KUMPAS ÇÖKTÜ

KUMPAS ÇÖKTÜ

FETÖ’cü iddiasıyla Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’nden ihraç edilen Prof. Dr. Abdülkadir İlgen, 3 yıl süren mahkemelerin ardından beraat etti. Prof. Dr. İlgen, beraat kararının kendisine tebliğ edilmesinin ardından aşağıdaki yazıyı kaleme aldı. 


KUMPAS ÇÖKTÜ

Abdulkadir İLGEN

Çok saygıdeğer Bilecikli hemşerilerim. Uzun süredir devam eden bir dava nihayet sona erdi. Beraat ettim. Bendeniz kariyerimin büyük bölümünü Bilecik’te geçirdim. Uzun yıllar üniversitede üst düzey görevler üstlendim. Yerel basında yazılar yazdım. Sivil Toplum örgütleri ve bilhassa Bilecik Türk Ocağında iki dönem üst üste başkanlık görevi yürüttüm. Bu yüzden hep kamuoyu önünde bulundum. Dolayısıyla bir basın açıklaması yapmam gerekti. Bu tür açıklamalar kamuoyunun sağlıklı bilgilendirilmesi açısından bilhassa önemlidir. Bu haliyle kamusal bir görev de sayılabilirler. Nihayetinde yapacağım açıklamalar sadece şahsımı değil, aynı zamanda kamuda görev yapan kişileri, dolayısıyla da bütün Bilecik halkını ilgilendiriyor. Bu bakımdan mutlaka bir açıklama yapılması zarureti vardı. Daha önce “iki basın açıklaması” yaptım ve yine bu gazetede yayımladım. Şimdi de aynı yolu seçtim. Saygıyla arz ederim.  

Öncelikle kumpas çöktü. Adalet tecelli etti. İlk söz budur!

Attıkları çamur üzerimize yapışmadı, yapışamazdı da. Dedikodu, tahmin, spekülasyon ve “oluşturulmuş” kurgu ve kanaatler üzerine kurulu bir komplo sona erdi. Hakkımda bir yığın kişi ileri geri konuştu, yalan yanlış iftiralar attı. Bunlar içinde kimler yoktu ki: eşini, namusunu ve çocuklarını bana emanet eden ve sonra da hiçbir utanma, arlanma duygusu taşımadan arkamdan fırıldak çeviren kanı bozuklar çıktı. Çıkmadı değil. Keşke ben de senin gibi bir babanın oğlu olsaydım deyip de arkamdan iş çeviren sütü bozuk şaklabanlar gördüm. Bunları çoğaltabiliriz. Devletin alt düzey memurlarına ayakçılık yapan, sonra da “derin devlet” havalarına giren yavşaklar tanıdım. Alt düzey yavşaklar. Devletin emanet ettiği koltuğun kadrini bilmeyip de bunlara itibar eden yavşaklar da tanıdım. O da ayrı bir mesele.

 Çete ve iplerini tutan zorbalar zorla suç ihdas etmeye, linç etmeye çalıştı. Şimdi sıra bunun müsebbiplerinde. Hatırlanacaktır. Ben daha önce iki kez basın açıklaması yaptım. Bu açıklamalarda somut iddia ve suçlamalarda bulundum. Hiçbirine tek bir cevap verilmedi. Muhtemelen bundan sonra da bazı açıklamalarım olacak. İşin sahipleri adeta lâl kesildi. Tarafların tamamı suskunluğa büründü. Oysa açıklama yapabilir veya beni dava edebilirlerdi ama yapmadılar. Bunu yaparlarsa, suçlamalarımın mahkeme tarafından tescillenmesinden korktular.  

Nihayet bugüne gelindi. Yapılacak iş belli: hakkımdaki karar süreçlerinde rolleri bulunan herkesle hesaplaşmak. Öncelikle iftira sahipleri, sonra başta İbrahim TAŞ olmak üzere Cihan DARCAN ve yakın avenesi. İftiranın içinde rektör ve Cihan DARCAN da var. İş komisyon üyeleri üzerinden yapılmış gözükse de, bilhassa hukuk müşavirliği de rektör ve genel sekreterin bilgisi dâhilinde işin içinde. Boğazlarına kadar pisliğe batmışlar. Elimde komisyon raporu ve “idarenin” raporu duruyor.

