’EĞER BU KALE DE DÜŞERSE...’
Prof. Dr. Azmi Özcan; "Eğer bu son kale de düşerse sadece bizim değil, insanlığın gidebileceği bir yer kalmayacak." diyerek son günlerde ülkemizin dört bir yanında yaşanan hadiselerle ilgili dikkat çekici tespitlerde bulundu. Rektör Özcan'ın analizleri büyük beğeni topladı.
H. Türker ÇOBAN
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi 2014-2015 yılı Akademik açılış töreni gerçekleştirildi.
13 Ekim Pazartesi günü Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Kapalı Spor salonunda gerçekleştirilen açılış törenine; Vali Ahmet Hamdi Nayir, Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanı Tuğgeneral Halis Zafer Koç, Belediye Başkan Vekili Nihat Can, İl Jandarma Komutanı Albay Alper Sır, Cumhuriyet Başsavcısı Kamil Yaşar, vali yardımcıları, ilçe belediye başkanları siyasi parti temsilcileri, İl Müdürleri, daire müdürleri, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.
Açılış konuşmalarını Vali Ahmet Hamdi Nayir ve Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan'ın yaptığı törende ayrıca; akademisyenler adına Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi ve İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Yusuf Cengiz Toplu ve öğrenciler adında Kimya Mühendisliği Öğrencisi Mustafa Kalaycı da konuşmalarını gerçekleştirdiler.
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan konuşmasıyla katılımcıları mest etti. Son günlerde ülkemizin dört bir yanında yaşanan hadiselerle ilgili dikkat çekici tespitlerde bulunan Rektör Özcan, yaşadığımız bölgenin önemine dikkat çekerek herkesin sorumluluklarına değindi.
Prof. Dr. Azmi özcan konuşmasında şunları kaydetti; "Sevgili hocamız üniversitelerin temel görevlerini sıraladılar. Bizler aslında geleceğimizi hazırlıyoruz ve böyle hassas bir sorumluluğumuz var ki; biz aslında çocuklarımızın dünyasını kuruyoruz. İnsan hayatında hile yapamayacağı tek değeri çocuktur. Eğer kuracağımız üniversitemizde çocuklarımız için kurarsak, inşa edeceğimiz şehirleri çocuklarımız için inşa edersek, imar edeceğimiz çevreyi çocuklarımız torunlarımız için imar edersek, bunun bilinci ile hayata tutunursak, dürüstlük noktasında ulaşacağımız en yüksek seviyeye ulaşacağımızı düşünüyoruz. O yüzden bu aziz milletin bize emanet ettiği çocuklarımız için en düşük seviyedeki arkadaşımızdan en üst düzeydeki arkadaşımıza kadar bütün camiamız olarak bu sorumluluğu yüreklerimizde hissediyor, hem bize yüklenen emanetin değerini ve şerefini bilip, hem de çocuklarımızı bekleyen tehditlere karşı onları nasıl bir şevkatle hazırlamak gerektiğinin bilincinde günlük vazifelerimizi yapmaya çalışıyoruz.
"BU ÜLKEDE YAŞAMANIN BEDELİ"
Eğer dünyanın bir ucunda yaşıyor olsaydık, belki bu konuşmaları yapıyor olmayacaktık. Sözgelimi Güney Amerika'da, Yeni Zelanda'da olsaydık. Ama dünyanın öyle bir bölgesinde yaşıyoruz ki adeta kızgın saç üzerindeyiz. Ayakta durabilmek için mütemadiyen zıplamak durumundayız. Bir bedeli var, her gün ödüyoruz. Son iki gün içerisinde 30'u aşkın vatandaşımız ve 10'u aşkın şehidimiz var. Bu ülkede yaşamanın bedeli. Biz ne kadar birbirimize sarılırsak sarılalım, bizi birbirimizden ayırmaya çalışacak güçler hep olacaktır. Çünkü dünyanın hikayesi buradan yazılıyor. Bu bedeli toplum olarak ödeyeceğiz ama toplumu bu bedele hazırlayacak olan o ülkenin aydınları, idarecileri, yani bizleriz. Topluma örnek olacak olanlar da bizleriz. Eğer bizler kendi günlük cari meselelerimiz yüzünden birbirimize düşersek, bizi izleyen, bizi takip eden toplumun diğer fertleri de bundan etkilenecektir. O yüzden bir anda bizim profesyonle hizmetimizi yaparken, bir yandan da topluma örnek olmak gibi bir sorumluluğumuz var. Eğer bu sorumluluğumuzu idrak etmez, sadece güç ve iktidar kavgası için, zenginlik ve güç kavgası için sadece kendi arzularımızı gerçekleştirmek ve benlik için toplumun, inançlarımızın ve değerlerimizin bütün hassasiyetlerini çiğnersek bir bilim insanı olarak, üniversite rektörü olarak, şimdiden sizlere ifade edeyim, tarihe not düşeyim. Biz bu yüz yılı çıkartamayız.
