ALİ ERDAL

ALİ ERDAL

MANTAR TABANCASINA TESLİM OLDUK

MANTAR TABANCASINA TESLİM OLDUK

Üç yazıdır, Şeriat ve Tasavvuf’a günün konuları açısından bakıyoruz. Daha doğrusu deprem tesirindeki bir olay ve onun artçı depremleri açısından… Her şeye magazin seviyesinde bakanlar, bizim günün konularından uzaklaştığımızı sanabilir. Aslında tamamen günün konusu üzerindeyiz.

Şeriat; nelere inanmamız ve inanmamamızdan tutun, tuvalette nasıl hareket edeceğimizden, nasıl ibadet edeceğimize kadar her şeyi eksiksiz ve fazlasız tam olarak bildiren iman manzumesi bilgileri… Günün anlaşılır ifadesi ile iman manzumesi seti… Yol rehberi, (novigatör)… Tasavvuf; bildirilen bu kaidelerle yaşanacak hayata ait edebi, irfanı ve manevî derinleşmeyi kazandıracak ve bunları cemiyette ekolleştirecek rejim… Biri olması gereken cemiyeti kuracak, diğeri aynı yolu, nesillere yayarak mayalandıracak, sağlamlaştıracak… Birincisi mükellefiyet… Herkese… İkincisi manevî kahramanların harcı…

İki asırdır, başımıza ne geliyorsa bunlara ait doğru bilgilerden mahrum olmamızdan geliyor. Artık bunu anlama yönünden, işin cink dediği zamandayız. Önceki yazıda bunu Şeriat açısından ifade etmiştik. Şimdi Tasavvuf açısından…

Tasavvuf yolunda, herkesin bildiği iki esas… Bir, söylenenlerin ve yapılanların Şeriate aykırı olmaması… İki… Veli olduğunu İDDİA ETMEMEK… İmam-ı Rabbânî buyuruyor: “Veli olan, söylemez; söyleyen, veli değildir”. Bu kadar açık ve net… Ve bu esaslar, tasavvuf erbabına ait gizli bir bilgi de değil... Bangır bangır ilân ediliyor… Yüzyıllardır… Hakiki ile sahte ayırdedilsin diye… Fitne olmasın diye…

Reddedenler bile bu iki prensibin, Tasavvuf’un esası olduğunu bilir. Büyüklerinden Ebu Amr (Dımışkî)’nin ifadesiyle “Peygamberlere âyet ve mucize göstermek farz olduğu kadar velilere kerametlerini göstermemek ve saklamak farzdır”. Bu yolun hakikileri, –seviyeleri ne olursa olsun– değil velilik iddia etmek, sıradan bir müslüman olmayı en büyük nimet bilirler. Bırakın onların keramet göstermelerini, sıradan bir müslüman bile nafile oruçlarını, namazlarını, yaptığı hayırları etrafa duyurmama gayretinde olur. Lüzumu yoksa ibadetinden bahsetmez. Dindarlık taslamaz. Müslüman, herkesin üstünde bir seviyede olduğunu iddia etmekten –doğru bile olsa– Allah’tan ve diğer müslümanlardan utanır. Yine bu yolun büyüklerinden Ebulhayr (El’Aktâ)’nın dediği gibi: “Amelini gösteren kişi müraîdir, iç hallerini gösteren de iddiacıdır.” 

Bir kişinin değil velilik iddia etmesi, ima etmesi, hattâ yandaşlarına söyletmesi, öyle tanınmanın imkânlarını ortaya saçması; en hafif tabirle edepsizliktir. Esasa aykırı olduğuna göre, ihanettir. Hattâ bırakın velilik iddia edeni, alenen yapılan ibadetler dışında kendisini çok abid gösteren kişi bile müslümanın gözünde şüphelidir. Ben neymişim be âbi havalarında burnu Kaf dağında olmak; müslümana değil, kâfire bile yakışmaz. İmam-ı Rabbanî’nin, bu yola tevessül edenlerin seviyesizliğini nasıl ifade ettiğini, merak edenler öğrenebilir.

Uzun lâfın kısası –doğru bile olsa– nefsini, başkalarından faik gören, önde gören, üstün gören iddiacının biridir. Doğrusu bile söylenemezken, yanlışta iddiada bulunanların seviyesini düşünün. Böyle iddiaların temelinde –hele tevazu maskeli olanda– kibir vardır. Yine büyüklerinden birinin, Ebu Amr (Bahidoğlu)’nun dediği gibi, “Nefsini baş tacı eden, dinini hor eder.” Daha doğrusu kendisini küçük düşürür.

Buna rağmen, bugün ortalıkta “iddiacıdan” geçilmiyor. Bu cehalet ve gaflet, elbette ki Şeriat’i ve Tasavvufu cemiyet olarak bilmemenin tabiî bir sonucudur. Başımıza gelen belâlar da, bunun sonucu… Velilik iddia etmek ne kelime “mehdilik”, “seçilmiş salih zat”lık iddia edenler bu cemiyette yer bulabiliyor. Allah’la konuştuğu, Peygamberle istişare ettiği yalanları yutturalabiliyor. Uydurma rüyalarla insanlar güdülüyor. Hakikatten mahrum olan, bâtıla kayar. Hattâ devlet, millet toptan yarım yüzyıl ayakta uyutuluyor. Küfrün maşasın, bize de en büyük belâ haline geliyor. Devletliler, kalem ve kelâm erbabı, iş sahası, medya, hâsılı yeni konuşan bebekten, ölüm döşeğindeki ferde kadar bütün cemiyet; bugün onu konuşuyor, ondan kurtulma yollarını tartışıyor. Hâmisi iri devletten alıp hesap sormanın yollarını arıyor.

Bu pencereden bakmadıkça, başımıza bu belânın sarılış sebebi tam olarak anlaşılmayacak ve bunun tabiî sonucu olarak kesin çözüm mümkün olmayacaktır. 

Bu yazı toplam 5147 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ALİ ERDAL Arşivi
SON YAZILAR