AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

SELAMLAŞMA, ARANIZDA SELAMI YAYIN

SELAMLAŞMA, ARANIZDA SELAMI YAYIN

Evs ve Hazrec kabileleri arasında uzun yıllar süren savaşların son halkası Buas Harbi olmuştu. Her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği bu savaş, hicretten beş yıl kadar önce sona ermişti. Ama bu kardeş Arap kabilelerinin arasındaki husumet hâlâ devam ediyordu. Onları birbirine düşüren Yahudiler ise fırsattan istifade, şehirde hakimiyet kurmaya ça­lışıyorlardı. Düşmanlık, kin ve nefretin kol gezdiği, taşına toprağına gü­vensizliğin sindiği Yesrib şehri, kötülükle dolmuştu. İşte bu karmaşada, bazılarının gönlünde gelecek için bir ümit yeşermeye başlamıştı. Bunlar, Akabe'de Resül-i Ekrem'e bağlılık yemini ederek onu himaye edeceklerine dair söz veren Müslümanlardı. Bu samimi müminler, Allah Resülü'nün gelişini dört gözle bekliyorlardı. Onlarla birlikte durumdan haberdar olan halk da merakla beklemeye başlamıştı. Allah Resülü'nü görmek için kimi­leri evlerin damlarına çıkarken kimileri de yollara dökülmüş bekliyor, her biri bu kutlu misafiri ağırlamak için can atıyordu. Herkesin merak dolu bakışları arasında şehre giren Allah Resülü'nün, kendisini bekleyen bu he­yecanlı kalabalığa ilk sözlerinden biri şöyleydi: "Ey insanlar! Selamı aranız­da yaygınlaştırın, yemek yedirin, insanlar uykuda iken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz.’’(Tirmizî , Sıfat’ül-kıyâme, 42) Başlangıçta inanan inanmayan herkes için güzel bir tav­siye niteliğindeki bu sözlerin, aslında medeni bir toplumun temeli, barış ve güvenin anahtarı olduğunu, insanlar yaşayarak anlayacaklardı.

Allah Teala, yaratmış olduğu ilk insan Hz. Adem'e, meleklere gidip selam vermesini emretmiş ve şöyle demiştir: "Sana ne cevap vereceklerini dinle, çünkü bu senin ve neslinin selamı olacaktır." Bu emir doğrultusunda "es-Selamü aleyküm'', yani, "Esenlik üzerinize olsun." diye selam veren Hz. Adem'e melekler, "es-Selamü aleyhe ve rahmetullah" (Esenlik ve Allah'ın rah­meti senin üzerine olsun.) sözleriyle karşılık vermişlerdir. Böylelikle insa­na öğretilen selamlaşma, iletişimin vazgeçilmez bir unsuru olarak nesiller boyu süregelen bir adet olmuştur. Toplumdan topluma, kültürden kültüre birtakım farklılıklar gösterse de selamlaşmada asıl olan, karşıdakine iyi temennilerde bulunmaktır.

İslam öncesi Arap toplumunda selamlaşmada, "Allah sana uzun ömürler versin.", "Allah size göz aydınlığı versin." ve "Sabahınız güzel, hoş olsun." gibi selamlaşma ifadeleri kullanılmaktaydı. Halk arasında selamlaşma yaygın olmakla birlikte, köleler ve onlarla birlikte toplumun alt tabakasını oluşturan insanlar, diğerlerine birtakım kurallar doğrultu­sunda selam vermeye mecbur tutulmuşlardı.

Allah Teala, Kitabı'nda Resulü'ne şöyle emretmiştir: ''Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: 'Selam olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tevbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir,''(En’am,6/54) Yüce Allah'ın, Elçisi'ne öğrettiği bu selam, kadın er­kek, genç yaşlı, zengin fakir, hür köle bütün Müslümanların ortak selamı olmuştur. "es-Selam" kelimesi, tıpkı "İslam" gibi, "kurtuluşa erme, teslim olma, barış yapma" manasındaki s-l-m kökünden gelmekte olup, "gizli ve açık her türlü kötülüklerden ve eksikliklerden uzak olma, selamet bulma" anlamını ifade etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de pek çok yerde geçen bu ke­lime, "tahiyye" yani selamlaşma, selamet, huzur ve esenlik manalarında kullanılmış, bazen de dua anlamında yer almıştır.Ayrıca cennet için "daru's-selam" adı kullanılmış ve "es-Selam'', " her türlü eksikliklerden, ku­surlardan, değişikliklerden ve yok olmaktan uzak olan, selametin kay­nağı" manasında Allah'ın isimlerinden biri olarak anılmıştır. Nitekim "Selam"ın Allah'ın isimlerinden biri olduğunu söyleyen Allah Resulü, namazlarının sonunda, ''Allah'ım, Selam sensin; selamet de ancak sendendir." diyerek dua etmiştir. Selamlaşmayı ifade etmek üzere bazı ayetlerde "ta­hiyye" kelimesinin kullanıldığı da görülmektedir.

