KOALİSYON KISKACINDA TÜRKİYE VE HÜKÜMET SİSTEMİ ARAYIŞLARI
Doç. Dr. Mehmet Ali Zengin - - Köşe yazısı
7 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo uzun bir tek parti iktidarından sonra ülkenin tekrar koalisyonla yönetilmesini gündeme getirmiştir. Mevcut durumda AK Parti ve CHP arasındaki anlaşmazlık ve MHP’nin tutumuna bakılacak olunursa şu an için her hangi bir koalisyonun kurulması zor görünmektedir. Bununla birlikte artan terör saldırıları ve Suriye meselesi gibi ülkemiz açısından son derece ciddi tehditlerin etrafımızı sardığı böylesi bir dönemde güçlü ve etkin bir hükümetin kurulamaması ya da kurulamayacak olması başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda ülkemizi ciddi sıkıntılara sokacaktır. Acaba hükümetin kurulamaması ve ortaya çıkan belirsizliğin harareti ile alevlenen böylesi bir atmosferde sorunun kaynağını ve çözüm yollarını nerede aramak gerekecektir? Bu noktada sorunun kaynağını seçmenin verdiği mesajda, parti liderleri ya da parti kadrolarında aramak yanlış olacaktır. Zira sorun bizatihi parlamenter sistemin kendisinde yatmaktadır. Parlamenter sistem olduğu sürece ülkenin zayıf koalisyon hükümetleriyle yönetilmesi hatta şu anda olduğu gibi koalisyon hükümetlerinin dahi bulunmadığı uzun süreli “işgüder hükümet dönemleri” ni (işgüder hükümet, görevi sona eren hükümetin yeni hükümet kuruluncaya kadar görevde kalmasıyla ortaya çıkar) görmemiz ihtimal dâhilinde olacaktır. Bununla birlikte koalisyon kurmak için görüşen siyasi partilerin hükümeti kuramamakla itham edilmeleri anlamsızdır. Çünkü siyasi partilerin birbirinden farklı olmaları yani farklı ideoloji ve düşünce yapısına sahip olmaları gayet doğaldır. Özellikle ülkemizde siyasi geçişlerin sert olduğu, diğer bir ifadeyle ideolojilerin sert bir şekilde ayrıştığı bir siyasi zeminde koalisyon mucizesinin yaşanması oldukça güçtür. Ayrıca bu noktada koalisyon lafı gündeme geldiğinde hemen “siyasi etik” ya da “siyasi uzlaşı” kavramlarının kullanılmasını ülke gerçeklerine uygun bulmamaktayım. Teori açısından siyasi partilerin bir araya gelebilmeleri, ortak değerler etrafında uzlaşabilmeleri, siyasi kutuplaşmanın önüne geçilmesi gibi söylemler kulağa hoş gelse de ülke gerçekleri düşünüldüğünde bunların pratik geçerlilikleri bulunmamaktadır. Onun için koalisyon görüşmeleri yapan partilerin kendilerini, tüm değerlerini koalisyon uğruna feda etmelerini beklemek siyasi partilerin demokratik fonksiyonu ile bağdaşmaz. Bununla birlikte her şeye rağmen bir koalisyonun kurulduğunu farz edelim… Yine de bu tür bir hükümetten hayır gelmeyeceği ortadadır. Hani Anadolu’muzda “zorla yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş derler” ya, güçlü ve etkin olamayan bir hükümetten fayda beklemek doğru olmayacaktır. Bu noktada koalisyonlar konusunda taşıdığımız olumsuz düşüncelerin bir takım dayanakları bulunmaktadır;
Öncelikle ülkemizin gerçekleri dikkate alındığında koalisyon, siyasetin ya da ülkeyi yönetebilmenin mantığına aykırıdır. Düşünsenize seçimden önce aylarca birbirine laflarını esirgemeyen, çok ağır sözler söyleyen, hatta ağır ithamlarda bulunan partililer bugün bir masa etrafında toplanıp, el sıkışma, yani ortaklaşa ülkeyi yönetme çabası içerisine girmektedirler. Bu durum insanın doğasına aykırıdır ve geçmişte ülkemiz bunun sancılarını bizzat çekmiştir. Bu nedenle de geçmişte yaşanan koalisyon dönemlerini ders almamız gereken acı tecrübeler olarak değerlendirmekteyim. İkinci olarak ülkemizde parlamenter sistem siyasi yozlaşmaya daha yatkın bir vaziyettedir. Her ne kadar bugün için söz konusu olmasa da geçmişte koalisyon kurulma aşamalarında ortaya çıkmış bulunan milletvekili transfer pazarlıkları ya da mecliste birden bire ortaya çıkan yapay partiler hafızlarımızdaki yerini halen korumaktadır. Parlamenter sisteme yöneltilen üçüncü eleştiri parlamenter sistemde çoğu zaman küçük partilerin sistemi kilitlediği şeklindedir. Örneğin 8 milletvekiline sahip bir parti 4 bakanlık isteyebilmekte ve bir anlamda diğer partilere “işinize gelirse” mesajını verebilmektedir. Hal böyle olunca da koalisyon ortağı partiler arasında paylaştırılacak bakanlık sayılarının artırılması kaçınılmaz olacaktır. Elbette ki böyle bir durumun ülkemize önemli bir maliyeti olacaktır. Parlamenter sistemin bir diğer eleştirisi ise ülkemiz demokrasisi bakımından ciddi krizlere yol açmasıdır. Buna göre güçlü ve uzun ömürlü hükümetlerin kurulamayışı sistemi bir sorun yumağı haline getirmektedir. Bu durumda da kısa süreli ve zayıf koalisyonlar yüzünden ülkenin siyaseten yönetilemediği, yani parlamenter sistemin işletilemediği dönemlerde vesayet makamlarının “siz ülkeyi yönetemezseniz, biz yönetiriz” gerekçesiyle siyasi hayata müdahale ettikleri hatta darbe yaptıkları görülmektedir.
