İRAN SINIRINA KADAR GİTTİK
Mücahid ERDAL
Dünki sayımda Şeytan köprüsü ve Muradiye Şelalerini anlatmıştım. Muradiye Şelalesindeki yemekten de kısaca bahsedeyim. Bir gurme kadar olmasa da yemeklerden de kısaca bahsetmek istiyorum. Van’ın en meşhur çorbası ayran aşı. Hiç böyle bir lezzeti tatmadım diyebilirim. Ardından kavurma ve tatlı vardı. Bir etin bu kadar lezzetli hale gelişini Van’a gidip test etmenizi isterim.
Muradiye şelalesindeki gezintimizin ardından İshakpaşa Sarayı’nı gezmek üzere yola çıktık. Giderken Çaldıran ovasından geçtik. Yolda meslektaşımız Mehmet Emin Toktaş, dönemin Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile Safevi Hükümdarı Şah İsmail arasındaki savaşı ve savaş öncesi halk arasında dolaşan efsaneyi anlattı.
Çok ilgimi çektiği için ben de size bu hikayeyi anlatmak istiyorum. Yavuz Sultan Selim Trabzona şehsade olarak gönderildiği zaman Padişah olmak için büyük bir azim ve gayret içersinde. Başarılı bir şehzade olduğunu kanıtlamak için Osmanlı’ya tehdit oluşturan Safevi devleti hakkında sürekli bilgi topluyor.
Safeviler Osmanlı ne zaman Batı’ya sefer düzenlese hemen sefere çıkıp Osmanlı’yı zor durumda bırakıyor. Bu tehdidi ortadan kaldırmak için şimdiki tabirle fizibilite çalışmasına başlıyor. Yetmiyor kendisi de tebdili kıyafetle bir tüccür kılığında Safevi devletine giriyor. Burada kendisini zengin bir tüccür göstermeyi başarıyor ve Safevi Devleti’nin Şahı Şah İsmail’in düzenlediği bir eğlenceye kendisini davet ettirmeyi başarıyor.
Bu davete katılan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’in satranca olan merakını bildiğinden satrançta Anadolu’da kendisini yenenin olmadığını, Şah İsmail ile satranç oynamak istediğini söylüyor. Şah İsmail’in kabul etmesi üzerine tüccar kılığındaki Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail satranç oynamaya başlıyorlar. İlk oyunda Yavuz Sultan Selim Şah İsmail’i yeniyor. Şah İsmail tekrar oynamak istiyor. İkinci seferde de Yavuz Sultan Selim Şah İsmail’i yeniyor. Şah İsmail karşısındaki tüccarı derhal gözünün önünden alınmasını istiyor.
Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’in sarayından ayrılıp ok gibi kendi sarayına dönmekte iken, Şah İsmail’in öfkesi dinmiyor ve “O tüccarı getirin kafasını vuracağım” diyor. Ama Yavuz Sultan Selim’i bulamıyorlar. Çünkü Yavuz çoktan Sarayına doğru yola çıkmış.
Yavuz Sultan Selim Şah İsmail ile satranç oynarken bir taraftan da onun savaş taktiklerini öğrenmiş oluyor. Zaten asıl amaçlardan birinin de bu olduğu anlatılıyor.
Gün oluyor devran dönüyor Yavuz Sultan Selim Padişah oluyor. Ve bir gün Safevi Devleti’nin üzerine yürüyor. Günlerce Safevi Devleti’nin arazisinde dolaşıyor. Ordularıyla karşılaşamayınca mektup yazıyor. Şah İsmail’e topraklarında dolaştığı halde karşısına çıkamayan Şah İsmail’e hakaret yollu ithamlarda bulunuyor.
Bunun üzerine Safavi Devleti’nin şahı Şah İsmail Çaldıran Ovasında Yavuz Sultan Selim’in karşısına çıkıyor. Savaşı Yavuz Sultan Selim kazanıyor. Safevi Devleti’nin Şahı Şah İsmail’i huzuruna getirttiği sırada Şah İsmail Yavuz Sultan Selim’i tanıyor. O esnada Yavuz Sultan Selim “Şah Mat” diyerek üçüncü satranç oyununu da kazandığını ve eski günleri hatırlatmış oluyor.
Tabi bunlar rivayet ne kadarı doğrudur, ne kadarı yanlıştır bilemiyorum. Ben burada Çaldıran Savaşını anlatmak istemiyorum. Çaldıran Savaşıyla ilgili doğru ve akademik bilgileri internetten, akademisyenlerden ulaşmak, öğrenmek mümkün. Ben sizlere halk arasında dolaşan ve bize intikal eden rivayeti hoşuma gittiği için anlattım.
