DERSLERİNİ SINIFTA DEĞİL MEYDANDA VERDİLER

DERSLERİNİ SINIFTA DEĞİL MEYDANDA VERDİLER

İsmet CEP

Bozüyük'te Türk Eğitim Sen ve Eğitim İş Sendikaları ortak bir basın açıklaması yaparak 24 Eylül Çarşamba günü, eğitimde yaşanan sıkıntılara dikkat çekmek için iş bırakma eyleminde bulundular.

İki sendikanın yaklaşık 35 üyesiyle gerçekleştirdiği eylemde Türk Eğitim Sen Bilecik Şube Başkanı ve Eğitim İş Bozüyük Şube Başkanı tarafından basın açıklaması yapıldı.

İlk olarak açıklama yapan Türk Eğitim Sen Bilecik Şube Başkanı Ömer Yel tarafından bir basın açıklaması yapıldı. 

Ömer Yel açıklamasında, "Bugün milli eğitim de ki haksızlıklara, hukuk tanımazlığa, adam kayırmalara karşı isyanın doruğa çıktığı gündür. 

Bugün Hz. Ömer adaletini elinin tersiyle itenlere, milli eğitimde ayrımcılık kokan uygulamalara, yılların emeği ile elde edilmiş makamların yandaşlara, torpillilere, sırtı kalın olanlara peşkeş çekilmesine 'dur' denildiği gündür.

Bugün eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarının tırpanlanmasının, öğretmenlerin itibar kaybetmesine neden olan uygulamaların, akademik zam sözü verilmesine rağmen bu sözün arkasında durmayanların, çalışanlara enflasyon farkını dahi çok görenlerin, gelir dağılımında ki adaletsizliğin protesto edildiği gündür. 

Bugün tüm Türkiye genelinde sendikacılığın evrensel asgari standartlarını karakterinde taşıyan bütün sendikaların da desteği ile iş bırakıyoruz. Okullarımızda bugün ziller çalmıyor. Eğitim çalışanları işbaşı yapmıyor.

Bugün yandaş yönetici atamalarına hayır demek için, sendikamızın nöbet ücretleriyle ilgili 6 saat ek ders talebinin yerine getirilmesi için, eğitim ve üniversite çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları için, ilk defa alamadığımız enflasyon farkları için, 4/C'lilerin kadroya alınması için, taşeronlaşmaya karşı durmak için, akademik zam sözünün yerine getirilmesi için, özel okulları teşvik edip, imkansızlıklarla cebelleşen devlet okullarına üvey evlat muamelesi yapıldığı için, öğretmenler ve diğer eğitim çalışanlarının kaybettikleri itibarlar için, daha demokratik üniversite için alanlardayız. 

Bilindiği gibi okullarda yöneticiler birer birer tasviye ediliyor. Bilgisi, birikimi, ödülleri ve başarıları ile adından söz ettiren, okulu TEOG'da, üniversite sınavlarında başarılı olan, öğrenciler, öğretmenler ve veliler tarafından takdirle karşılanan canını dişine takarak okulunu zirveye taşıyan okul müdürlerinin sırf siyasi iktidarın kapı kulu olmadıkları için sırf MEB yetkilileri istemediği için görevlerine son verildi. 

Milli eğitim de yaşanan sorunlar sadece kadrolaşmayla ilgili değildir. Eğitim çalışanları angarya görevlerle mağdur edilmektedir. Şöyle ki; öğretmenlerin nöbet hizmeti bulunmaktadır. Ancak asıl işi eğitim hizmeti olan öğretmenler, sorumluluğu çok geniş olan nöbet hizmetinin karşılığı olarak ek bir ücret almamaktadır.

Bu durum hem iç hukuka ve uluslar arası mevzuata hem de hakkaniyet anlayışına aykırıdır. Sendikamızın nöbet ücretleri ile ilgili olarak uzun zamandır ortaya koyduğu bir talebi vardı. Bu talep öğretmenlerimizin okulda yürüttükleri nöbet hizmetleri karşılığında 6 saat ek ders talebiydi. Hatta bununla ilgili dilekçeler hazırladık ve bu dilekçeleri MEB'e gönderdik. Aradan geçen sürede bu talebe kulak verilmedi. Çünkü MEB çok daha mühim işlerle uğraşıyor. Mesela kadrolaşıyor. Mesela öğretmenleri okul okul sürmeye hazırlanıyor. Eğitim çalışanlarının haklarını nasıl tırpanlarım diye düşünüyor. 

