"ONU FETHEDEN NE GÜZEL KOMUTANDIR"
Kadir ÜNAL
Eğitimci-Yazar Muzaffer Tekelioğlu, İstanbul’u fethederek Peygamber Efendimizin müjdesine nail olan Fatih Sultan Mehmed Han’ın 18 Şubat’ta taht’a çıktığı günle ilgili açıklamalarda bulundu.
Tekelioğlu, açıklamasında Fatih Sultan Mehmed’in tahta çıkışı ve İstanbul’un fethine ilişkin detaylı bilgiler verirken şunları kaydetti:
“İstanbul'u fethetme arzusunu, Peygamberimizin İstanbul'la ilgili Hadis-i Şerifinden sonra birçok kişi duymuştu. Peygamberimizi Medine'de evinde misafir eden büyük sahabe Eyüp Sultan bile bu rüyanın peşine takılarak İstanbul surlarının dibine kadar gelmişti. Fakat fetih henüz kimseye nasip olmamıştı. Şehir hâlâ Fatih'ini bekliyordu. Her gece İstanbul’un fetih rüyasını görüyordu Sultan Mehmet. Bu rüyanın gerçek olması için ne gerekiyorsa yapıyordu. Her şartı yerine getirmeye çalışıyordu. İnce ince planlar yapıyor, surları yıkmak için toplar döktürüyordu. Ancak işin başka bir yönü daha vardı. Göklerden bir yardım eli uzanmazsa… Manevi âlemde sultan Mehmed'in elinden tutulmazsa fetih zordu. İşte fethin manevi yönünü Akşemseddin temsil ediyordu. Akşemseddin, fetih gerçekleşinceye kadar başını secdeden kaldırmadı. Gece-gündüz dua etti. Fethi nasip etmesi için Allah'a yalvardı.
Bütün bu şartlar yerine getirildikten sonra kuşatma başladı. Ama İstanbul surları geçit vermiyordu. Fakat Akşemseddin, fethin mutlaka gerçekleşeceğini söylüyor ve bir günü işaret ediyordu. Fatih de sabırla o günün gelmesini bekliyordu. Ama iş epeyce uzamıştı. Fetih henüz gerçekleşmemişti… Asker sabırsızdı… Ve o gün Akşemseddin'in işaret ettiği gündü. Fetih gecikince sultan Mehmet, hocasının çadırına yöneldi. Çadıra geldiğinde, her tarafın sıkıca kapatılmış olduğunu gördü. İçeride Akşemseddin'den başka kimse yoktu. Kapısındaki nöbetçiye de tembih etmiştir büyük veli. İçeriye kimse alınmayacaktı. Sultan Mehmet merak etti. Hançerini çıkardı ve çadırdan içeriyi görebileceği bir delik açtı. Ve onu gördü. Hocası, büyük veli Akşemseddin'in başı toprakta, secdedeydi. Fethin gerçekleşmesi için Allah'a yakarıyordu. Fatih sessizce oradan uzaklaştı. Askerlerin yanına döndü. Savaş meydanında askerler hücum halindeydi. Surlar aşılmak üzereydi. Ve nihayet o sabah İstanbul fethedildi. Fatih'in dehasıyla, Akşemşemseddin'in duasıyla Allahu Teala Fatih’e nasip etti.
Peygamber Efendimizin Hadis-i Şerifinde müjdelediği kumandan olma şerefine nail olmak için Osmanlı Padişahları büyük mücadele veriyor, bir türlü o güzel beldeyi fethetmek nasip olmuyordu. Osmanlı Padişahlarından 2.Murad (Fatih Sultan Mehmed’in babası) bir gün Büyük veli Hacı Bayram Veli hazretlerini ziyarete gitti. Yanında 4 yaşındaki oğlu Mehmed’ de vardı. Sultan ikinci Murad ile Hacı Bayram Veli sohbet ederlerken sultan, İstanbul'un fethi için büyük velinin dua etmesini istedi. İstanbul'u almak ve İslam nuruyla aydınlatmak istiyordu. Minarelerinde ezanların okunduğu bir İslam şehri… İkinci Murad’ın hayali buydu. Büyük veli sultana şöyle dedi:” Allah sizin ve devletimizin ömrünü uzun etsin. Ama İstanbul'un alındığını ne sen göreceksin ne de ben. Ancak fethi şu çocukla şu adam görecek. İşaret ettiği çocuk, ikinci Muradın oğlu Mehmed'di. İşaret ettiği adam Akşemseddin idi.