"EYVAH DEDİK AMA İŞ İŞTEN GEÇMİŞTİ"
Aşağı yukarı her 100 yıllık dönemde dünya yeniden kuruluyor. Yıl 2014. Yani 1. Cihan harbinin 100. yıldönümünü yaşıyoruz. Bundan 100 sene önce dünya yeniden kuruldu. Bir zamanlar kardeş olan bu coğrafya 40-50 parçaya parçalandı, bölündü. O günden bu güne malesef burası huzur, barış, istikrar , adalet görmüyor. Her gün gözyaşı, her gün ızdırap, her gün çile. Bunun pek çok analizi, tayini, izahı yapılabilir. Ama 100 yıl geçti. 100 yıl sonra biz tarihe pasif bir aktör olarak bugünlere ulaştık. Bugünlerde dünya yeniden kuruluyor. Hafızalarınızı biraz tazelemeye çalışın. 1990'da eski blok yıkıldığı zaman Sovyetler Birliği tarih sahnesinden çekildiği zaman kaçınılmaz olarak yeni bir dünyaya ihtiyaç vardı. 1990'larda. Masada oturması muhtemel güç odaklarından birisi beklenir ki Türkiye olsun. Ama o 90'lı yıllar tecrübeli olanlarımız hatırlayacaktır. Bizim kendi özel tarihimizin biriktirdiği bütün meselelerin gündeme getirildiği, birbirimizle kavgadan dışarıya bakamadığımız, faili meçhuller, toplumun seçkin bürokrat, aydın, siyasilerin suikastleri, Susurluk olayları, 28 Şubat olayları, Sivas katliamı, Başbağlar katliamı, daha pek çok şey. 2-3 defa ekonomik iflas. 2001'de gözümüzü bir açtık ki Balkanlar paylaşılmış, Türkistan coğrafyası paylaşılmış. 'Eyvah' dedik ama iş işten geçmişti. Resmin geri kalan parçası Ortadoğu ve Afrika'ydı. Şimdi o dizayn ediliyor ve biz birbirimize düşüyoruz.
"SIĞINACAĞIMIZ SON KALE, ANADOLU"
Hayata biraz dürüst bakan gönüllerin, kalplerin, beyinlerin buradaki çok basit ve sıradan olayları anlamaması için hiçbir neden yok. Ben size diyorum ki; Allah rızası için aramızdaki her ne mesele varsa, bu ülkenin, bu insanın, bu milletin sadece bu milletin değil, bütün insanlığın şeref ve haysiyetinin korunması için bunları 10-15 sene tehir edin. Eğer biz 1923'ü kaçırırsak bir 100 seneyi daha kaçırırız. Torunlarımız ve torunlarımızın torunları da bu zilletle yaşamaya devam edecekler. Bunun da sorumluluğu bizim üzerimizde.
Kendinizi küçük görmeyin, kendimizi küçük görmeyelim. Bu kültür, bu coğrafya bu Anadolu dünyanın tarihinin başından beri, ne zaman dünyanın herhangi bir yerinde insanlık zulme uğrasa, baskı ve şiddete uğrasa sığınabileceği bir ana kucağı gibi olmuş. İsveç'ten tutun, Polonya'dan tutun, Macaristan, İspanya, Balkanlar, Türkistan' dan Hindistan ve Kuzey Afrika'dan her nerede kim zulme uğrarsa sığınacağı son kalesi Anadolu olmuştur. Bugün bu Anadolu coğrafyasında saydığım ülkelerden, bölgelerden insan topluluklarının halen onurla yaşadıklarını görürürsünüz. Eğer bu son kale de düşerse sadece bizim değil, insanlığın gidebileceği bir yer kalmayacak. Omuzlarımızda böyle bir sorumluluk var. Bizi bu sorumluluğa hazırlayacak en temel kurum da eğitim kurumlarıdır. Üniversitemiz de bunun bir paydası. Üniversiteye vereceğimiz destek aslında kendimize vereceğimiz destektir. Üniversiteye göstereceğimiz ilgi aslında kendi kaderimize, kendi toplumumuza, kendi milletimize, kendi insanımıza göstereceğimiz ilgidir.
