sebep oldu (Cahen, 2014, s.357). Böyle bir siyasi ve iktisadi kargaşa ortamında Osman Bey ve nökerleri, İznik’in fethinin önünü açmak için 1304 seferini planladılar. Zira Osmanlılar, İznik’e İstanbul’dan gelecek olası bir yardım için Karasu ve Sakarya hattındaki bölgelerde emniyeti ellerinde tutmaları gerektiğinin farkındaydılar. Nitekim Bozüyük-Bilecik hattına hâkim olmaları Karasu Vadisini onlar için emniyetli kılmaktaydı8 . Ancak Karasu Irmağı’nın Sakarya Nehri’ne karıştığı son nokta olan Çadırlı, onun gerisinde Leblebici ve aynı zamanda Lefke’nin de itaat altına alınması gerekiyordu. Kronikler bu sefere Osman Bey ile birlikte Köse Mihal ve Samsa Çavuş’un da katıldığını; Orhan Bey ve Saltuk Alp’in ise Karacahisar’ı Germiyanoğullarından koruması için görevlendirildiklerine değinmektedir. Bu seferi özel kılan bir diğer hadise ise Köse Mihal’in bu seferden önce Müslüman olup Osman Bey’e tabi olmasıdır (Öztürk, 2013b, s. 52-53). Osman Bey idaresindeki kuvvetler 1304 Sakarya Seferinde, Leblebici, ardından Çadırlı ve Lefke Kalelerini ele geçirmişlerdir. Burada seferin güzergâhı ile alakalı İnalcık’ın verdiği bilgiler akla yatkın görünmektedir. Tarafımızdan önerilen güzergâh, İnalcık’ın verdiği güzergâhın detaylandırılmış halidir. İnalcık, güzergâhı; Karacahisar-Harmankaya-Gölpazarı ve Sakarya Vadisi (İnalcık, 2007, s. 516-517) olarak vermiştir9 . Bu rota detaylandırıldığında, Osmanlıların Harmankaya-Sorgun-Kümbet-Kurşunlu-Gölpazarı (Leblebici Hisar)-Bayırköy (Çadırlı) ve Lefke üzerinden ilerledikleri kuvvetle muhtemeldir. Osman Bey ve Nökerleri, Lefkeyi ele geçirdiklerinde Lefke-İznik yolu üzerinde Arapuçtu gözetleme noktasını, Lefke-Yenişehir hattı üzerindeki Göksu Kuleleri adı verilen Çavuş Kalesini ve son olarak Osmaneli Cambazkaya mevkiindeki gözetleme noktasını da hakimiyetleri altına almışlardır. Lefke’nin fethinin tamamlanmasının akabinde Samsa Çavuş, Osman Bey’den Yenişehir Suyu (Göksu) yanındaki kalenin yönetimini almıştır. Kronikler o bölgeye Çavuş Köyü10 adı verildiğini belirtir. Lefke’den hareket eden Osman Bey ve nökerleri Mekece-Akhisar ve Geyve Hisarlarını da ele geçirmişlerdir (Öztürk, 2013a, s. 35-36-37).
1304 SAKARYA SEFERİNDE ELE GEÇEN KALELER
Bu çalışmada, Osman Bey’in İznik’in Fethinin11 önünü açmak için gerçekleştirdiği Sakarya Seferinde ele geçirilen kalelerin, saha çalışması neticesinde günümüzdeki yerlerinin tespiti temel hedeflerdendir. 1304 Seferinde Osman Bey, sırasıyla Leblebici-Çadırlı-Lefke-Mekece-Akhisar ve Geyve kalelerini ele geçirmiştir. Bahsi geçen kalelerin bir kısmının yerleri daha önce yapılan çalışmalarla tespit edilmiş; Leblebici-Çadırlı ve Lefke kalelerinin yerleri tespit edilemediğinden, çalışmaya esas konu bu kaleler olmuştur. Kroniklerdeki bilgiler, güncel haritalar ve bölgedeki yerleşiklerle yapılan görüşmeler neticesinde mevzu bahis kalelerin muhtemel yerlerinin tespiti yapılmaya çalışılmıştır.
MEKECE KALESİ
Mekece Kalesi (Görsel-1) Mekece-Ahiler Köyü yolu üzerinde Mekece çıkışında yolun kenarındadır (Umar, 2004, s. 222). Kale tapu parsel kayıtlarında “kale civarı mevkii” olarak geçmektedir. Etrafında tarım yapıldığından tahrip olmuştur12. Goltz Paşa’nın anılarında Mekece Kalesinden Mekece de Sivri Tepenin güney ayağında dağlardan çıkan Papaz Suyu Vadis’inde bir Bizans kontrol noktası bulunduğu, burasının Türkler tarafından cami ve hamama dönüştürüldüğü lakin vakti olmadığı için kaleyi görme fırsatı olmadığı aktarılmıştır (Goltz, 2023, s. 102). 2000’li yılların başında kale ile alakalı yapılan saha araştırmalarında yapının dört metrelik kısmının korunarak günümüze kadar geldiği, bu alanın kalenin kulesine ait olma ihtimalinin olduğu, duvarlarının bölgedeki taşlardan yapıldığı ve kalınlığının 2,5 metre, olduğu kayıt altına alınmıştır. Kalenin kalan parçaları ve duvar işçilikleri geç Bizans dönemindeki yapılara benzemektedir. Diğer yandan kalenin Osmanlıların eline geçtikten sonra İznik’in fethine kadar kullanıldığı da aşikârdır (Yıldırım, 2004, s. 43-46).
AKHİSAR ( PAMUKOVA ) KALESİ
Sakarya’nın Pamukova İlçesine bağlı Paşalar Köyünde, tapu kayıtlarında Kale Tepe olarak geçen mevkide bulunan Akhisar Kalesinin (Görsel-3) Bizans döneminde inşa edildiği bilinmektedir. Kale, yapılan kaçak kazılar ve doğal sebeplerden dolayı tahrip olmuştur (Arabacıoğlu, 2023, s. 65). Kaleye ya Pamukova Paşalar Köyü’nden yokuş yukarı tırmanarak ya da Karapınar-KadıköyBakacak Köyleri istikâmetine giden yoldan sola ayrılarak ormanlık ve taşlık bayırdan yapılacak yürüyüşle ulaşılabilir. Akhisar Kalesi ilk kez 1982 yılında Clive Foss tarafından keşfedilmiştir (Yıldırım, 2004, s. 48-49). Kalenin Batı ve Kuzeybatıda yaklaşık 10 metrelik kısmı ve mancınık platformu korunarak günümüze kadar ulaşmıştır (Yıldırım, 2004, s. 51-54). Kroniklerde Osman Bey’in 1304 Sakarya seferinde, bölgedeki tekfurlara nazaran Akhisar tekfurunun itaat etmediği, Pamukova düzlüğünde yaşanan yoğun çatışma (Yılmaz, 2017, s. sonrasında kalesini terk ederek kaçtığı ve bölgenin Osmanlıların eline geçtiği aktarılmaktadır (Öztürk, 2013a, s.35-36)
GEYVE KALESİ
Geyve Kalesi hakkında yapılan akademik araştırmalar kalenin yeri hakkında farklı önerilerde bulunsa da Geyve Kalesi’nin yerini tam olarak tespit edebilmek mümkün değildir. Araştırmalar Geyve Kalesi’ni Alifuatpaşa Parla Tepesinde13 gösterse de (Yıldırım, 2004, s. 103) burada bir kale kalıntısı olmadığı gibi bu tepe Geyve merkezine 5 km mesafededir. Diğer yandan kroniklerde bahsi geçen Bilecik, Çadırlı, Leblebici, Lefke, Mekece gibi kalelerin hepsi yerleşimlerin içerisinde yer almaktadır. Geyve Kalesi de kroniklerin bahsettiği gibi muhtemelen Geyve’nin içerisindedir. Nitekim kroniklerde tekfurun Geyve Kalesi’ni bırakıp günümüzde Geyve’nin içerisinden geçen Kuru (Meriçli, Barkan, 1989, s. 375) Deresi14 istikâmetine gitmesi (Öztürk, 2013b, s. 52-53), ilk Osmanlı tarihinin yazarı Orhan Gazi’nin imamının oğlu Yahşi Fakih’in zaviyesinin Geyve’de olması kalenin şehirle ilişkisini belirlemesi açısından önemlidir. Ayrıca Evliya Çelebi Geyve’yi ziyaretinde “koyun çobanları için küçücük bir kaledir” şeklindeki tasviri de kalenin yerinin belirlenmesi adına önemlidir (Atsız,2013, s.247.) Diğer yandan kale Geyve’de olmasaydı Geyve Kalesi olarak müellif tarafından yazılmazdı. Kuruluş dönemindeki ufak yerleşimlerde yer alan Bizans veya Türk yapımı kaleler şehre bitişik durumda ve şehirlerin muhafazası için karakol vazifesi görmekteydi. Diğer yandan Lefke ve Mekece kalelerinin varlığını bildiğimiz halde çok ufak kaleler olduğu için günümüze ulaşmadılar. Muhtemelen Geyve Kalesinin de akıbeTİ diğer kaleler gibi olmuş ve şehirde bir kalıntı olmaması zorlama çıkarımla yapmayı, Geyve etrafındaki gözetleme noktalarını Geyve Kalesi ile ilişkilendirmeyi de beraberinde getirmiştir15 .
LEBLEBİCİ KALESİ ( GÖLPAZARI )
Leblebici Kalesinin (Görsel-5) yer aldığı, Osmanlıların bölgede ilk yerleştiği yerlerden olan Gölpazarı’nın eski adı tahrir kayıtlarında Göl16 Kazası olarak geçmektedir (Meriçli, Barkan, 1989, s. 293). Bu küçük yerleşim, Köse Mihal’in torunu Mihal Bey’in kervanyolu üzerine han, hamam ve cami yaptırmasıyla şenlenmiştir (Başar, 2020, s.25). Osman Bey’in 1304 Sakarya Seferinde ilk fethettiği kalelerden olan Leblebici Kalesi (Pazan, 2022, s. 111) ise Gölpazarı’nda Paşaköy mevkii olarak bilinen Kaledüzü Sırtı’nda kurulmuş ufak bir Bizans kalesidir. Kaleye, Gölpazarı ilçe merkezine vardıktan sonra Gölpazarı Meslek Yüksek Okulunun yanındaki Hasan Ali Yücel Caddesi 40. sokak takip edilerek ulaşılır. Gölpazarı’na ve ovaya hâkim durumda olan kale alanında, yoğun defineci tahribatı olduğundan yapıya dair kalıntı kalmamışsa da; taş, tuğla ve seramik parçaları rahatlıkla gözlemlenebilmektedir (Görsel-7). Yapılan saha çalışmasında kalenin toprak altında kalan beden duvarları belli olmaktadır17. Leblebici Kalesinin yeri ile alakalı yerli ve yabancı araştırmacılar farklı sebeplerle yeni yerler önermektedir. Öztürk, kaleyi Osmaneli Balçıkhisarda Leblebi Deresi adını taşıyan bir dere olması sebebiyle buraya konumlandırmaktadır (Öztürk, 2023, s. 7). Balçıkhisar adından da anlaşılacağı üzere muhtemelen kalıcı malzemeden inşa edilmemiş ve kalıntıları günümüze ulaşmamıştır. Diğer taraftan 1304 Sakarya seferinin güzergâhına bakıldığında bu bölge daha içeride kalmakta ve seferin gidişatı ile de kaleye dair yer tespiti örtüşmemektedir. Yabancı araştırmacılardan Clive Foss ise Leblebici Kalesinin yerinin Öztürk gibi Lefke’nin yukarısında aranmasının daha doğru olacağını ifade etmektedir. Buna gerekçe olarak da Osman Bey’in Yenişehir’den gelip Gölpazarı’nda bir kale almasının mantıklı olmayacağını ancak Bilecik’ten hareket ederse Leblebici’nin Gölpazarın’da olabileceğini iddia etmesi, Foss’un coğrafyayı yeterince tanımadığının açık bir delilidir (Foss, 2022, s. 65). Kalenin yeri ile ilgili en önemli dayanaklardan olan M.1607 tarihli belgeyi (BOA.A.Dvn.mhm.d.076) ilk olarak ortaya Uzunçarşılı çıkarmış olup, belgede: Celali eşkiyasının şehirlere hucum etmelerinden dolayı nice zamandan beri harap olan Leblebici Kalesinin beden duvarlarının tamiri ile şehrin güvenliğinin te’min edilmesine dair bilgiler bulunmaktadır (Uzunçarşılı, 2015, s. 111). Belgede muhatabın Gölpazarı kadısı olması da kalanin bulunduğu yeri göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim kale iddia edildiği gibi Lefke dolaylarında olsaydı belge de Lefke kadısına gönderilmesi gerekirdi (BOA,A.Dvn.mhm.d.075). 418 sene önce yazılan vesikada harap durumda olduğu belirtilen bu kalenin, saha gözlemleri ve Osmanlı arşiv vesikalarıyla da açık bir şekilde Gölpazarı’nda olduğu anlaşılmaktadır18 .
ÇADIRLI KALESİ ( BİLECİK- BAYIRKÖY)
Çadırlı Kalesi (Görsel-9), Osman Bey’in Leblebici Hisarı’nı aldıktan sonra Lefke istikâmetine giderken aldığı kalelerden birisidir19. Fethedilen kalelerin doğrudan Sakarya Nehri güzergâhı üzerinde olmaları önemli olmakla birlikte, Osmanlılar gerilerinde güvenliklerini tehtit edecek bir Bizans noktası kalmasını da istememekteydiler. Bu bağlamda 1304 Sakarya Seferi, stratejik noktaların hedef alındığı bir seferdir. Kaynaklar 1304 seferinde Leblebici, Çadırlı ve Lefke tekfurlarının Osman Bey’e tâbi olduklarını belirtmektedir (Öztürk, 2013a, s. 35- 36). Kalenin adını aldığı Çadırlı, Osmanlı zamanında Bilecik’e bağlı, nehir kenarında çeltik tarımı ile geçimini sağlayan bir köydü (Aybakgil ve ark., 2004, s. 70). Köyde Osman Bey zamanında kurulmuş, Burçaklu Zaviyesi (Turğut, 2011, s. 219) adında bir zaviye de yolculara hizmet vermekteydi. Çadırlı, 438 numaralı defterde 26 nefer ortakçı/çeltikçi olarak vergi nufusunu oluşturmakla beraber avarızdan muaf tutulmuştu. Sipahilere tabi kalyoncular da mezkûr köyde bulunmuşlar; bölge 1654 yılında ise Köprülü Mehmet Paşa’nın vakfına hibe ve temlik edilmiştir (Turğut, 2015, s. 204-205). İlk Osmanlı kroniklerinde (Öztürk, 2013a, s. 35-36) adına sıkça rastlanılan ancak yeri tespit edilemeyenÇadırlı köyü ve kalesini bulabilmek için ön araştırma yapılmış; kaynaklarda bu köyün çeltik tarımı ile uğraştığına dair bilgiler, yerleşimi bol su kaynaklarına yakın yerlerde aranması gereğini ortaya çıkarmıştır. Karasu ve Sakarya Nehirleri boyunca yer adları ve isimler üzerine incelemeler yapılırken Bilecik-Bayırköy’de Çadırlı mevkii adında bir yer olduğu görülmüş ve sonrasında saha inceleme metodu ile burada bir kalenin varlığı tespit yapılmıştır. Bayırköyden Emekli Öğretmen Ali Osman Kavuştu20 ve İrfan Şişman’ın rehberliğinde Çadırlı Mevkiine ve kale alanına tırmanış gerçekleştirilmiş, kaynaklarda belirtildiği gibi terk edilmiş köy kalıntısına ve kalenin sağlam yapılarına ulaşılmıştır (Görsel-10). Kale duvarlarına ait izler dışında kalenin merdivenleri, su veya tahıl deposu gibi birçok yapı gözden uzak bir 20 25.11.1954 Bilecik-Bayırköy Doğumlkonumda olduğundan define tahribatına uğramayarak günümüze kadar ulaşmıştır (Görsel-11). Çadırlı Kalesi’nin yapı malzemelerinde kalker, granit, şist cinsi moloz ve kırma taşlar ile Roma harcı kullanıldığı görülmüştür (Nikolayidis, 2016, s. 30-31). Arkeologlar tarafından sur kalıntılarının Ortaçağ yapısı olduğu ve kalenin bu dönemde yoğun yerleşime sahne olduğu belirtilmektedir (Erpehlivan ve ark., 2022, s. 308-309). Çadırlı Kalesi’nin yeri hakkında Foss Cambazkayayı21 , Kaplanoğlu ise Yenişehir-Osmaneli arası Çiftlik-Değirmenli Dereleri arasını göstermektedir (Kaplanoğlu,2000, s.51). Bugüne kadar yerli ve yabancı araştırmacılar Çadırlının yeri hakkında farklı önerilerde bulunsalar da Çadırlı Kalesinin Bilecik-BayırköyÇadırlı mevkiinde olduğu hem isimlendirme hem de Osman Bey’in sefer güzergâhı açısından makul görünmektedir.u Ali Osman Kavuştu ile 16.07.2024 tarihi konumda olduğundan define tahribatına uğramayarak günümüze kadar ulaşmıştır (Görsel-11). Çadırlı Kalesi’nin yapı malzemelerinde kalker, granit, şist cinsi moloz ve kırma taşlar ile Roma harcı kullanıldığı görülmüştür (Nikolayidis, 2016, s. 30-31). Arkeologlar tarafından sur kalıntılarının Ortaçağ yapısı olduğu ve kalenin bu dönemde yoğun yerleşime sahne olduğu belirtilmektedir (Erpehlivan ve ark., 2022, s. 308-309). Çadırlı Kalesi’nin yeri hakkında Foss Cambazkayayı21 , Kaplanoğlu ise Yenişehir-Osmaneli arası Çiftlik-Değirmenli Dereleri arasını göstermektedir (Kaplanoğlu,2000, s.51). Bugüne kadar yerli ve yabancı araştırmacılar Çadırlının yeri hakkında farklı önerilerde bulunsalar da Çadırlı Kalesinin Bilecik-BayırköyÇadırlı mevkiinde olduğu hem isimlendirme hem de Osman Bey’in sefer güzergâhı açısından makul görünmektedir.
LEFKE (OSMANELİ) KALESİ
Lefke (Osmaneli)22, İznik ve Sakarya Nehri hattında bulunması sebebiyle stratejik bir noktadadır23. İlk Osmanlı kroniklerinde Osman Bey’in Sakarya Seferinde ele geçirdiği ilk kalelerden olan Lefke Kalesi (Öztürk, 2013b, s. 52-53) günümüze ulaşmamıştır (Görsel-18). Lefke Kalesi hakkında Evliya Çelebi (Atsız, 2013, s. 262-264) kare şeklinde, küçük taştan ve harap durumda olduğuna değinmiştir (Atsız, 2013, s. 262). XVI. asır Osmanlı kayıtlarında Lefke’de Baraklı, Savcıoğlu, Saru Balaban ve Hisar Mahallesi bulunmaktadır. Özellikle Lefke Hisar Mahallesi, evkaf defterinde Yörgüç Paşa vakfına bağlı olarak 31 neferlik vergi nufusu barındırmakta ve 32 haneden müteşekkildir (Turğut, 2015, s. 178-179). XIX. yüzyıla gelindiğinde ise Lefke Kazasında Hisar mahallesine tesadüf edilmemektedir (Doğan, 2023, s. 247). Muhtemelen mahalle, kalenin de herhangi bir parçasının kalmaması sebebiyle isim değişikliğine uğramıştır24 . Kale hakkında yerli araştırmacılardan Öztürk, Lefke Kalesini Selçik Köyü sınırları içerisinde bulunan Osmaneli Yeni Otogarının karşısında, Ankara-İstanbul karayolunun üzerinde göstermektedir (Öztürk, 2022, s. 200). Kalenin Lefkenin içerisinde yer aldığı muhakkak olmakla beraber; Osmaneli25 Belediyesi Eski Başkanı Münir Şahin, Lefke Hisar Mahallesinin Tekke Tepesi altında ve kilise etrafında olduğunu aktarmıştır. Nitekim bu alanda 2006 yılında yapılan Bilecik Kültür Envanteri çalışmalarında horasan harcı ile sıvanmış su sarnıcı da bulunmuştur (Çelik ve ark., 2006, s. 130).
LEFKE CAMBAZKAYA GÖZETLEME KULESİ
Osmaneli Merkez’e yaklaşık 9 km mesafede, Prof. Dr. Yunus Söylet İçmeler Tesisine yakın konumda bulunan Cambazkaya Gözetleme noktası, 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescillenmiştir26. Osman Bey’in 1304 tarihli seferinde Cambazkaya Gözetleme Kulesi’ni de ele geçirdiği muhtemeldir. Cambazkaya Gözetleme Kulesi’ne 2024 yılı temmuz ayında çıkılmış ve burada saha incelemesi gerçekleştirilmiştir. Gözetleme noktasının kalıntıları tapu kayıtlarında Cambazlar Tepe mevkii olarak kayıtlıdır (Görsel-22). Bu tepe Osmaneli Kızılöz Köyü sınırlarında kalmakta olup yolun sağ ve solunda iki tane Cambazkaya vardır. Yapılan çalışada bu istihkamın doğu tarafında kaldığı belirlenmiştir. Goltz Paşa hatıratında bölgeye değinir ve Cambazkaya hakkında: “Geniş bir bölgede karşılıklı iki tane izole dev gibi kocaman alçı taşı kayalıklar bulunuyordu. Bunlara Cambaz Kayalar adı verilmişti. Eskiden bir cambazın ipini bu kayalara bağlayarak nehrin üzerinden geçtiği söyleniyordu. Karşıda sol tarafta Roma dönemine ait eski bir yol vardı. Yanında Roma döneminde kalma sur kalıntısı bulunuyordu. Dörtgen şekilde hayret verici bir mağara da bulunmaktaydı.” şeklinde bilgi verir. (Goltz, 2023, s. 102-103).
GÖKSU GÖZETLEME KULELERİ
Osmaneli ilçe merkezine 15 km mesafede bulunan Göksu Gözetleme Kuleleri, Tapu kayıtlarında Osmaneli Çiftlik Köyü sınırlarında kalmakta olup tapuda kuleler mevkii adıyla bilinmektedir. Esasen bu alan yıllardır farklı araştırmacılar, arkeologlar tarafından defalarca ziyaret edilip incelenmiş; I. Haçlı Seferi’nden Osmanlı kuruluşuna kadar aktif olarak kullanılmış bir yerleşim yeri olduğu, Göksu Boğazını kontrol ettiği vurgulanmıştır. Bu araştırmada Göksu Kuleleri’ni önemli kılan unsur ise Osman Bey’in 1304 Sakarya Seferinde, Çadırlı ve Lefke Tekfurlarının kendisine tâbi olduktan sonra Samsa Çavuş’un Osman Bey’den Çadırlı ve Lefkeyi istemesi üzerine Osman Bey, Samsa Çavuş’a kroniklerdeki ifadeyle Lefke yakınında, dere ağzında, Yenişehir Suyu’nun27 yanında bir hisarcık vermiştir (Görsel-24), (Öztürk, 2013a, s. 35-36). Bölgede, Göksu, Düzmeşe, Selçuklu veya Bizans Kuleleri olarak bilinen kale alanının *Osmaneli ilçe merkezine 15 km mesafede bulunan Göksu Gözetleme Kuleleri, Tapu kayıtlarında Osmaneli Çiftlik Köyü sınırlarında kalmakta olup tapuda kuleler mevkii adıyla bilinmektedir. Esasen bu alan yıllardır farklı araştırmacılar, arkeologlar tarafından defalarca ziyaret edilip incelenmiş; I. Haçlı Seferi’nden Osmanlı kuruluşuna kadar aktif olarak kullanılmış bir yerleşim yeri olduğu, Göksu Boğazını kontrol ettiği vurgulanmıştır. Bu araştırmada Göksu Kuleleri’ni önemli kılan unsur ise Osman Bey’in 1304 Sakarya Seferinde, Çadırlı ve Lefke Tekfurlarının kendisine tâbi olduktan sonra Samsa Çavuş’un Osman Bey’den Çadırlı ve Lefkeyi istemesi üzerine Osman Bey, Samsa Çavuş’a kroniklerdeki ifadeyle Lefke yakınında, dere ağzında, Yenişehir Suyu’nun27 yanında bir hisarcık vermiştir (Görsel-24), (Öztürk, 2013a, s. 35-36). Bölgede, Göksu, Düzmeşe, Selçuklu veya Bizans Kuleleri olarak bilinen kale alanının kroniklerde geçen yer olması kuvvetle muhtemeldir. Bölge, Osmanlı kuruluş devri arkeolojisi bakımından “Çavuş Kalesi” olarak adlandırabilir.