II. MURAD’IN GELECEĞİN FATİH’İNE NASİHATİ
Sultan II Murad, oğlu şehzade Mehmed’e, onu ‘Fatih’liğe hazırlayacak keyfiyetteki, derin manalar içeren şu nasihatlerde bulunmuştur:
"Ey benim sevgili oğlum! Bütün varlıkların kulluk eylediği yüce Rabbim, sana verdiği üstün meziyetleri artırsın ey oğlum! Ben, hayatlarını doğruluk üzere geçirenlerin ahiret âleminin sonsuz nimetlerine kavuşacaklarına inanıyorum Bunun için Rabbime karşı yaptığım ibadetleri, samimi bir şekilde can-ı gönülden yaparım. Ben çektiğim sıkıntıların karşılıklarının, Allah tarafından verileceğine inanıyor ve bu hususta O’na iltica ediyorum. Ayrıca O’nun takdirinin benim için büyük bir safa olduğunu düşünüyorum. Ey oğlum! Her söylenene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her durumun içyüzünü öğrenip düşünmek ve kendi gerçeğine yaklaşmak gerek."
"Ey oğlum! Ara sıra ecdadımı hatırlarım. Benden sonraki neslimizin akıbeti hakkında düşüncelere dalarım. Elhamdülillah bugüne kadar hürmet ve bağlılık görerek geldik; bugünden sonra da aynı şekilde devam etmemizi arzularım. Nasıl doğup geldiysek, yine öylece gidelim isterim. Şunu iyice bilesin ki, herhangi bir şeyin devamı, yalnız kaba kuvvet, kılıç ve kahramanlık zoruyla mümkün değildir. Akıl, tedbir, sabır, ileriyi görme ve yorucu tecrübeler çok mühimdir. Birinci yol, her zaman geçerli olmadığı gibi, mahzurları da çoktur İkinci yol da tek başına işe yaramaz Büyük muvaffakiyetler için her ikisini de bir arada yürütmek gerek."
"Unutma ki, yüce ecdadımızın büyük zaferleri, görünüşte kılıcın gölgesinde olmuşsa da hakikatte akıl, mantık ve muhabbet güçleriyle gerçekleşebilmiştir."
“Ey oğlum! Adaletten hiç ayrılma! Çünkü Allah âdildir ve âdil olanı sever Bir bakıma sen O’nun yeryüzündeki halifesisin O, sana lütuflarda bulunmuş ve kullarının başına serdar eylemiştir; bunu unutma!"
"Ey oğlum! Bu dünyada üç türlü insan vardır: Birinci grup, akıl ve fikirleri yerinde, istikbali az çok gören ve düşünen, hiçbir gayr-i tabilikleri olmayan kimselerdir İkincisi, hangi yolun doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak kimselerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil, etraflarının tesiriyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde doğru yola gelip hakikati kabul eder ve söz dinlerler. Bununla birlikte çoğu zaman da duyduklarına uyarak yaşarlar. Üçüncüsü ise ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de yapılan ikaz ve nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini zannederler; bunlar en tehlikeli olanlardır."
“Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kimselerden yaratmışsa sevinir, Rabbime şükrederim. Yok, eğer ikincilerden isen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncülere dâhil olmayasın! Onlar, ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değillerdir.