"YA DA TARİHİN PASİF BİR AKTÖRÜ OLARAK YAŞAMAYA DEVAM EDECEĞİZ"
Bu tablo ve izleyeceğimiz tanıtım filminde yedi yılın özeti, eğer bu ilgi ve destek bir nebze olsun sağlanırsa bu ülkenin çocuklarının neler başarabileceğini kısa bir özeti olacaktır. Unutmayalım; biz ne kadar iyi niyetli olursak olalım, düşmanlarımız bizim huzurumuzu, dengemizi bozmak için ellerinden geleni yapacaklar. Bunlar bazen bizden olacak, bazen isimleri bizden olacak, basen cisimleri bizden olacak. Çünkü bu coğrafyada bedelini ödemeden rahat etmek yok. Tarihte bu coğrafyada bizden uzun süre kalabilen medeniyet de yok. Yine size hatırlatayım; biz İspanya'dan 800 yıl sonra çıktık. Ama İstanbul'da henüz 500 yıldır oturuyoruz. Yani 500 yıl yeterli bir süre diye gaflete düşmek, Anadolu'da yeterince varız diye gaflete düşmek bizi tehdide götürür. Bunun bir tane yolu var çok çalışacağız. Çok üreteceğiz. Şu kadar iç borç, bu kadar dış borçla iddialarımızın arkasında durabilmemiz mümkün değil. Çok üreteceğiz, montaj sanayii yada ithalata dayalı ihracatla bu ülkenin kalkınması mümkün değil. Ya çok üreteceğiz inovasyona dayalı, patente dayalı. Ya da tarihin pasif bir aktörü olarak yaşamımıza devam edeceğiz.
"UYUŞTURUCU ÇETELERİ, AHLAKSIZLAR BURAYA MUSALLAT OLACAKLAR"
Bu süreçte bizi yolumuzdan ayırmaya çalışan güçler her yolu deneyecekler. Çocuklarımızı esir alacaklar. Çocuklarımızı bağımlı hale getirecekler. Bugün şehirimzde 16 bin kişilik bir aileye ulaşmış üniversitemiz var. Orta ölçekli bir üniversitesi. Bunun 4 bin civarı ilçelerimizde, diğer kısmı Bilecik merkezinde. Uyuşturucu çeteleri buraya musallat olacak. Ahlaksızlar buraya musallat olacak. Çocuklarımızı sizlerden, bizlerden koparmak ve onların ruhlarını köleleştirmek için ellerinden geleni yapacaklar. Bunlara kayıtsız kalamayız. Çünkü bu çocuklarımız bizlere emanet. Model olarak bunların karşılarına koydukları insanlar. Özgürlüğü bu milletin inançlarına saygısızlık olarak takdim edecekler. Kurbanımızla alay edecekler, bayramımızla alay edecekler. Ama unutmayın bu ülkeyi ve milleti geleceğe taşımak istiyorsak, bizlerin görevi onların değerleri ile alay etmek değil, onların değerlerini yeniden üretmektir. Çünkü biz onların hizmetkarıyız. Çünkü onlar kendilerinden, kazançlarından, alın terlerinden ayırarak kendi geleceklerini, çocuklarının geleceklerini hazırlamak için bizi görevlendiriyorlar. Yoksa bize kendimizden kaynaklanan hiçbir keramet yok. O zaman bu ülkenin ve bu milletin değerlerini yeni yüzyıllara taşıyacak açılımları üniversiteler üretecek. Bunun için de çalışmak durumundayız. Velhasıl kelam, yapacak çok işimiz var. Bizler aslında sizlerden ayrı bir kurum değiliz. Bizler sizlerin toplamıyız. Sizin geleceğe açılan kapınızız. Sizin önünüzü aydınlatan ışıklarınızız. Bizde ne kadar güç, ne kadar enerji olursa, geleceğimiz o kadar aydınlık olur. Geleceğe açılan kapılarımız o kadar geniş açılır.
