ŞİMAL UFUKLARINDA TÜRK UÇAKLARI

ŞİMAL UFUKLARINDA TÜRK UÇAKLARI

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü PROF. DR. AZMİ ÖZCAN'ın - 28 Temmuz 2006 tarihinde yayınlanan Gazze’nin durumunu anlatan yazısı:

'There comes a moment in ones’s life when living becomes meaningless (İnsan hayatında bazı anlar vardır ki yaşamak artık anlamını kaybeder). Her okuduğumda içimi ürperten bu ifadeleri Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadığı sıkıntıları üzerine binlerce km uzaklarda hisseden bir Osmanlı dostunun hatıratında okumuştum.

Çaresizliğin kıskacında çare üretmek gibi, hani hissedip de söyleyemediğimiz ne kadar duygularımız varsa onları da barındıran bir meydan okuma, bir tavır. Filistin, Lübnan ve oralar her bahsedildiğinde bana ailesinden koparılmış yetim ve öksüzleri hatırlatır. Bizden koparılmalarının üstünden daha yüz yıl bile geçmemiş, hatıraları canlı, izleri ayakta ve hâlâ sokaklarında Türkçe konuşulan köyler, mahalleler barındıran. O topraklar o günden beri bedel ödüyorlar, çaresizlik, çile ve ızdırap günlük hayatlarının katığı olmuş, orada yaşayanlar tam yüz yıldır kanlarını döküyorlar, biz gözyaşı dökemiyoruz artık. Filistin ve Lübnan ve oralar deyince benim hatırıma hep yalancı umutlarla kandırılarak gelecekleri çalınan nesiller geliyor, nice yıllardır huzura hasret. Küçük Muhammed geliyor babasının kucağında bir köşe başında Tanrı’nın seçkin kullarınca dünya televizyonlarında naklen delik deşik edilişi ve yalvaran gözlerle yavrusuna siper olmaya çalışan Muhammed’in babası geliyor. Bayram geldi diyorlar, bana bayramı anlatır mısın? diyen küçük Merve geliyor. Bundan yirmi yıl kadar önce, şu günlerde ölüm döşeğinde olan Ariel Şaron’un da sorumlu olduğu ve kundaktaki bebekten seksenlik ihtiyarlara kadar tam 991 kişinin hunharca katledildiği Sabra ve Şatilla katliamı geliyor. Ve öğrencilik yıllarımda beraber kaldığımız Lübnanlı Dr. Nebil’in gözyaşları içinde anlattıkları geliyor: Sabra ve Şatilla katliamlarının işlendiği günlerde Osmanlı günlerini hatırlayan ihtiyarlarımız ellerini gözlerine siper ederek şimal ufuklarını gözlerlerdi, sanki bir şeyler bekler gibi. Sorduğumuzda Türk uçaklarını beklediklerini ve hâlâ niye gelmediklerini anlamadıklarını söylerlerdi. Bizler bilirdik Türk uçaklarının gelmeme sebebini, ama yaşlılarımız anlamak istemezlerdi.

Sabra ve Şatilla katliamları...

(Tarihe Sabra ve Şatilla katliamı olarak geçen gelişmeler şöyle yaşandı: İşgalci İsrail askerleri 16 Eylül 1982 tarihinde ve Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde Filistinli mültecilerin kaldığı Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine kamplarını buralarda yaşayanların herhangi bir yere kaçmalarını önleyecek şekilde kuşatmaya aldılar. Arkasından Lübnanlı Hıristiyan Falanjist milisler İsrailli askerlerin gözetimi altında kamplara girerek büyük bir katliam gerçekleştirdiler. O zaman da dünyanın sessiz kaldığı bu vahşette kıyılanlardan biri de henüz birkaç aylık Ziyauddin et-Tumeyzi adlı bebek idi.

Ziyauddin’in, yakın mesafeden doğrudan alnına atılan tabanca mermileriyle vurulduğu tespit edilmişti. Lübnan hükümetinin açıklamasına göre bu katliamda toplam 991 kişi öldürüldü. Saldırganlar öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi. Kimliği tespit edilebilenlerin sayısı 300 kadar olarak belirtildi. Bu olaylardan sonra Ariel Şaron savunma bakanlığı görevinden ayrılmak zorunda kaldı.)

Bir halk düşünün neredeyse yüz yıldır savaşın içinde ve tam kırk yıldır toprakları işgal altında. Bu halk bizim hatıralarımızı da barındırıyor, kutsalları bizim de kutsalımız. Biz ayrıldık yurtları talan oldu, ocakları viran. Yapabileceğimiz hiçbir şey yok mudur? Mesela onlara bu vahşeti reva gören İsrail’e Ey İsrail, sen yüzyıllardır kovulmuşken, ya ölüm ya sürgün kıskacında yok olmaya yüz tutmuşken üstelik de seni bu kıskaçta tutanlar bugün sana dost görünenler iken sana kucak açan bizdik, bu insanlardı diyemez miyiz? Ey İsrail, tarih hiçbir şeyi unutmaz, bizler de unutmayız, bir günah eden bir gün ah eder, diyemez miyiz? Ey Amerika, biz burada kalıcıyız; ama sen bir gün mutlaka gideceksin diyemez miyiz? Ey Avrupa, bu kaçıncı cürm-ü meşhud? Sende hiç vicdan yok mudur diyemez miyiz? Biliyorum bütün bunları söyleyebilmek için karnımız tok, borcumuz yok olması gereklidir diyenlerimiz bulunacak. O zaman bu ülke adına karar verenlerden yaşamamızı anlamlı kılacak bir şeyler yapmalarını beklemeye de mi hakkımız olmayacak? Eğer olmayacaksa varsın bu ateş gölünde, kan deryasında gençliğimizi ve dimağlarımızı Bodrum ve İstanbul gecelerine kilitleyen medyamız bildiğini yapsın, fikir önderlerimiz tatil anılarını, köşe yazarlarımız deniz keyiflerini, ünlü gurmelerimiz damak zevklerini anlatsın. Atını alan Üsküdar’ı geçsin, rüzgar ne yönden eserse essin. Nasıl olsa hayatın ne anlamı var ki?..

Bu haber toplam 0 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.