Ey oğul! Padişahlar, ellerinde terazi tutmuş kimselere benzerler. Ancak asıl padişah odur ki, ellerindeki teraziyi doğru tuta. Sen padişah olunca, teraziyi doğru tutmanı tavsiye ederim. O zaman Yüce Allah’da, senin hakkında hayır murat eder; seni Salihlerden kılar”
FATİH SULTAN MEHMED’İN VAKFİYESİ
"Ben ki, İstanbul’u fetheden aciz bir kul olan Fatih Sultan Mehmed, bizzat alın teri ile kazanmış olduğum parayla satın aldığım, İstanbul’un Taşlık bölgesinde bulunan, sınırları belli 136 adet dükkânımı, aşağıdaki şartlar çerçevesinde vakfı sahih eyledim. Şöyle ki:
Bu gayrimenkullerimden elde edilecek gelirlerle İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin ettim. Bunlar, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu kömür külü olduğu halde günün muayyen saatlerinde sokaklarda gezecekler! Yere tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökecekler. Bu işi yapacak olanlar günlük yirmi akçe alacaklar! Ayrıca, on cerrah, on hatip, üç de hasta bakıcı hasta tayin ettim. Bunlar, ayın muayyen günlerinde İstanbul’u gezecekler! İstinasız her kapıyı çalacak ve içeride hasta olup olmadığını soracaklar; var ise, hastanın şifa bulmasını sağlayacaklar! Durumları ciddi ise hiçbir masraf ettirmeden hastaneye kaldırıp tedavi ettirecekler! Allah korusun! Herhangi bir gıda maddesi buhranı yaşanabilir. Böyle bir durum yaşanırsa, bırakmış olduğum yüz silah, usta avcılara verilecek. Bunlar, hayvanların yumurtada veya yavruda olmadığı zamanlarda, ormanlara ava çıkacaklar ve hastaları gıdasız bırakmayacaklar! Ayrıca, külliyemde inşa ettirdiğim imarethanede şehitlerimizin aileleri ve İstanbul’un fakirleri yemek yiyeceklerdir! Yemek yemeye veya almaya gelemeyen olursa, bizzat görevliler, yemekleri hava aydınlanmadan, kimsenin sokaklarda olmadığı zamanlarda, kapalı kaplarla evlerine götüreceklerdir! “
Fatih Sultan Mehmet, 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat yirmi beş sefere katıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkinli ve verdiği kararları kesinlikle uygulayan bir kişiliği vardı. Devlet yönetiminde oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur olur, bozgunu önlemek için ileri atılarak askerleri savaşa teşvik ederdi. 20 yaşında Osmanlı Padişahı olan Sultan İkinci Mehmet, İstanbul'u fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu’nu ortadan kaldırarak Fatih unvanını aldı. Hz. Muhammed'in hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul'un fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmet, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı. Ortaçağ’ı kapatıp, yeniçağ’ı açan Cihan hükümdarı Fatih Sultan Mehmet, nıkris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü, Maltepe'de vefat etti ve Fatih Camii'nin yanındaki Fatih Türbesi'ne defnedildi.
BU MİLLETLE DÜNYA FETHEDİLİR
İstanbul'un henüz fethedilmediği zamanlarda Edirne'de bulunan Sultan Mehmet, fetih hazırlıklarını yaparken diğer bir taraftan halkın durumunu kontrol etmeyi ihmal etmiyordu. Ona göre önemli olan milletin birlik beraberlik içinde olmasıydı. Bunu fetihin gerçekleşmesinin şartlarından biri olarak görüyordu. Sultan Mehmet bir sabah kılık kıyafet değiştirip pazara çıktı. Satılan malların kalitesini, fiyat durumunu ve esnafın hâlini kontrol etmek için, Edirne'nin çarşılarını gezmeye başladı. Sultan Mehmet, sokağın başındaki ilk dükkâna girdi. Selam verdikten sonra:
Bana yarım batman yağ, yarım batman bal ve biraz da peynir veriniz, dedi. Müşteriyi güler yüzle karşılayan esnaf, selâmı alıp memnuniyetle yarım batman yağı tarttı. Yağı verirken, karşısındakinin padişah olduğundan bihaber konuştu:
Ağam, dilerseniz bal ve peynir verebilirim. Ancak ben bu yağı satarak siftah yaptım. Diğer isteklerinizi de daha siftah yapmayan karşı komşumdan alırsanız memnun olurum. Bu duruma içten içe sevinen padişah karşı dükkâna geçti. Yarımşar batman bal ve peynir istedi. Dükkân sahibi yaşlı adam balı tarttıktan sonra:
Allah'a şükür bugün de siftahımızı ettik. Ancak peyniri henüz siftah etmeyen komşumdan alırsanız sevinirim. Sultan Mehmet diğer dükkândan peyniri aldıktan sonra:
Bu millette bu yüksek ahlak varken değil İstanbul Dünya alınır diyerek çarşıdan mutlu bir şekilde ayrıldı.
HAPİSTEKİ PAPAZLAR
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra tüm hükümlüleri serbest bırakır. Ancak bu hükümlüler arasında yer alan iki papaz zindandan çıkmak istemezler. Halka zulüm ve işkence eden Bizans İmparatoruna, adaletli olmasını tavsiye ettikleri gerekçesiyle hapse atılan papazlar, bundan böyle hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdir. Olaydan haberdar olan sultan, huzuruna çağırdığı papazların ağzından kendi hikâyelerini dinler ve onlara şöyle der: “Bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin uygulandığı bu memleketi geziniz, Müslüman hâkimlerin ve halkımın davalarını dinleyiniz. Eğer hayata küsmenize sebep olan adaletsizliği burada da görürseniz gelip bana bildiriniz ve önceden verdiğiniz kararınız doğrultusunda uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunuzu kanıtlayınız.”
Papazlar zaman kaybetmeden yola çıkarlar. İlk durakları Bursa’dır. Orada şöyle bir olayla karşılaşırlar: Bir Müslüman’ın, “hiçbir kusuru yok” denilerek bir Yahudi’den satın aldığı atın hasta olduğu ortaya çıkar. Müslüman, sabah olur olmaz kadı’nın yolunu tutar. Ancak kadı henüz gelmemiştir. Bir süre boyunca bekleyen Müslüman, kadının gelmeyeceğini düşünerek atını alıp geri döner ve at o gece ölür. Olayı sonradan öğrenen kadı, atın sahibi Müslüman’ı çağırarak şöyle der:
“Eğer geldiğinizde ben makamımda bulunsaydım, atı sahibine iade edip paranızı alırdım. Ancak zamanında daireme gelmediğim için olayların bu şekilde gelişmesine sebep oldum. O yüzden atın ölümünden doğan zararı ben ödeyeceğim.”
Bu olay karşısında hayrete düşen papazlar buradan İznik’e geçerler. Bu şehirde ise şöyle bir mahkeme ile karşılaşırlar: Bir Müslüman’dan tarla satın alan başka bir Müslüman ekin zamanı gelip de tarlasını sürmeye başlayınca sabanına bir küp altın takılır. Çiftçi altınların hepsini alarak tarlanın ilk sahibine giderek küpü vermek ister. Ona “Ben senden tarlanın altını değil, üstünü satın aldım. Eğer tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin bana bu fiyata satmazdın. Al şu altınlarını” der. Tarlanın ilk sahibi ise, tarlayı kendisine taşı ve toprağıyla beraber sattığını söyleyerek altınları kabul edemeyeceğini söyler. Anlaşmaya varamadıkları için iki Müslüman soluğu kadının huzurunda alırlar. Kadı, adamlara çocukları olup olmadığını sorar. Birinin erkek diğerinin ise kız çocuğu vardır. Kadı, bu iki çocuğu nikâhlayarak altını da çeyiz olarak onlara vermeye hüküm verir. Bu iki olaya tanık olduktan sonra papazlar İstanbul’a gelerek Fatih Sultan Mehmed’in huzuruna çıkarlar ve şöyle derler:
“Bizler artık inandık ki bu kadar adalet ve birbirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Bu dinin insanları başka dinden olanlara bile kötülük yapamazlar. Bu yüzden biz zindana dönme kararımızdan vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inandık.
DİN-İ MÜBİN YOLUNDA ÇEKİLEN ZAHMET
Uzun Hasan, Fatih’i Trabzon seferinden vazgeçir-mek için daha tesirli olur düşüncesi ile annesi Sare Hatun’u elçi olarak göndermişti. Fatih, Sare Hatun’a “Anne” diye hitap edip, büyük saygı gösterdi. Ordu karlı dağları aşmaya çalışırken, bir yamaçta Fatih atından inip yaya olarak tırmanmaya başlayınca Sare Hatun “Ey oğul Trabzon için bunca zahmet nedendir” diye sormuş, Fatih’de kendisine “Ey ana, bu zahmet din yolunadır. Elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti çekmez isek bize “Gazi” demek yalan olur” demiştir."
Bu haber toplam 0 defa okunmuştur
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.