İslam'ın "selam''ı kuru bir iletişimin ötesinde, insanlar arasında yaygın çeşitli selamlama sözlerinde ifade edilen bütün iyi dilekleri içine alan, ol­dukça kapsamlı bir kavramdır. Bu nedenle Allah Resulü, kimi zaman, kızı Hz. Fatıma'ya ve amcasının kızı Ümmü Hani’ye, "Merhaba!" diyerek selam vermişse de "es-Selamü aleyküm" sözünü söylemenin daha hayırlı olduğu­nu ifade etmiştir. Nitekim Kur'an-ı Ker1m'de Allah'ın peygamberlere ve mümin kullarına, meleklerin de peygamberlere ve cennetteki mümin­lere "selam" lafzıyla selam verdiği ve bunun cennet ehlinin selamlaşması olduğu bildirilmiştir. Ayrıca Allah ve meleklerinin Resulullah'a selam et­tikleri ifade edilerek müminlerin de bu Sevgili Elçi'ye selam etmeleri, en güzel makamlarda olması için ona hayır duada bulunmaları istenmiştir. Nitekim bir rivayete göre Allah Resulü, Mi'rac ile Rabbine kavuştuğunda O'nu, "et-Tahiyyatü lillahi ve's-salavatü ve't-tayyibat." (Her türlü selamlama, ibadet ve güzel övgü Yüce Allah'a aittir.) diyerek selamlayınca Cenab-ı Hak da kendisine, "es-Selamü aleyke eyyühe'n-Nebiyyü ve rahmetullahi ve berakatüh." (Ey Peygamber Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzeri­ ne olsun.) sözleriyle karşılık vermişti. Bu güzel ve anlamlı duaya ümmetini de dahil eden Rahmet Peygamberi'nin, "es-Selamü aleyna ve ala ibadillahi's­ salihîn." (Selam, hem bizim üzerimize hem de Allah'ın salih kullarına da olsun.) diye eklemişti. Meleklerin şehadetiyle tamamlanan bu diyalog "Tahiyyat Duası" diye meşhur olmuş, Resülullah'ın, ashabına Kur'an'dan bir süre öğretir gibi titizlikle öğrettiği bu dua, asırlardır ümmetin Rabbi­ne selamı, Peygamberi'ne ve din kardeşlerine duası olmuştur.

Müslümanlar bir araya geldiklerinde söze ilk önce selamla başlarlar.

Bu adab, İslam kültüründe, "es-Selam, kable'l-kelam." (Selam, kelamdan öncedir.) şeklinde ifade edilmiştir. Karşılaştığı kimseye "es-Selamü aleyke" diyen kişi, ona kendisiyle dost olduğunu bildirmekte, kendisinden ona bir zarar gelmeyeceğini beyan etmektedir. Dolayısıyla Resülullah'ın, "elinden ve dilinden başkalarının güvende olduğu kimse" olarak tanımladığı "Müslüman"ın konuşmaya "selam" vererek başlaması oldukça manidar­dır. Selam, Müslümanların parolasıdır. Allah'ın selamıyla selam veren kişi Müslümanlığını beyan etmiş demektir.