Öğretmenlerin akademisyenlerin ve diğer tüm eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları da giderek zafiyete uğramaktadır. Oysa bir toplumun ancak ve ancak eğitim ile kalkınabileceği göz önüne alındığında, eğitim ve üniversite çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarını dünya ülkeleri seviyesine çıkarmak, onların insanca ücretlerle yaşamasını sağlamak bu ülkeyi yönetenlerin en asli görevlerinden biridir. 

Ancak ülkemizde bazı kesimler el üstünde tutulurken, zenginliklerine zenginlik katarken eğitimin temel unsurları yok sayılmaktadır. Bildiğiniz gibi 2013 yılında yapılan skandal olarak bir toplu sözleşme dönemi geçirdik. Çalışanlar Temmuz ayında zamlı maaş alamamış, 2014 yılında sadece 123 TL, 2015 yılın için ise yüzde 3+3 zamla yetinmek zorunda kalmıştır. 

Çalışanlar 2014 yılında enflasyon farkı alamadıkları gibi, aile ve çocuk yardımlarında da artış yapılmamış, ek ders ücretleri yerinde saymıştır. Kısacası 2014 ve 2015 yılları öğretmenler, akademisyenler, hizmetliler, memurlar, teknisyenler, üniversite çalışanları v.b eğitim çalışanları için kayıp yıllardır. 

Eğitim çalışanları toplumda giderek itibar kaybetmektedir. Özellikle öğrencilerin kendilerine rol model aldığı öğretmenlerimiz artık bakanlığın yanlış politikalarından dolayı değersizleştirilmekte ve etkisizleştirilmektedir. Öğretmeni cezalandıran, öğrenci üzerinde ki etkisini azaltan, öğretmenleri yoksullaştıran, onların özlük haklarını tırpanlayan uygulamalar toplumda ki saygınlıklarının azalmasına neden olmuştur. 

Taşeronlaşma almış başını gitmektedir. Kamuda taşeron çalışan insanların sayısı 2002 yılında 10 bin civarında iken bugün belediyelerde dahil edildiğinde 2 milyon 500 bine ulaşmıştır. 

AKP iktidarı döneminde tavan yapan taşeronlaşma insan sömürmenin diğer adıdır. Amaç çok açıktır. İş güvencesiz taşeron memur modeli çalışma hayatına yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Taşeronlaşma ne yazık ki eğitim hayatına da bulaştırılmıştır. Okullarımızda hizmetli personel sayısı çok yetersizdir. Bazı okullar ödenek yetersizliği dolayısıyla hizmetli personel bile çalıştıramazken bazıları da temizlik hizmetini taşeron firmalardan alamamaktadır. Oysa hizmetli personel eğitim hizmetlerinin asıl unsurlarıdır ve bu personelin kesinlikle kadrolu olarak istihdam edilmesi çok önemlidir. 

Görüldüğü üzere eğitimin tonlarca sorunu ve bu sorunları çözmekten uzak bir siyaset anlayışı bulunmaktadır. Eğitimine önem vermeyen, eğitimcisini siyasi ihtirasları uğruna bir kalemde harcayan, katılımcılık yerine 'benim dediğim olacak' anlayışını dikta ettiren nitelikli eğitimi sağlamak yerine kendisi gibi düşünmeyenlere ayak kaydırma operasyonu yapanlar, bugün MEB'i batağa saplamıştır. Bizim amacımız üzüm yemektir. Hiç bir tavrımızı siyasi mülahazalarla ortaya koymuyoruz. Tek derdimiz eğitim çalışanlarının daha huzurlu ve eğitim hizmetinin verimli olmasıdır. Tek derdimiz eğitim çalışanlarının hep daha huzurlu ve eğitim hizmetinin verimli olmasıdır. Kim yaparsa yapsın doğruların destekçisi olacak; kimden gelirse gelsin yanlışların karşısında kaya gibi dikileceğiz" dedi.

“Yöneticiler kıyıma uğratılmıştır”

Ardından bir açıklama yapan Eğitim İş Bozüyük Şube başkanı Osman Nuri Avcı, eğitim öğretimin büyük sorunlarla başladığını söyledi.

Avcı açıklamasında, “Eğitim öğretim yılı 12 yıldır olduğu gibi bu yıl da büyük sorunlarla başlamıştır. Siyasal iktidar Cumhuriyetin eğitim sistemini yok etmek için yeni adımlar atmış, piyasacı ve gerici eğitim modelini topluma dayatmıştır.