SONUÇ
Osmanlı Kuruluş Coğrafyasında yapılan saha gözlem ve araştırmalarda, kroniklerde ve Osmanlı arşiv kayıtlarında bahsi geçen güzergâh, yol, kale, köy gibi yerlerin günümüzde karşılıklarının olduğu görülmektedir. İlk olarak Halil İnalcık’ın 1990’lı yılların başında Kuruluş Coğrafyası özelinde Bursa ve çevresinde yaptığı araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar saha çalışmasının önemini ortaya koymuştur. Kuruluş dönemine dair kaynakların azlığı da saha çalışmalarının hususiyetini arttırmaktadır. Bu çerçevede Osmanlı kuruluş sahasının teferruatlı bir şekilde gezilip araştırılması Osmanlı tarihine önemli katkılar sağlayacaktır. Bu amaç doğrultusunda 1304 Sakarya Seferinde kilit önem taşıyan Leblebici-Çadırlı ve Lefke Kaleleri, saha incelemesi merkeze alınarak araştırılmış ve çok önemli bulgulara ulaşılmıştır. Mevzu bahis kaleler, 1304 Sakarya Seferi ile kontrol altına alınmış ve bu seferin asıl maksadı olan İznik’in fethinin önünü açılmıştır. Kuruluş Devri Osmanlı kaleleri ve yerleşimleri denildiğinde; yerli veya yabancı birçok araştırmacı Bursa veya İznik gibi yerleşimlerin büyük kalelerini baz almakta ve Leblebici, Çadırlı veya Lefke denildiğinde devasa sur duvarları ve kaleler görmeyi beklemektedir. Bu durum bölge coğrafyasına da hâkim olunmadığında yanlış sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Halbuki çok eskiye gitmeden yakın dönemde dahi; örneğin 1990’lı yılların başında Bilecik merkez nüfusu 43 bin, Osmaneli nufusu ise 18 bin civarlarındadır. Kalelerin bulunduğu bir diğer alan Gölpazarının ise bu tarihlerde 15 bin nufusu vardır. Günümüzden yüzyıllar öncesine, Osmanlı Kuruluş dönemine gidildiğinde bölgede ne kadar nufusun yaşayabileceği ve yerleşimlerin ne kadar büyüklükte olabilecekleri anlaşılabilir. Dolayısıyla Osmanlı kuruluş tarihinde, Karacahisar (Eskişehir), İznik ve Bursa gibi Antik dönemden Ortaçağa ve günümüze kadar yoğun nufus hareketliliğinin olduğu yerlerdeki kale yerleşimleri ile Bilecik, Osmaneli, Gölpazarı ve diğer ufak yerleşimleri kale bazında kıyaslamak yanlış sonuçlar doğurabilir. Diğer yandan Kuruluş Coğrafyası dediğimiz sahada döneme ait mimari malzemenin az oluşunda dönemin şartları, definecilik gibi faktörler rol oynadığı gibi; bölgede 1921-1922 yıllarında yaşanan Türk-Yunan mücadelesinin bıraktığı tahribat ve cumhuriyetin ilk yıllarında tarihi eserleri korumadaki bilinçsizlik de etkili olmuştır 28 . Herşeye rağmen saha çalışmaları özellikle yazılı belge ve eserin kısıtlı olduğu bu dönemi aydınlatmada önemli bir rol oynamaya devam edecektir.
Bu haber toplam 55 defa okunmuştur

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.