Ama yine de ilgi çeken şu bilgiyi de vermeden geçmiyeyim “Çaldıran Savaşı ve Meydan Muharebesi Osmanlı Ordusu, Çaldıran Ovasına ova sırtından indi. Osmanlı Ordusunun merkezinde Yavuz Sultan Selim ve Kapıkulu Askerleri bulunuyordu. Sağ cenahta Anadolu Beylerbeyi Hadım Sinan Paşa, sol cenahta ise Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa bulunuyordu. Ordunun en önünde ise Azap askerleri konuşlanmıştı. Şah İsmail’in ordusu ise sağ cenahta en büyük kumandanları olan Durmuş Han Şamlu ve Nur Ali, sol cenahta Diyarbakır Beylerbeyi Ustacluoğlu Mehmet Han bulunuyor, Şah İsmail ve muhafızları ordunun en gerisinde ihtiyatta duruyorlardı. İki tarafın kuvvetleri de sayıca eşit durumdaydılar. Osmanlı ve Safevi ordularının takribi güçleri 80-100 Bin kişiydi. Bu denk güçlerin galibiyeti ancak savaş stratejileri ve askerlerin yetenekleri ile belirlenebilirdi.
Osmanlı ordusunun en muntazam birliği Yeni Çerilerdi. Buna karşın Safevi Ordusunun yarısından fazlası mükemmel niteliklerdeki süvarilerden oluşuyordu. Üstelik 2500 km’lik yolu kat eden yorgun Osmanlı Ordusuna karşın hızlı süvarilerden oluşan Safevi Ordusu stratejik olarak daha avantajlı durumdaydı. Şah İsmail’in savaş stratejisi Osmanlı Ordusunun yorgun düşmesi ve Süvarilerin taarruzlarına karşı koyamayacak duruma gelmesi üzerine planlanmıştı. Osmanlı Ordusu ise gönüllü genç Azap askerlerinin hızlı hareket ederek düşmanın savaş düzenini bozarak Yeni Çerilerin üstün savaş yetenekleriyle düşmanı bertaraf etmesi üzerine kurgulanmıştı.
Çaldıran Savaşı fevkalade bir şiddetle başladı. Safevi Ordusunun Sağ cenahı Osmanlı Ordusunun sol cenahını bozguna uğrattı. Topların zamanında ateşlenememesi ve Azap askerlerinin topların vurduğu yollardan içeri girememesi nedeniyle Safevilerin sağ cenahı Osmanlı ordusunun sol kanadına üstün geldi. Beylerbeyi Hasan Paşa ölünce Osmanlı Ordusunun sol kanadına düzensizlikler baş göstermeye başlamıştı. Sol cenahın zafiyetini Hadım Sinan Paşa’nın yerinde hamleleri tamamladı. Zamanında ateşlenen hafif toplar ile Safevi Ordusunun sol cenaha büyük zayiatlar verdirdi ve Safevi Ordusunun sol cenah kumandanı Ustacoğlu Mehmet bu taarruzla öldürüldü. Her iki ordunun da sol cenahları ağır zayiatlar vermiş, kumandanları öldürülmüş, sağ cenahları ise muvaffak olarak üstün gelmişti.
Bu eşitlik Yeni Çerilerin başarılı tüfek atışlarıyla Osmanlının lehine döndü. Safevi Ordusunun muvaffak olan sağ cenahını isabetli tüfek atışlarıyla bozguna uğratan Yeni Çeriler Şah İsmail’i de kolundan yaralamışlardı. Yeni Çerilerin tüfek atışlarıyla bozguna uğrattıkları Safevi Ordusu, Şah İsmail’inde yaralanması hasebiyle geri çekilmeye başladı. Şah İsmail’in esir düşmesi söz konusu iken Şah gibi giyinen bir seyis ortaya atılarak Şah İsmail benim diyince esir alındı. Şah İsmail’de hem ordusunu hem de sefer hazinesini arkasında bırakarak Tebriz’e kaçtı. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşından hemen sonra Tebriz’e doğru ilerledi. Osmanlı Ordusunun Tebriz’e yaklaştığını haber alan Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim’in gazabından kaçmak için İran içlerine kaçmak zorunda kaldı. Yavuz Sultan Selim, Tebriz’de 10 gün kadar kalarak burada yaşayan pek çok sanat erbabı, tüccar ve edebiyatçıyı İstanbul’a davet ederek seferini tamamladı ve İstanbul’a geri döndü.
Çaldıran Savaşı ile ilgili bu bilgileri vermiş oldum. İshakpaşa Sarayına doğru yola devam ederken Ağrı Dağı’nı görmeye başladık. Rehberimiz, meslektaşımız Mehmet Emin Toktaş Ağrı Dağı hakkında bilgiler vermeye başladı. Ben Ağrı Dağı ile ilgili ansiklopedik bilgileri vermek istemiyorum. Bunları her yerden öğrenmek mümkün. Ben size farklı olan bilgileri aktarmak istiyorum.
Çaldıran ovasından bir görünüm (internetten) (benim çektiğim fotoğraflardan)
Meslektaşım Mehmet Emin Toktaş’ın anlattığına göre Ağrı Dağı’nın zirvesi buzul. Buraya gelen dağcılar yüksek basınçtan dolayı çıkmakta zorlanıyor. Zirveye ulaşmak bir haftayı buluyormuş. Dağcılar önce 3000 rakımda mola verip, daha sonra yukarı gidip gelerek önce vücutlarını yüksek basınca alıştırdıkları, daha sonra zirveye tırmandıklarını anlattı.
Zirveye tırmanırken çok sayıda dağcının da hayatını kaybettiği bilgisini verdi. Ben şahsen soğuğu pek sevmem. Ağrı Dağı’nın zirvesine tırmanınca nasıl bir haz duyulur, neden çıkılmak istenir bunu da pek anlamış değilim. Neyse herkesin merakı ve ilgi alanı farklı, saygımız var.
Araziden geçmeye devam ediyoruz. Bitki örtüsüne bakıyorum. Gerçi bitki görmekte çok zor. Dağlar çıplak. Kayalık. Vokal olarak bazı yerlerde buğday ekilmiş. Uzaktan bazı köyleri gördüm. Arazi çok az. Allah’ım bu insanlar ne ile geçimlerini kazanıyorlar diye kendi kendime sordum. Zor şartlar altında bir hayat olduğu belli. 1500’lü yıllarda bir yanardağ patlaması olmuş. Mağmalar, taşlar arazi üzerinde. Allah kolaylık versin.
Yol uzun biz gitmeye devam ediyoruz. Derken Öğle namazı vakti geçmesin diye bir köye girdik. Caminin önünde iki aracı park ettik. Cami avlusuna girerken Camiden Çocukların çıktığını gördük. Meğer Kur’an Kursu saatine denk gelmişiz.
Bizleri sıcak bir şekilde karşıladılar. “Hoş geldiniz” dediler. Beraber hatıra fotoğrafı çekindik. Öğle namazından sonra Caminin vaaz verilen minberi çok ilginç geldi. Sizler için fotoğrafını çektim.
Camiden çıktıktan sonra köyün çocukları arabaların yanlarına toplaşmış. Babaları da vardı. Bize hoş geldiniz dediler. Hal hatır sordular. Memleketimizi sordular. Anlattık Bilecik’ten, Bursa’dan Van’ı gezmek için geldiğimizi söyledik. İshakpaşa sarayına, oradan da Ahmedi Hani türbesini ziyaret edeceğimizi anlattık.
Büyük bir misafirperverlik gösteren köylüler gitmeyin, yemek yiyelim, kuzu keselim, akşam isterseniz kalın misafir edelim diye söylediler. İçten, saf, temiz halisane duygularla gösterdikleri misafirperverlikten etkilenmemek mümkün değil.
Vedalaşarak yolumuza devam ettik. Yolda bu köye bir zamanlar polisin, jandarmanın giremediğinden bahsedildi. Hayret verici bir durum. Bu kadar misafirperver olan, iyi niyetli olan bir köyün güvenlik güçlerimizle karşı karşıya gelecek olmasına insanın aklı sırrı almıyor. Kardeşler arasında fitne ve nifak tohumu atanların bir dönem gergin oluşturduğundan başka bir şeye yorumlamıyorum. Yine de inancımız, gelenek ve göreneklerimiz bizi birbirimize beton gibi bağlıyor.
Kardeşlerin birbirinden ayrılamayacağı ifade edilirken “Et tırnaktan vazgeçmez” denir. İşte bunun göstergesini bu köyde görmüş ve yaşamış olduk.
Ağrı Dağı eteklerinden Doğubeyazıt’a doğru yolumuz devam ediyor. Aynı arazi yapısında bir değişiklik yok. Araçta giderken bir ara kulaklarım tıkanmaya başladı. Meğer yolda 2000’li rakımlara çıkmışız. Neyse gide gide yol bitiyor. Doğubeyazıt’a vardık. Büyük bir askeri birlik tüm heybetiyle ilçede duruyor.
İnsanların giyim kuşamları neredeyse batıyla aynı diyebilirim. Orada insanların simalarından tahmin ettiğime göre batı şehirlerinden olup Doğubeyazıt’da memur olan pek çok vatandaşı alışveriş yaparken, günlük hayatını devam ettirirken gördüm. Bizim televizyonlarda gördüğümüz bazı gerginlikler acaba başka bir ülkede mi diye kendi kendime espri yaptım. Gayet huzurlu, insanların birbirine nazik davrandığı bir ortam.
Bu haber toplam 0 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.