"ONLARIN KANLARIYLA ÖDEDİKLERİ BEDELLERİ..."
Ülkemizin birlik ve dirliği için, milletimizin sağlık ve selameti için, gece gündüz her türlü şiddet, tehdit ve teröre karşı can siperane, vücutlarını siper eden, askerlerimize, polislerimize, emniyet güçlerimize bütün görevlilerimize sabırlar, kolaylıklar, şehitlerimize rahmetler diliyorum. Onların kanlarıyla ödedikleri bedelleri bizler mürekkeplerimizle ödemekle mükellefiz. O yüzden sevgili meslektaşlarım; sizin bu ülkeye yapabileceğiniz en büyük hizmet, üreteceğimiz bilimdir, alacağınız patent, yetiştireceğiniz öğrencilerdir. Hayatımızı ve vaktimizi ek ders planlaması peşinde koşarak geçirirsek ve hepsinden ötesi bilime, ehliyete, uzmanlığa asıl itibar etmesi gereken bizler olması gerekirken, kendimizden daha iyi hocalar olduğu halde çeşitli gerekçelerle kendimizi tercih edersek, bizler bu sorumluluğu yapmamış oluruz. Bizler bize emanet edilen çocukları hem bilgiyle, hem değerle geleceğe hazırlamak zorundayız. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi'nin hem bilimsel üretim, hem değerler itibariyle ülkemizin seçkin üniversiteleri arasına sokmak zorundayız. Bugün itibariyle memleketimizde bulunan üniversiteler arasında iyi bir konumumuz olduğu söylenebilir. Ama bu bizim gayretlerimizin ve bulunduğumuz bölge itibariyle, ulaşım imkanlarımızın kolaylığı itibariyle, biraz da onların katkısıyla sağlanmış birşey. Bölgesel olarak bizden daha geride olan pek çok üniversitelerden puanlarımız yüksek. Ama asıl yapacağımız hizmet, ülkemizin %50'lik dilimine giren öğrencileri buraya çekmektir. Üniversiteleri parlatan, patlatan bu seçkin öğrencilerin toplanmasıdır. Ne yazık ki bu öğrencilerin %100'e yakın bir kısmı İstanbul, Ankara gibi merkezlere gidiyor. Sevgili Bilecik'li sanayi ve ticaret ehli, varlıklı ailelerimiz, bize sağlayacağınız imkanlar, bu çocuklara sağlayacağınız imkanlar böyle nitelikli çocukları buraya davet edecek ve üniversitemiz kendine yakışan görevi ve misyonu yerine getirecektir.
"TOPLUMUN BÜTÜN PAYDAŞLARININ SORUMLULUĞU VAR"
Unutmayalım ki; bir üniversitenin değeri hem topluma yaptığı hizmetle ölçülecek, hem çevresinin sosyo kültürel yapısını oluşturmak olacaktır. O yüzden burada göreve başlarken hatırlattığım gibi sizlere bundan 6 sene önce; 'Bir sel geliyor, coşkun bir ırmak geliyor. Bu ırmaktan istifade edecek kanalları eğer tesis edebilirsek. Etrafımızı müthiş bir araziye çevirebiliriz. Eğer bu kanalları, bu sistemi inşa edemezsek, bu sel bu nehir bu şehiri siler süpürür' demiştim. Şimdi sokakta gördüğünüz üç beş kişiden biri üniversiteli. Genç, dinamik, enerjik, ailelerin şevkat ve merhametinden uzak. Değerli Bilecik'in idarecileri, şehrimizin temsilcileri, STK üyeleri, bu çocukları kaybetmemek, kazanmak istiyorsak bu çocukların beklentilerine uygun bir yapılamayı gerçekleştirmek durumundayız. Dikine değil, enine büyük insan onuruna yakışır caddeler, sokaklar inşa etmeliyiz. Mimarimiz bizim ruhumuzu dışarı aksettiren bir mimari olmalı. Sadece ranta ve kazanca dayalı bir mimari anlayışı olmamalı. Toplumun bütün paydaşlarına bu yolculukta düşen sorumluluk var. " dedi. Rektör Özcan'ın konuşmasının ardından Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi'nin gelişimini gözler önüne seren tanıtım filmi katılımcılara izletildi.