Burada kilit isim Cihan DARCAN. Bu kifayetsiz, çok ucuz işlere girmiş. Düpedüz hafiyeciliğe soyunmuş. Hiçbir şey gizli kalmıyor. Etraf söylenti ve itiraftan geçilmiyor. Söylenenlere göre kara çalmak ve zemin yapmak için adam ayartmış, tertip yapmış bu muhterem. Bunu bizzat işin muhatapları söylüyor. Herif üniversite içinde ve dışında birilerine adam göndererek aleyhimde ifade vermelerini istemiş. Bazılarını zorlamış. Bunu sadece benim için yapmamış. Başkaları için de yapmış. Ortada o kadar çok örnek var ki. Hangi birini söyleyeyim. Bunu da bizzat işin muhatapları anlatıyor. Mutemet adamları da konuşmaya başlamış. Anlayacağınız bal gibi kumpas kurmuş. Adam ayartmakta çok başarılı olamamış ki, iş İbrahim’e (TAŞ) kalmış. O da bula bula kendini de riske ederek Mustafa TIĞ gibilerini bulabilmiş. Kendini de riske atmış diyorum, çünkü herif (Mustafa TIĞ) İbrahim’in kapı komşusu, kankası.

Rektör olacak zat-ı muhterem ve Cihan sadece bunları yapmamış. Arz edeyim. Mahkeme geriye dönük olarak tam ÜÇ YIL şahsıma ait telefon kayıtları, banka hesap hareketleri, dijital kayıtlar, maddî belge ve dokümanlar, gazete ve dergilerde kaleme aldıklarım, tanık beyanları, somut olgular vs her şeyi “bir bütün halinde” araştırdı, inceledi, değerlendirdi ve nihayet bir karara vardı: BERAAT.  Bu arada Türkiye genelindeki bütün Fetö soruşturmaları dâhil dijital ve maddi bulgu/belge her şeyde ismim arandı. Bunu zaten sistem otomatik olarak yapıyor. Hepsi temiz çıktı. Kumpası kuranların hesabı şuydu: hele bir MR’a girsin. Orada nasıl olsa bir şeyler çıkar; çıkmazsa da zaten olan olmuş, atı alan Üsküdar’ı geçer dediler. Temizlesin temizleyebilirse kendini diye düşündüler.  Olmadı. Yoktu.

Sonra ne yaptılar? Bunlar (İbrahim TAŞ ve Cihan DARCAN) hiçbir akıl, mantık ve insaf süzgecine uymayan bir tercihle, “örgütlü bir çete” (bunların üçü şehri terk etti, kaçtılar) ve bunların ifadelerini merkeze aldılar. Soruşturma öncesi piyasaya sürülen DİJİTAL iftira belgesi de bu kumpasın bir parçasıydı. Onu da iliştirdiler. Bu da KOMİSYON kayıtlarına girdi. Bu dijital iftira ve karalama belgesi ayrı bir konu ve hesabı ayrıca mahkemelerde görülecek. Bunu hazırlayıp piyasaya süren ŞEREFSİZ güruhu hâlâ ortada yok. Sessizliğe gömüldüler. Yönetim (Rektör ve Cihan Darcan) ve KOMİSYON o paçavrayı merkeze aldı. Bilerek ve isteyerek yaptılar bunu. Yetmedi, şehir dışından isimler buldular. Bu ikincilerinin mucidi Hüseyin SADOĞLU ve avenesi idi. Beyefendi sonradan kaçtı, terk etti şehri. Yanındakiler de öyle. Salih ASLAN ve Hakan ÇELİK; bu ikisi de kaçtı. Sadece Hakan OLGUN denilen işbirlikçi kaldı. O da sanırım Katip Çelebi dâhil sağda solda yer arıyormuş. İmkân bulursa o da kaçar. Herif okula bile arka kapılardan giriyor, gözden uzak durmak istiyormuş. Psikoloji o derece çökmüş. Bütün bunlardan da hiçbir şey çıkaramadılar. Ve adamlar bununla yetinmemiş ve meslekten çıkarma gerekçesi olarak komisyona utanmadan şunları göndermişler. Örnek olarak bazılarını veriyorum:

“…Örgüt yönetimi ile yakın ilişkilerinin bulunduğu, açık bir dille örgüt yanlısı olduğunu beyan ettiği, örgütün söylemlerini dile getirdiği, örgütün organizasyonlarına katılımcı davet ettiği, örgüt mensubu olduğunu perdeleme amacıyla farklı stk’larda yer aldığı, darbenin meşruiyetine dair söylemleri bulunduğu, örgüt adına para topladığı, örgüt yönetiminden Ekrem Dumanlı ile yüz yüze görüşmelerinin bulunduğu, örgüt mensupları ile birlikte hareket ettiği, örgüt ile iltisaklı Bank Asya’ya para yatırılması telkininde bulunduğu, örgütün toplantılarına katıldığı vs.

İddia sahibi iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. Mesela ben bunlara “şerefsiz, haysiyetsiz” desem, bunu ispatlamam gerekir. Aksi halde suçlu bulunur ceza alırım. Hal böyleyken söz konusu soyut ifadeler “kanıt” diye devletin resmî evrakına sokulabilmiş. Yukarıdaki hallerin bırakın tamamını, herhangi biri bile birisinde bulunsa örgüte üyelik, yardım ve yataklıktan ceza alır hapse girerdi. Oysa ne polis, ne savcılık ne de mahkeme safahatının hiçbirinde bu tür suçlamalar veya herhangi biriyle itham edilmedim, suçlanmadım. Üniversitenin oluşturduğu sözüm ona komisyon da bu tür sorulardan hiçbirini sormadı. “Arkadaşlar” ilgisini bugün bile anlayamadığım “dünya sistemi” gibi alakasız konulara girdiler. O da devletin resmî kayıtlarına girdi. Fakat ekip başka, bunlar yasaları çiğneyerek bu ve benzeri bir yığın iftirayı devletin resmî belgelerine sokmuşlar. Böylece kurumları yanılttılar, suç işlediler.

Şayet bu iddialar kurumları manipüle etmek için değil de gerçekten vaki ise, ne diye bununla ilgili mahkemelere suç duyurusunda bulunmadılar? Eğer böyleyse, bu da suçluyu koruma ya da yargıyı yanıltma anlamına gelmez mi? Ve eğer böyleyse, ortada işlenmiş bir suç yok mudur? Yukarıda “tırnak içinde” verdiğim iddialardan yalnızca biri, evet yalnızca biri mahkemede dile getirildi. O da somut bir olgu olarak değil, sadece iddia olarak. Hakan ÇELİK savurdu o iddiayı. Hayal gücünün sınırlarına bir türlü eremediğimiz “deha”, burada da farkını gösterdi ve beni Ekrem Dumanlı ile görüştürdü. Antalya Serik’te bana villa bile aldıran bu sanrılı kafanın bu tür hezeyanlar savurması tuhaf değil. Kendisini Türk hekimlerine emanet ediyorum. Diğer iddiaları “kesin belgesi varmış” gibi sunan ve devletin resmi evrakına yazdıran ise İbrahim TAŞ ve Cihan DARCAN.  

Tertip bununla bitmemiş. Rektör ve Komisyon meslekten çıkarmak için asgari kriterler koymuş. Buna da bir sınır koymuşlar. Asgari ÜÇ (3) kriteri tutturan atılsın demişler. Ama ona da uymamışlar. Son sözü rektör olacak (ne diyeyim şimdi) kişi ve Cihan söyleyecek diye nihaî bir kriter koymuşlar. Buna da KURUM KANAATİ demişler. Kurum derken, siz bu ikisini anlayın. Zaten o şekilde gözdağı veriyor(lar)mış çevresine. “Biz ne dersek o olur. İstediğimizi alırız, istediğimizi atarız” diyormuş o günlerde Cihan. Yalancı şahitlerden başka ortada somut bir şey bulamayınca ne yapmışlar dersiniz? İnternet demişler. Bula bula İNTERNET kriterini koymuşlar. Aynı kriter altında sendika ve dernek de var. Bunu herhalde fluluk biraz daha artsın diye yapmışlar. Örgütün sendika ve derneklerine üye olmadığım gibi hiçbir dönemde Bank Asya ile de işlem yapmadığımdan beni İNTERNET kapsamına dâhil etmişler. Geriye başka hiçbir seçenek kalmıyor. İnternetten mahkemenin bulamadığı neyi, hangi teknik imkânlarla buldular onu ben de bilmiyorum.    

Şimdi hep birlikte soralım. Bunlar hangi devlet imkânlarıyla internete ait hangi somut dijital “bulgu” ve “bilgiye” ulaştı? Bunların hukuk bilgileri malum. Teknik kapasiteleri belli. Yasal yetkileri tanımlı. Bu durumda bunlara hangi teknik bilgi nereden ulaştı? Öyle bir şey olsa bunu mahkemeler bulur, ortaya çıkarmaz mıydı? Ya da ulaştıkları sonuçları mahkemeye sunmaları gerekmez miydi? Sunmadılar veya sunamadılarsa ya ellerinde suç teşkil edecek bir belge yok, ya görevi ihmal ettiler veyahut “suçluyu” (!) korumaya aldılar. İnsanın inanası gelmiyor. Bu kadar aleni, bu kadar kasıtlı durumlar var. Nihayetinde mahkemeye bir şey sunmamışlar. Sunsalar mahkemede dile getirilirdi. Bu durumda şu soru bir mecburiyet oluyor: Bu beyler hangi teknik imkânlarla ne buldu ve bunu meslekten çıkarmak için gerekçe olarak kullandı? Cevaplandırılması gereken soru bu!

Görüldüğü gibi üniversite ve Bilecik,  yetkilerini şahsî çıkar ve garaz hesapları için kullanan bir yönetim ve heyetle karşı karşıya. Kayıt dışı ortakları var mı, yok mu, o da ayrı bir mesele. MUSTAFA TIĞ gibi “proje bir tanık, müfteri” üniversite etkinliklerine faal biçimde katılabildiğine ve bütün atama kriterleri hiçe sayılarak üniversiteye öğretim görevlisi olarak atandığına göre bu ihtimal çok güçlü görünüyor. Kumpasın prenslerinden birine diyet ödeniyor. BU PEK MUHTEREM BEYEFENDİNİN NERELERLE İLİŞKİLİ OLDUĞU BELLİ. Bunlar kamuoyuna yansıyan ilişki ve ortaklar. Bir de kapalı kapılar arkasında gizli ortaklar ve ilişkiler olmalı. Rektörün rektörlük sürecindeki kendi anlatılarından bunun da olduğu anlaşılıyor. Ben sahaya sürüldüm demiş birilerine. Bütün bunlar sır değil, biliniyor. Elimden tutup sahaya sürdüler beni demiş. Bunun da tanığı var.

Burada asıl sorulardan biri de şu: Mustafa TIĞ adlı proje kişi, hangi KRİTERLERLE üniversiteye alındı? Bilecik’te ve memleketimizde gece gündüz demeden ALES, DİPLOMA NOTU, YDS (Yabancı Dil Yeterlilik puanı] için para ve zaman harcayan fakir fukara memleket çocuklarının günahı ne? O kadar yetenekli çocuk varken neden Mustafa TIĞ? Hem de hiçbir kriteri tutturamazken. Ne diye ve hangi uydurma gerekçeyle hiçbir öğrencisi olmayan kapalı bir bölüme aldınız bunu? Yasa ve yönetmelikleri nasıl eğip büktünüz? Yoksa bilmediğimiz başka özellikleri de mi var bu taklacının?  Üniversiteye görülmemiş sayıda adam aldınız. Ve konuyla ilgili son soru. Bu dönemde üniversiteye kaç kişi aldınız? Mustafa TIĞ gibi haybeden giren türdeki kişileri sormuyorum. Normalde kaç kişi aldınız? Kriterleriniz neydi? En azından bunu açıklayın. Açıklayın ki görev yaptığınız Bilecik halkı bunu bilsin.

Şimdi dönüp bu soruları bana sorun bakalım. Üniversitedeki son 15 yılını kesintisiz biçimde üst düzey yönetici olarak (Yüksekokul Müdürlüğü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kurucu Müdürlüğü, Bölüm Başkanlığı, Fakülte Dekanlığı) geçiren biri olarak bana. Bazıları beni “rektör yarısı” olarak görmüş, öyle algılamış. Şimdi soruyorum. Hangi usulsüz işim olmuş? Çıkın ve basınla paylaşın. Bırakın bir örgüt ya da yapılanma, bir tane usulsüz atama örneği gösterin. Hatta bunu usulüne uygun atamalara da teşmil edelim. Oralarda ne gibi kadrolaşmalara gitmişim. İllegal veya legal örgütlenme, şu ya da buna dair ne varsa çıkın açıklayın. Ne duruyorsunuz? O kadar zamandır bir ÖRGÜT aradınız.

“Şimdilik” kaydıyla söyleyeceklerim bunlardan ibaret. Daha sonra yeri ve zamanı geldikçe başka açıklamalarım da olacak. İsmini zikretmediğim zevat rehavete kapılmasın. Sıra onlara da gelecek. İşimiz çok yani. Hepsi zamanlama meselesi. Bundan sonrası mahkemelerin işi.

Son söz olarak ben de o güzel insan gibi derim: “Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” Ve nihayet derim ki, Allah devlet-millet bozgunluğu vermesin! Ona kastedenleri kahhar ismiyle kahretsin, iki cihanda rezil rüsva etsin.

Bu haber toplam 17689 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
80 Yorum