Öte yandan ülkemizde bugüne kadar meydana gelen önemli ilerlemelerin büyük oranda tek parti hükümetleri döneminde ortaya çıktığı bir gerçektir. Söz konusu ilerlemelerin meydana gelişinde toplumun geniş desteğine sahip olan liderlerin karizmaları önemli bir paya sahiptir. Hatta bu dönemler partilerden ziyade liderlerin adlarıyla anılmaktadır. (Menderes dönemi, Demirel dönemi, Özallı yıllar gibi) Buna göre ülkemizde parlamenter rejimin işletilebilmesi tek parti hükümetlerine, tek parti hükümetleri de “karizmatik liderlerin” varlığına bağlıdır. Bu durumda ülkemiz koşullarında güçlü tek parti hükümetlerinin kurulabilmesi ve parlamenter sistemin işletilebilmesi için tıpkı yağmur duası gibi “karizmatik lider duası” na çıkmak gerekecektir. Türk siyasi hayatında liderler her zaman ön planda olmuşlardır. Buna göre kemikleşmiş, ideolojik saplantı içerisinde olmayan seçmenler partilerden ziyade liderleri göz önüne alarak oy kullanma eğilimindedir. (Ülkemizde seçmenlerin çoğu oy verdiği partinin tüzük ya da programı ile ilgilenmez) Böyle bir durumda ülkemizde parlamenter sistemin işleyişi liderlere yani kişilere endekslenmektedir. Kişilere endekslenen bir sistemin istikrarından söz edilemez. İstikrar ülkemiz açısından sihirli bir kelimedir ve istikrar beraberinde her zaman gücü getirmiştir. Bulunduğumuz coğrafyada yaşamanın maliyeti her zaman ağır olmuştur ve bunun için de ağır bedeller ödenmiştir. Bu nedenle siyasi rengi nasıl olursa olsun her zaman için ülkemizin vazgeçilmezi, istikrarlı ve güçlü hükümetler olacaktır. Bu noktada istikrar olgusunu liderlere değil bizatihi sistemin kendisine yüklemek zaruridir. Buna göre tek başlı ve doğrudan halk tarafından oluşturulan bir yürütmenin varlığı halinde karizmatik liderlere ihtiyaç duyulmadan sistemin bizatihi kendisi otomatik olarak hükümetin kurulmasını sağlayacak ve ülke belirsizlik batağından kurtulacaktır. Diğer yandan tek başlı ve doğrudan halkın seçimiyle oluşan yürütme modeli günümüzde pratik olarak uygulanabilen bir modeldir. Buna göre amaç hükümetin krizsiz olarak kurulması ve istikrarıdır. İşte Amerikalıların olaylara pragmatik yaklaşımları kendisini bu konuda da göstermektedir. Amerikalılar sistemin ne olduğundan çok, nasıl işletilebileceği ile ilgilenirler… Buna göre parlamenter sistem örneğinde görüldüğü üzere biz ülkenin nasıl yönetileceğinden çok önce, daha baştan ülkeyi yönetecek hükümetin nasıl kurulacağı noktasında sistemi tıkıyor, tüm enerjimizi buna harcıyor ve bu krizin içerisinde boğuluyoruz.