"KATETMEMİZ GEREKEN ÇOK ÖNEMLİ MESAFE VAR"
Daha sonra Vali Ahmet Hamdi Nayir konuşmasını gerçekleştirmek üzere kürsüde yerini aldı.
Vali Nayir; "Her insana bahşedilen nimetler var. Bunlardan bazıları üzerinde yaşadığımız coğrafyadan bize bahşediliyor. Havamız, suyumuz, yeraltı zenginliklerimiz, bitki örtümüz gibi bir kısmı da tarihimizden kültürümüzden akıp gelen, bizi biz eden değerler olarak bize bahşedilen nimetler var. Bu iki ayrı grup nimet; onsan istifade edebilecek, faydalanabilecek insan gücü ile kıymet kazanıyor, ehemmiyet kazanıyor, üretime dönüştürülebiliyor. Bunun da tek yolu eğitim. Bu nimetlerden istifade etmenin tek yolu eğitim. Okul öncesinden üniversiteye, üniversiteden sonraki araştırma geliştirme faaliyetlerine, akademik eğitimin son noktasına kadar her bir bölümü ayrı kıymetli ve değerli.
Dünya ölçeğinde baktığımızda yanlışım varsa düzeltmelerini istiyorum. Ülkemizde 200 civarında üniversitemiz var. Bunlardan 70 küsürü vakıf üniversitesi diğerleri devlet üniversitesi. Ama bir Amerika Birleşik Devletleri'nde 6bin civarında üniversitenin olduğunu, Japonya'da 1300 civarında üniversitenin olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla katetmemiz gereken büyük bir mesafe var. Yine girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği'ndeki rakamlara baktığımızda 30-34 yaş grubundaki nüfusun %37'si üniversite mezunu. Bizde bu rakam %12'ler civarında kalmış. Dolayısıyla bu açıdan katetmemiz gereken çok önemli bir mesafe var. Biraz önce rektörümüzü büyük bir heyecanla dinledik. Gönül dünyamızda çok değişik çağrışımlarda bulundular. Son yüz yılımızı, daha öncesini güzel bir analizle risklerimizi ve fırsatlarımızı bize gösterdiler. Bu konuşma bile başlı başına üniversitelerimizn ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermeye yeten bir analizdi. Ben kendi açımdan değerlendirdiğimde.
"ÜNİVERSİTEMİZ BEKLENTİLERİ YÜKSELTİYOR"
Büyük başarılarla bizlere övünç kaynağı olan üniversitemiz aynı zamanda bizdeki beklentilerin de yükselmesine sebep oluyor. Bilecik olarak, Bilecikliler olarak Türkiye olarak daha yüksek bir beklentiye ulaşmış oluyoruz ki bunu da başaracaklarından biz eminiz. Eğitimin her aşaması önemli ama üniversiteye başlangıç içerisinde kendi hayatımızdan da biliyoruz. Daha farklı bir ortam, daha farklı bir karakter yapısı oluşmasına sebep veriyor. İlk defa ailesinden kopan öğrenciler kendi ayakları üzerinde durmaya başlıyorlar. Sorumluluk duyguları gelişmeye başlıyor. Ailenin koruyucu kanatları altından çıkınca belki sabrı da beraberinde öğreniyorlar. Her istedikleri yanında olanlar, istediklerini yanlarında bulamayınca sabretmeyi de öğreniyorlar. Önyargıları oluşmuş bireyler iken ünversiteye geldiklerinde değişik çevrelerden gelen kişileri görüp tanımak, onlarla ilişkilerinde önyargılarını da değiştirme imkanı buluyorlar. Dolayısıyla her açıdan üniversite eğitimimiz bizim için çok önemli. Kişilerin karakterinin gelişmesini sağlıyor. Rektörümüzün vermiş olduğu hedefleri yakalama, o fırsatları elde etme bakımından da bu eğitimin çok önemli bir yeri var. " ifadelerini kullandı. Vali Nayir, yeni öğretim yılının başarılar getirmesi temennisinde bulundu.
Açılış töreninin ardından katılımcılara ikramlarda bulunuldu.
Bu haber toplam 0 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.