Tamamen yandaşlarını kayırma amacını taşıyan, değerlendirme kriterleri belli olmayan bir mülakat yöntemiyle yöneticiler kıyıma uğratılmıştır. İktidarın taşeronluğunu yapan Hükümetsen kendi kadrolarına yer açabilmek için bu kıyımda etkin rol oynamıştır.

AKP’nin bu yandaş kadro merakı, yalnızca yöneticilerle sınırlı değildir. Yeni torba yasayla yandaş öğretmen dönemi de başlatılmıştır. Aday öğretmenlerimiz ilk yıl performans değerlendirmesine tabi tutulacak ve sonra da şaibeli bir mülakattan sonra kadro güvencesi kazanabileceklerdir. Mülakatta aranacak temel ölçüt de yandaşlık olacaktır. Böylece AKP torba yasalarla devlet memurlarının iş güvencelerini ortadan kaldırmaya, kapitalizmin en acımasız emek sömürüsü olan taşeronluk sisteminin içerisine eğitim emekçilerini de almaya çalışmaktadır. Sürgün siyasetinin bir uzantısı olarak bugün öğretmenlerimiz ‘’rotasyon tehdidiyle’’ karşı karşıyadır. Yaşamlarını zor koşullara rağmen sürdürmekte olan öğretmenlerimizi yerlerinden ve okullarından koparacak yeni bir düzenleme getirilmektedir. Bu aynı zamanda AKP’nin kendisi gibi düşünmeyenleri emekliliğe zorlayarak yerlerine kendi yandaşlarını alma girişimidir.

Öğretmenlerle ve yöneticilerle ilgili bu kıyım süreci devam ederken çocuklarımız da siyasal iktidarın muhafazakâr bir toplum ve tek tip insan yaratma anlayışından payına düşeni almaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde ‘’ortaöğretime geçiş sistemi’’ son 12 yıl da 12 değişiklikle tam bir kaosa dönüştürülmüştür. Öğrencilerimizi yetenek ve başarı düzeyine göre yönlendirebilen bir sisteme geçilememiş, tersine TEOG sınavlarıyla öğrencilerimiz bir kargaşanın içine sokulmuştur. Zoraki bir imam-hatipleştirme, ortaöğretim sisteminin sonucu haline gelmiştir. Tercih yapma özgürlüğü ortadan kaldırıldığı gibi ekonomik ve ulaşım olanakları hiçe sayılarak öğrenci yerleştirmesi yapılmış, nakiller şansa bırakılarak adeta bir ‘’Nakil Toto’’ oynatılmıştır.

Devlet anayasal görevlerini bir kenara bırakarak kamu okullarına ödenek ayırmazken, öğrenci başına 3500 TL ödenerek özel okullara devlet kasasından kıyak çekilmektedir. Anayasal ve evrensel bir hak olan eğitimi parayla satılan bir meta konumuna indirgenmektedir. Kamusal ve eşit düzeyde sunulması gereken eğitim hizmeti paralı hale getirilmektedir. Hiçbir ödenek ayrılmayan devlet okulları sahipsiz ve çaresiz bırakılırken özel okullara 600 Milyon TL gibi bir rakamın ödenmesi iktidarın artık devlet okullarını gözden çıkardığı anlamına gelmektedir.

Okullarda AKP’nin anladığı bir ‘’inanç öğretisi’’ egemen kılınmaktadır. İnanç önce siyasallaşmış şimdi eğitim sistemini etkisi altına almıştır. İnanç özgürlüğünü sağlayan laiklik, fiili durum oluşturularak ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Laik ve bilimsel eğitim kaldırılmış, yerine ‘’AKP öğretisi’’ konmuştur.

Kapitalizm öğretmenlerimize ve öğrencilerimize azgınca saldırmaktadır. Eğitim sistemi bir taraftan gericileştirilmekte, bir taraftan da sınıfsal sömürünün merkezi haline getirilmektedir. Sömürü ilişkileri eğitim yoluyla sürdürülmek istenmekte ve yoksul halk çocuklarının geleceğine karşı umursamaz davranılmaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsiz yapı ve Türkiye’nin sınıfsal yapısındaki çarpıklık eğitim sistemiyle sürdürülmeye ve kurumsal hale getirilmeye çalışılmaktadır.

Hiçbir iktidar döneminde eğitim sistemi bu kadar siyasileşmemiş ve böylesine bir kadrolaşmaya sahne olmamıştır. Eğitim sistemi aklın, bilimin ve sanatın ışığında değil, dogma, hurafe ve dayatmalar içinde yönetilmektedir. Siyasal iktidarın elinde bir oyuncak haline gelen eğitim sistemi, AKP’ye oy ve seçmen devşirilecek bir mekanizmaya dönüştürülmüştür.

Cumhuriyet’in kazanımları gözlerimizin önünde yok edilirken, Eğitim-İş’in buna sessiz kalması düşünülemez. Eğitim-İş, dün olduğu gibi bugünde hem eğitimin gericileşmesine karşı çıkmakta ve hem de kapitalist sistemin saldırılarına karşı ülkeye siper olmaktadır.

Eğitim-İş eğitim emekçilerini ve çocuklarımızı ilgilendiren düzenlemelere karşı bütün eğitim çalışanlarını ‘’Birleşerek kazanacağız’’ şiarıyla ortak mücadeleye çağırmıştır. Ancak eğitim gündeminin gerçek sorunlarını dile getirmek yerine, etnik temelli taleplerle emekçilerin ortak mücadele zemini yok edilmiştir. Biz Eğitim-İş olarak, emeğimize ve ülkemizin temellerine yönelen gerici ve sermayeci yönetime karşı olan tepkimizi ortak mücadele anlayışı ile göstereceğimizi ifade ettik. Emekten ve Cumhuriyet’ten yana tavrımızda asla yalpalamadık.

Aslında özelleştirmenin ta kendisi olan eğitimin yerelleştirilmesi ve anadilde eğitim talebiyle birçok okulumuzun yakılmak istendiği ve Atatürk büstlerine saldırıların yapıldığı bir ortamda, eğitim emekçilerinin gerçek temsilcisi olan Eğitim-İş ulusal, laik, bilimsel, demokratik ve nitelikli kamusal eğitim talebini seslendirmek, yönetici kıyımına, TEOG kargaşasına, rotasyon uygulamalarına karşı çıkmak için alanlardaki yerini almıştır.

Ayrıştırıcı bir talep olan anadilde eğitim için cumhuriyetin okulları yakılmakta, bayrağımıza, Atatürk anıtlarına saldırılar yapılmaktayken, Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı’nın sesi çıkmamaktadır. Ülkemizi etnik temelden parçalama projesinin asıl mimarı olan sömürgeci güçlere taşeronluk yapan iktidar, bölücü taleplerin sahipleriyle yaptığı anlaşmayı kamuoyuna açıklamalıdır.

Bugün eğitim emekçilerinin, velilerin ve öğrencilerin yaşadığı sorunlar çığ gibi büyümüş, siyasi kadrolaşma en alt birimlere kadar inmiştir. Okullar, devletin halkına hizmet birimleri olmaktan çıkmış, AKP’nin eğitim büroları haline getirilmiştir. AKP hükümeti yandaş yönetici atamalarıyla başlayıp, aday öğretmenlerin mülakatla atanmasıyla devam eden uygu lamalarıyla Cumhuriyet’i tehdit eden bir kadrolaşma atağına girişmiştir.

Siyasal iktidarın kendisi gibi düşünmeyen hiçbir emekçiyi devlet kurumlarında istemediği açıktır. Müdürler üzerinden başlayan performans ölçme sisteminin yakın zamanda öğretmenlere ve diğer eğitim çalışanlarına da uygulanacağı, bu performans kriterlerinin tüm eğitim çalışanlarının iş güvencelerini ellerinden alınacağı bir süreç açıkça yaşanmaktadır. Eğitim bilim işkolunda örgütlü sendikaların öncelikli görevi bu tehlikeyi görerek daha büyük ve etkin eylemleri örnek olmalıdır.

Eğitim-İş, 24 Eylül İş Bırakma Eyleminde yaptığı önceliği bundan sonraki eylemliliklerde de gösterecektir. Ancak hiçbir sendikal yapının haklı taleplerle yapılan eylemleri meşru olmayan zeminlere çekerek emek cephesini bölmeye hakkı yoktur.

Öyle görülüyor ki, AKP’nin emekçilere ve ulusa karşı saldırıları devam edecektir. Emekçiler için de bu yıl eylem yılı olacaktır. Boyun eğeceğimizi düşünenler yanıldıklarını göreceklerdir.” Dedi. 

Yapılan açıklamaların ardından her iki sendika üyesi öğretmenler sessizce dağıldı.

Bu haber toplam 0 defa okunmuştur

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.