ABD’den bahsetmişken Alman sistemine de değinmek yerinde olacaktır. Zira Almaya gibi başarılı koalisyonların bulunduğu ülkeleri örnek olarak göstermek ve bunu parlamenter sistemi savunmanın bir aracı olarak kullanmak tıpkı 43 numara ayakkabı giyen birisine 41 numara ayakkabı giydirmeye çalışmaya benzer. Buna göre her ülkenin kendine has özellikleri vardır ve siyasi sistemlerin tesisinde bu özellikler mutlaka dikkate alınmalıdır. Almanya’nın sahip olduğu siyasi yapı ya da kültür ile ülkemiz arasında farklılıklar bulunmaktadır. Yine aynı durum ABD ve başkanlık sistemi açısından da geçerlidir. Buna göre ABD modeli başkanlık sisteminin ülkemizde uygulanması halinde de ciddi sorunlar ortaya çıkacaktır. Peki, sorunun çözümü nasıl olacaktır? Öncelikle sorunun teşhisi yoluna gidilmeli yani mevcut durumun fotoğrafı çekilmeli ondan sonra tedavi yoluna gidilip, tüm unsurlarıyla kendi bilim insanlarımızın, hukukçularımızın kurgulayacağı MİLLİ bir hükümet sistemi modelinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu noktada henüz koalisyonun kurulamaması ve kurulacak gibi gözükmemesi parlamenter sisteme yöneltilen eleştirileri haklı çıkarmakta, ortaya çıkan krizleri pratikte, bizatihi yaşayarak görmemizi sağlamaktadır. Bu bakımdan hükümet sistemi arayışımız “seni başkan yapmayacağız” ya da “padişahlık sevdası” söylemleri gibi son derece ucuz bir politik malzeme olmanın çok ötesinde, siyaset üstü bir mevzudur. Gerek ülkemizin kendine özgü yapısı gerekse içinde bulunduğumuz sancılı coğrafya, istikrar unsurunu birinci öncelik olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu noktada istikrar kavramı ile demokrasi ve hukuk devleti kavramlarının maksatlı olarak karşı karşıya getirildiğini görmekteyiz. Buna göre istikrar hiçbir zaman demokrasi ve hukuk devletinin karşıtı ya da alternatifi olmamıştır. Bilakis istikrar, demokraside istikrar, hukuk devletinin muhafazasında istikrar gibi her iki kavramı güçlendirecek çok yönlü bir kavramdır. Bu bakımdan milli hükümet sistemimiz demokrasi ve hukuk devleti temelleri üzerine inşa edilecektir. Buna karşın böylesine önemli ve siyaset üstü bir mesele bazı kesimler tarafından partizanca çarpıtılmakta, konunun tartışılmasına dahi tahammül edilmeden, doğrudan ret kampanyaları başlatılmaktadır. Oysaki içinde bulunduğumuz süreç “Milli Hükümet Sistemi”nin tesisi bakımından önemli bir dönüm noktasıdır ve öyle inanıyorum ki tarih bizi haklı çıkaracaktır…
Doç. Dr. Mehmet Ali Zengin Kimdir?
Aslen Bilecik Deresakarı Köyündendir. Rahmetli olan J.Kd. Albay Niyazi Zengin’in oğludur. İlk ve orta okulu yurdun çeşitli bölgelerinde, liseyi ise Bilecik Ertuğrulgazi Lisesi’nde tamamlamıştır. 2004 yılında hukuk fakültesinden derece ile mezun olan Zengin, 2004-2005 yıllarında Bilecik Barosu’nda avukatlık stajını tamamlamış, ardından mezun olduğu Konya Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olarak göreve başlamıştır. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde akademik çalışmalar yapmıştır. Doktora eğitimi sırasında ise İngiltere’nin Nottingham Üniversitesi’nde bulunmuştur. 2011-2013 yılları arasında TBMM de Yeni Anayasa çalışmaları için oluşturulan ve başkanlığını Cemil Çiçek’in yaptığı Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda görev almıştır. YÖK Hukuk Alt Komisyonu ile Ankara İl İnsan Hakları Kurulu üyesi olan Zengin, merkezi İskoçya’da bulunan Avrupa Sağlık Hukuku Derneği’nin temsilciliğini yürütmektedir. Ülkemizin en genç hukuk doçentleri arasında yer alan Zengin, 2010 yılında Anakara’da devlet üniversitesi olarak kurulan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi hukuk eğitiminin İngilizce olarak verildiği, devlete ait ilk fakülte olma özelliğini taşımaktadır. Anayasa Hukuku, Ceza Hukuku ve Sağlık Hukuku alanlarında dersler veren Zengin, iyi derecede İngilizce ve Rusça bilmektedir.
Bu haber toplam 0 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.