Selam veren kişi, karşısındaki için Allah'ın selametini istemekte, her türlü kötülükten uzak olması için ona dua etmektedir. Bu duanın karşılıklı olmasını isteyen Allah Teala, "Bir mümin tarafından bir selamla selamlandığımız zaman siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin."buyurarak verilen selama en güzel şekilde karşılık ver­meyi emretmiştir. Hz. Peygamber de selama güzel lafızlar eklemenin ecri artırdığına dikkat çekmiş, "es-Selamü aleyküm" sözüne, "ve rahmetullah ve berekâtüh ve mağfiretüh." (Allah'ın rahmeti, bereketi ve bağışlaması) gibi sözcükler eklemek suretiyle kendisine selam veren kişilerden her birinin söylediği fazladan sözler için ayrıca sevap kazanacağını bildirmiştir. Bir araya geldiklerinde birbirlerini bu hoş sözler ve anlamlı dualarla kar­şılayan müminlerin arasında sevgi ve muhabbete dayalı bir gönül bağı oluşur. Allah Resulü bunu şöyle dile getirmiştir: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda sela.mı yayın."(Müslim, Îman, 93) Başka bir hadisinde de kin ve hasedin geçmiş ümmetlerin helakine neden olduğu uyarısında bulunduktan sonra insanlar arasındaki sevgiyi pekiş­tirmek üzere selamı tavsiye etmiştir. Bu nedenle Peygamber Efendimiz selam vermeyi Müslümanların birbirlerine karşı başlıca görevleri arasın­da sayarken, kişinin tanımadığı kimselere de selam vermesi gerektiği­ni özellikle vurgulamıştır. Nitekim kendisine İslam'da hangi davranışın daha hayırlı olduğunu soran bir zata Allah Resulü, "(Başkalarına) yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermen." diye cevap vermiş,(Buhari, İman, 6) ki­şinin yalnızca tanıdığı kimselere selam vermesini kıyamet alameti olarak nitelendirmiştir. Böylece Müslümanlar arasında selamı yaygınlaştırarak, İslam'ın hedeflediği sevgi ve kardeşliğe dayalı bir toplum oluşturma gayre­ti içerisinde olmuştur. İşte bu nedenle hicret ettiği yeni beldenin insanla­rına selamı yaygınlaştırmayı öğütleyerek kısa zamanda halkın birbirine kaynaşmasını sağlamış ve nesiller boyu inananlara örneklik edecek olan Medine toplumunun temellerini atmıştır. Allah Resulü, selamlaşma üze­rinde önemle durmuş, karşılaşan iki kişiden, önce selam verenin Allah katında daha hayırlı olduğunu müjdelemiştir. Ayrıca birbirine dargın olup karşılaştıklarında konuşmayan iki müminden önce selam verenin daha hayırlı olduğunu bildirerek selamın, barışın anahtarı olduğuna dikkat çekmiştir.

Selam vermeyi "sadaka" olarak nitelendiren Resül-i Ekrem, kendi sağlığında selamlaşmaya büyük önem vermiş, erkek kadın, genç yaşlı kimseyi selamından mahrum bırakmamıştır. Özellikle kadınlara ve ço­cuklara selam vererek ashabına örneklik etmiştir. Selam verirken uyuyan kimseleri uyandırmamaya özen göstermiş, bununla birlikte duyulduğun­dan emin olmak için olsa gerek selamını bazen üç kere tekrarlamıştır. Kendisine gönderilen selamı alarak selamın sahibine de onu iletene de dua etmiştir. Ayrıca zaman zaman Medine'nin kabristanı Bakî’ye gidip, "Selam size ey müminler diyarı! Size yarın verileceği vaad olunan şey verilmiştir. Siz­ler bekletilmedesiniz, inşallah biz de size katılacağız. Allah'ım Bakî’de yatanlara mağfiret et." diyen Allah Resulü, ahirete göçen müminlere de selam verme­yi Müslümanlar arasında bir adet haline getirmiştir.

Resulullah, Allah Teala'nın, "Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin." emri doğrultu­sunda, müminlerin evlerine duayla girmeleri ve ardından selam vermeleri gerektiği üzerinde önemle durmuştur. Küçücük bir çocukken kendisinin yanına verilen ve böylece nebevî terbiyeyle yetişme fırsatını yakalayan Hz. Enes'e verdiği bir öğütte bu selamın değerini şöyle ifade etmiştir: "Yavru­cuğum! Ailenin yanına girdiğin zaman selam ver. Bu, senin ve ailen için bereket olur."(Tirmizî,İsti’zân, 10) "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissetti­rip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır." (Nûr,24/27) ayetinde belirtildiği üzere başkalarının evine girerken selam vermenin ise ayrı bir önemi vardır. Zira asr-ı saadette, bugünkü gibi korunaklı kapıları olmayan oldukça mütevazı yapılı evlere girişte selam vermek, içeridekilere birinin geldiğini haber vermeye yarıyor ve giriş için izin istemeyi ifade ediyordu. Nitekim sahabeden Abdullah b. Büsr, Hz. Peygamber'in bir başkasının evine girişini anlatırken bu hususa dikkat çekmiştir: ''Allah Resulü, birinin kapısına geldiği zaman kapının tam kar­şısında durmazdı. Sağa ya da sola çekilirdi ve 'es-Selamü aleyküm, es-selamü aleyküm.' derdi. Çünkü o günlerde evlerin (kapılan) üzerinde perdeler yoktu."(Ebû Dâvûd, Edeb,127-128) Resulullah, kendisini görmeye gelenlerin de selam vererek izin istemesi gerektiğini bildirmiştir. Selamlaşmaya verilen önemi idrak eden ashab da bu konuda hassasiyet göstermiştir. Hz. Peygamber'e bağlılığıyla meşhur sahabî Abdullah b. Ömer'in alışverişi sevmediği halde yalnızca gördüğü kimselere selam vermek için çarşıya çıktığı nakledilmiştir.

Allah Resulü, küçüğün büyüğe, bir vasıta üzerinde gidenin yürüyene, yürüyenin veya ayakta olanın oturana, sayı bakımından az olan toplu­luğun çok olana selam vermesinin uygun olacağını bildirerek ashabına selamlaşma adabını öğretmiştir.Topluluk içerisinden bir kişinin selam ver­mesini ya da verilen selamı bir kişinin almasını yeterli görmüş, bir top­luluktan ayrılırken de selamla ayrılmanın güzel olduğunu ifade etmiştir. Tuvalet ihtiyacını gidermekte olan veya bunun gibi uygunsuz durumlar­daki kişilere selam vermeyi yasaklamış, böyle bir vaziyette Allah'ın adını anmayı hoş görmediğinden hacetini giderirken kendisine selam veren­lerin selamını almamıştır. Allah Resulü namaz kılan kimsenin selama karşılık vermesini uygun bulmamıştır. Bu nedenle ezan okumak, kamet getirmek veya hutbe vermek gibi bir meşguliyet içerisinde bulunan­lara selam vermek uygun görülmemiştir.

İslam'da "selam", barışın ve güvenin sembolü, iyi niyetin göstergesi­ dir. Müslümanlar, bu güzel ve anlamlı sözcükle birbirlerine selametin kay­nağı olan Allah Teala'nın korumasını dileyerek en güzel duayı yapmakta, bu duadan ahirete göçen kardeşlerini de mahrum bırakmamaktadırlar. Aynı şekilde hiç göremedikleri Rahmet Elçisi ile salat ve selam yoluyla gö­nül bağı kurmakta, kendilerine çok düşkün olduğunu bildikleri o Sevgili Elçi'ye muhabbetlerini ve iyi dileklerini arz etmektedirler. Onun öğretti­ği Tahiyyat Duası'yla da bütün müminler için selamet dileyerek sevgi ve kardeşliğe dayalı örnek İslam toplumuna yaraşır şekilde hareket etmekte, namazlarını da nurani dostları olan meleklere selam vererek ve Rablerinin "selametin kaynağı" olduğunu ikrar ederek bitirmektedirler.

Müslüman hayatında oldukça geniş yeri olan ve pek çok manayı içine alan "selam"ın günümüzde bu değerini kaybetmeye başladığı görülmekte­dir. Bireyselliğin ön plana çıkıp insani ilişkilerin ve paylaşımların giderek azalmasıyla selamlaşma adeti de toplumsal hayatta işlevsiz hale getirilmiş­tir. Mahallelerin tek bir ev sıcaklığını yaşadığı günler geride kalmış, ar­tık insanlar bırakın tanımadığı kimselere selam vermeyi tanıdıklarını bile görmezden gelmeye başlamıştır. Böylece birbirlerine giderek yabancılaşan insanların ilişkilerine de samimiyetsizlik ve güvensizlik hakim olmuştur. Halbuki sevgi, saygı, kardeşlik temeline dayalı, refah ve medeni bir toplu­mun oluşturulması, bireyler arasındaki güvene ve samimi iletişime bağlıdır. Bunun için de iletişimin ilk basamağı olan selamlaşmanın, ister birtakım güzel sözlerle olsun ister bedensel hareketlerle olsun, mutlaka yaygınlaştı­rılması gerekir. Kişinin tanıdığı insanları hoş sözlerle karşılaması, iki ta­rafın da birbiri için iyi temennilerde bulunması aralarındaki muhabbeti artırır. Bütün iyi dilekleri içine alan ve dua vesilesi olan "selam" lafzının kullanılması ise ilişkilere ayrı bir rahmet ve bereket kazandırır. Tanımadığı kimselere selam veren kişi de, karşı tarafa güven vermiş ve samimiyetini ifade etmiş olur ve böylelikle sağlıklı ve dostane ilişkilerin temeli atılır. So­kağa çıktığında kendisini iyi dileklerle karşılayan, gülümseyen birilerini görmek bireye rahatlık ve huzur verir, onu yalnızlıktan kurtararak kendi­siyle barışık olmasına katkıda bulunur. Böyle bireylerden oluşan toplumun 73. da ilerlemeye ve gelişime açık, sağlıklı bir toplum olması kolaylaşır.

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan: Ümmühan BAYRAKÇI - Bilecik Müftülüğü İl Vaizi

Bu yazı toplam 982 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR