Cumadan Gönüllere

Cumadan Gönüllere

HAYBERİN FETHİ

HAYBERİN FETHİ

HAYBERİN FETHİ

HAİNLERE SON DARBE

Hicretin altıncı yılı, Ramazan ayıydı. İhanetleri nedeniyle Medine’den Hayber’e sürülen ve Hendek Savaşı’na sebep olan Yahudiler, savaştan sonra Kurayzaoğulları’na verilen ölüm cezası üzerine Allah Resûlü’ne karşı tekrar büyük bir düşmanlık faaliyeti içine girmişlerdi. Yahudilerin lideri Üseyr b. Zârim, Gatafânlılarla görüşmeye giderek onları Hz. Peygamber’e savaş açmaya ikna etmişti. Yahudilerin hazırlıklarını haber alan Resûlullah, Abdullah b. Revâha’yı üç kişiyle birlikte gözcü olarak Hayber’e gönderdi. Orada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye dönen Abdullah b. Revâha, Peygamberimize haberin doğru olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Üseyr b. Zârim’i Hayber’e vali olarak görevlendirmeye karar verdi ve Abdullah’ı otuz kişilik bir grupla tekrar oraya gönderdi. Üseyr, başlangıçta bunu kabul ederek Medine’ye gitmek üzere Hayber’den ayrıldıysa da yarı yolda fikrini değiştirdi ve döndü. Abdullah b. Revâha ve beraberindekiler ise Medine’ye giderek durumu Allah Resûlü’ne haber verdiler.

Muhkem kaleleri ve savaş taktiğini çok iyi bilen cesur savaşçılarıyla ünlü Hayber, aynı zamanda verimli arazileriyle tanınmış önemli bir ticaret ve ziraat merkeziydi. Şam-Medine yolu üzerinde Medine’ye yaklaşık yüz elli kilometre uzaklıkta bulunan bu belde, Müslümanlar açısından hayatî bir öneme sahipti. Yahudi dilinde “kale” anlamına gelen Hayber’in yedi burcu bulunmaktaydı.

Hayber, Müslümanlar açısından sorunlu bir bölgeydi. Çünkü Suriye ve Irak’tan gelen ticaret yolu Hayber üzerinden Medine’ye ulaştığı için Müslümanlar ticarî açıdan tehdit altındaydı. Ayrıca Medine konum olarak Hayber ile Mekke arasında bulunuyordu. Dolayısıyla Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasında bir savaş çıkması durumunda Hayber’de yaşayan ve Müslümanlara sürekli düşmanlık besleyen Yahudiler ciddi bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu nedenle Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Antlaşması’nı yapan Hz. Peygamber, Medine’ye dönünce yaklaşık bir ay kaldıktan sonra ashâbına Hayber Gazvesi için hazırlanmalarını emretti. Ancak Resûlullah, Hudeybiye’de bulunmayan ve sırf Yahudilerden elde edilecek ganimetlere ulaşmak amacıyla savaşa katılmak isteyen bazı kimseleri orduya kabul etmedi ve “Bizimle ancak cihadı isteyenler gelsin!” buyurdu. Zira sağlamlığıyla ünlü kaleleri ve savaşçıları nedeniyle ele geçirilmesi oldukça zor olan bu şehrin fethi, her şeyden evvel sabır ve sebat gerektiriyordu.

Savaşa hazırlık esnasında Medine’de bulunan Yahudiler, Müslümanların diğer Yahudi kabilelerini sürüp çıkardığı gibi Hayber Yahudilerini de mağlup edeceklerini anlamışlardı. Bu yüzden sırf Müslümanları sıkıntıya düşürmek maksadıyla az veya çok onlardan alacaklarını tahsil etmeye başladılar. Ebû Şahm adlı bir Yahudi, beş dirhem alacağı için Abdullah b. Ebû Hadred’i sıkıştırmaya başlamıştı. İbn Ebû Hadred, “Biz Hicaz’ın yiyecek ve servet bakımından en zengin şehrine gidiyoruz.” diyerek Hayber Savaşı’na katılacağını ifade etti ve borcu için biraz daha süre istedi. Fakat bunu duyan Ebû Şahm daha da sinirlendi ve mesele Allah Resûlü’ne arz edildi. Yahudi, kendisine haksızlık edildiğini ve borcunun ödenmediğini söyleyince Peygamberimiz (sav), İbn Ebû Hadred’e hemen borcunu ödemesini emretti. İbn Ebû Hadred, fakir olduğunu, Hayber ganimetiyle borcunu ödeyeceğini bildirdiyse de Efendimiz aynı emri iki kez daha tekrarladı. Bunun üzerine Abdullah b. Ebû Hadred çarşıya gitti. Sırtındaki elbisesini çıkarıp sarığına büründü ve Yahudiye, “Şu elbisemi benden satın al!” dedi. Yahudi onu dört dirheme satın aldı. Ardından İbn Ebû Hadred kalan borcunu da bulup ödedi. Hz. Peygamber savaş arefesinde bulunulan böyle bir durumda bile adalet ve hakkaniyetten ayrılmamış ve Müslümanların zaafına sebep olma pahasına muhatapları olan Yahudilerin haklarına riayet etmişti.

Hazırlıkların tamamlanmasının ardından Resûlullah, Medine’de Siba’ b. Urfuta’yı vekil bırakarak hicretin yedinci yılında Muharrem ayı sonuna doğru yola çıktı. Yolculuk Eşca’ kabilesinden Huseyl b. Hârice ile Abdullah b. Nuaym’ın kılavuzluğunda yapılacaktı. Ordu iki yüzü atlı olmak üzere bin altı yüz kişiydi. Orduda, savaşta yaralıları tedavi etmek ve Müslümanlara güçleri nispetinde yardımcı olmak amacıyla az da olsa kadın sahâbîler de bulunmaktaydı.

Hz. Peygamber’in önderliğinde sahâbîler tekbir getirerek ilerliyorlardı. Bir ara hep bir ağızdan çok yüksek sesle, “Allâhü ekber! Allâhü ekber! Lâ ilâhe illâllâh!” demeleri üzerine Resûlullah Efendimiz şöyle buyurdu: “Kendinize gelin! Siz ne sağır olana ve ne de burada bulunmayana sesleniyorsunuz. (Bilakis) Her şeyi işiten, gören ve size çok yakın olan Allah’a sesleniyorsunuz.” Hayber’e oldukça yaklaşılmıştı. Bu sırada Allah Resûlü, ashâbını durdurdu ve şöyle dua etti: “Ey yedi kat göklerin ve altındakilerin, yedi kat yerlerin ve içindekilerin, şeytanların ve sapıttıklarının, rüzgârların ve savurduklarının Rabbi olan Allah’ım! Biz senden bu beldenin, ahalisinin ve içinde bulunan şeylerin hayrını istiyoruz! Bu beldenin, ahalisinin ve içinde bulunan şeylerin şerrinden de sana sığınıyoruz!” Nitekim o, herhangi bir saldırı ve tehdit oluşturmadığı müddetçe, hiçbir kişiye ya da topluluğa şiddet uygulama yolunu tercih etmezdi.

Gece vakti Hz. Peygamber komutasında Müslüman ordusu Hayber’e ulaştı. Resûlullah, bir yere gece ulaştığında ansızın baskın yapmayı uygun görmediği için sabahın ilk ışıklarını bekledi. Sabahleyin kazma, kürek ve büyük küfeleriyle tarlalarına ve bağlarına giden Hayber halkı, Allah Resûlü’nü ve ordusunu görünce, “Muhammed! Vallahi Muhammed ve ordusu!” diyerek korkuya kapıldılar ve etrafa kaçıştılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, askerlerini savaşa teşvik etmek için, “Allâhü ekber! Harap olup gitti Hayber! Biz (savaş hâlindeyken düşman) bir kavmin topraklarına girdiğimiz zaman, (savaşa yol açan sebepler konusunda önceden) uyarılmış olan o kimselerin sabahı çok kötü olur! ” buyurdu.

Resûlullah, ordusunu Gatafânlıların Hayber’e yardımını engelleyecek şekilde Recî’ denilen bir bölgeye yani Hayber Yahudileri ile Gatafân kabilesi arasına yerleştirdi. Bunun üzerine Gatafân kabilesi, böyle bir konumda iken kuşatma olması hâlinde ailelerinin ve mallarının yurtlarında savunmasız kalacağı endişesine kapılarak bulundukları yeri boşaltıp topraklarına geri döndüler ve Hayber Yahudileri Gatafânlıların yardımından mahrum kaldılar. Böylece tek başlarına kalan Hayber Yahudileri kalelerine kapanarak savaşmak zorunda kaldılar.

Peygamber Efendimiz, kuşatma esnasında, “Sancağı yarın öyle bir kişiye vereceğim ki Allah fethi onun eliyle gerçekleştirecektir. O, Allah’ı ve Resûlü’nü sever; Allah ve Resûlü de onu sever!” diyerek Hayber’in fethedileceğini müjdelemiş fakat o kişinin kim olduğunu gizli tutmuştu. Allah Resûlü ertesi gün sancağı merakla bekleyen ashâb arasından Hz. Ali’ye verdi ve “Yâ Ali! Haydi ilerle! Allah sana fethi müyesser kılıncaya kadar (cesaretle yolunda) yürü, asla yönünü değiştirme!” dedi. Hz. Ali hemen hareket etti, sonra durdu ve “Ey Allah’ın Resûlü! İnsanlarla ne üzerine savaşayım?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Onlarla, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet edinceye kadar savaş. Bunu yaptıklarında meşru sebepler (devletin ölüm cezası vermesi ya da zekât, cizye gibi ödemeler) dışında kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar. Asıl hesapları ise Allah’a aittir. Acele etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var. Önce onları İslâm’a davet et! Şayet bu davetinle bir kişi Müslüman olsa bu, sana kızıl develer verilmesinden daha hayırlıdır!..”

Hz. Peygamber, savaşın en çetin olduğu anlarda bile her fırsatta insanları hayra, güzelliğe yöneltmekten geri durmuyordu. Nitekim İslâm’a davet konusunda kimseyi önemsiz ve hakir görmeyen Resûlullah, bir Yahudi’nin koyunlarını güden Yesâr adlı köleye İslâm’ı anlatarak onun doğru yola ulaşmasına vesile olmuştu. İslâm’ı kabul eder etmez Müslümanlar safında savaşa katılan Yesâr, kısa süre sonra bir taşın isabet etmesiyle şehit oldu. Resûlullah ashâbına, Müslüman olduktan sonra bir vakit bile namaz kılma fırsatı bulamayan Yesâr’ın cennetlik olduğunu bildirdi.

Kuşatma günlerce sürdü. Şiddetli çarpışmalar yaşandı. Ordunun mühimmat ve erzakı tükenmek üzere idi. Savaş koşulları gittikçe zorlaşmıştı. Müslümanlardan yaralananlar ve şehit edilenler olmuştu. Fakat bütün bu zorluklara rağmen kalenin burçları tek tek fethedildi ve sonunda Hayber ele geçirildi.

Savaşın sonunda Yahudilerden doksan üç kişi öldürüldü, Müslümanlardan da on beş kişi şehit oldu. Kadın ve çocuklardan oluşan çok sayıda esir ele geçirildi. Ayrıca pek çok hayvan, ev eşyası ve mücevherat türünden menkul ve gayri menkul ganimetler elde edildi. Yahudiler, Hz. Peygamber ile şu hususlarda barış antlaşması yapmak zorunda kaldılar: “Savaşa katılmış bulunan Yahudilerin canlarına zarar verilmeyecek, Yahudilerin çocuklarıyla birlikte Hayber’i terk etmelerine izin verilecek, yanlarında bir deve yükünden başka bir şey götürmeyecekler, altın, gümüş ve silahlar Müslümanlara bırakılacak, Hz. Peygamber’e bırakılması gereken herhangi bir şey ne surette olursa olsun gizlenmeyecek, gizleyenler ise Allah ve Resûlü’nün eman ve himaye garantisinin dışında kalacaklardır.” Bu antlaşmaya rağmen Yahudiler, Huyey b. Ahtab’a ait olan içi altın ve gümüş dolu bir deriyi saklamaya çalıştılar. Fakat yapılan uzun araştırma ve soruşturmalar neticesinde daha fazla saklayamadıkları deriyi gizlenen yerden çıkarıp getirdiler. Deriyi saklayarak antlaşmayı ihlâl eden Kinâne b. Ebu’l-Hukayk adlı Yahudi ise cezalandırıldı.

Hz. Peygamber, alınan esirlerin hepsinin hayatını Hayber’i terk etmeleri karşılığında bağışladı. Hayber’de galip geldiğinde arazi Allah’a, Resûlü’ne (sav) ve Müslümanlara ait olmuş (bu nedenle de) Resûlullah (sav) Yahudileri oradan çıkarmak istemişti. Yahudiler, (yarım kalan) hurma hasadı işlerini sürdürmek ve mahsulün yarısı kendilerinin olmak üzere, Resûlullah’tan Hayber’de bırakılmalarını istediler. Rahmet Peygamberi, “istediği zaman onları çıkarma hakkı bulunmak şartıyla” bu mümbit toprakları işleyip yıllık kazançlarının yarısını vermeleri karşılığında tekliflerini kabul etti. Arazilerin gelirlerini toplama işi için de Abdullah b. Revâha’yı görevlendirdi.

Ganimetlerin beşte biri Hz. Peygamber’e verilmek üzere hazineye ayrılırken, geri kalan beşte dördü Hayber Savaşı’na katılan Müslüman gaziler arasında taksim edildi. Allah Resûlü, ganimetlerin paylaşılması sırasında bir haksızlık olmaması ve artık kamuya ait olan bu mallara zarar verilmemesi konusunda oldukça titiz davranmıştı. Nitekim savaş esnasında ashâbdan bazıları, “Filân kimse şehit oldu.” dediğinde Peygamberimiz, aksine o kişinin ganimetlerden haksız yere aldığı bir hırka nedeniyle cehennem ateşinde olduğunu söylemişti. Yine ganimet mallarından iki dirhem değerinde bir Yahudi boncuğu çalan sonra da ölen bir kişinin cenaze namazını bu davranışı nedeniyle kılmamıştı. Ganimetler arasında yer alan Tevrat nüshaları ise diğer dinlere saygının bir gereği olarak Yahudilere iade edildi. Yahudiler, Hz. Ömer’in halifeliği dönemine kadar Hayber arazisinde yerlerinde kaldılar.

Hayber Savaşı sonunda alınan esirler arasında Yahudi reislerinden Huyey b. Ahtab’ın kızı Safiyye de vardı. Hz. Peygamber Yahudilerle evlilik yoluyla akrabalık oluşturmak, aradaki düşmanlığı azaltmak ve onlardan gelecek siyasî anlamdaki tehlikeleri bertaraf etmek için Safiyye ile nikâhlanmayı düşündü. Safiyye’ye İslâm’ı anlatarak, “Biz seni kendi dininde bulunuyorsun diye zorlayacak değiliz! Eğer sen Allah’ı ve Resûlü’nü tercih edersen seni zevceliğe kabul edeceğim.” buyurdu ve onu Müslüman olup kendisiyle evlenmesi ya da eski dininde kalması konusunda serbest bıraktı. Bu hoşgörü ve anlayış karşısında Safiyye Müslümanlığı seçerek Resûlullah’a eş olmayı tercih etti. Hz. Peygamber de Safiyye’yi azat ederek onunla evlendi. Ardından ashâbını çağırarak düğün yemeği verdi.

Müslümanlardan gördükleri insanî muameleye rağmen Yahudilerden bazıları İslâm’a karşı gönüllerinde besledikleri kin, düşmanlık ve ihanetlerinden vazgeçmemişlerdi. Her iyi muameleye, kötü bir hareketle, haince bir tertiple cevap vermeyi âdeta kendilerine huy edinmişlerdi. Müslümanlara karşı daha önceki suçları ortada iken kendilerini diğer Yahudi kabileleri gibi sürgün etmeyip affeden ve Hayber’in verimli topraklarına ortak yapan Hz. Peygamber’e bir ihanete kalkışmakla, bir kere daha ahitlerini bozmuş oldular. Nitekim Hayber’in fethi tamamlanmış ve Allah Resûlü ashâbıyla birlikte istirahata çekilmişti. O sırada Yahudilerden Hâris’in kızı Zeyneb, Peygamberimiz ve ashâbına hediye olarak kızarmış zehirli bir koyun eti getirdi. Resûlullah, önlerine getirilen etten bir lokma aldı fakat henüz çiğnemeden geri çıkardı ve ashâbına, “Ellerinizi çekin!” dedi. Çünkü etin zehirli olduğunun farkına varmıştı. Yanında bulunan Bişr b. Ma’rûr ise lokmasını çiğneyip yutmuş ve zehirlenerek hayatını kaybetmişti. Olayın ardından Hz. Peygamber, Yahudi kadını çağırtarak neden böyle bir şey yaptığını sordu. O da öldürülen yakınlarının intikamını almak amacıyla bunu yaptığını söyledi. Bunun üzerine kadının bazı rivayetlerde kısas yapılarak cezalandırıldığı ifade edilirken bazılarında ise affedildiği zikredilmektedir.

Hz. Peygamber, Hayber’in fethi ile beraber ashâbına bazı yasaklar getirmişti. Nitekim zorlu geçen kuşatma esnasında yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayan ashâb, fetih akşamı daha büyük bir açlığa maruz kalmışlardı. Bu nedenle de ele geçirdikleri ehlî eşekleri keserek pişirmeye başlamışlardı. Bir müddet sonra Allah Resûlü, etleri pişirmek üzere yakılan ateşleri gördü ve sebebini sordu. Ehlî eşek etlerinin pişirildiğini öğrenince de kaplardaki etlerin dökülmesini istedi. Peygamberimiz muhtemelen bu hayvanlara yük taşımak için ihtiyaç duyulması nedeniyle böyle bir yasaklamada bulunmuştu. Ayrıca Resûlullah, pençesi olan bütün yırtıcı kuşların ve köpek dişi olan bütün yırtıcı hayvanların etini yasakladı. Hz. Peygamber, daha çok savaş seferlerinde ruhsat verilen bir uygulama olan “mut’a” yani kadınlarla geçici olarak nikâhlanmayı da Hayber’in fethiyle birlikte yasakladı.

Fetihten sonra Hz. Peygamber, Müslümanlara karşı Hayberlilerle işbirliği içinde olan diğer Yahudi bölgelerini de İslâm devleti topraklarına kattı. Önce Medine’ye iki günlük mesafede bulunan Fedek Yahudilerine bir elçi göndererek onları İslâm’a davet etti. Başlangıçta olumsuz bir tavır sergileyen Fedekliler, daha sonra Hayberlilerin başına gelenlerden dolayı korkuya kapılarak onlarla aynı şekilde antlaşma yapmaya razı oldular. Allah Resûlü, Fedek’in ardından Hayber’den dönüş yolu üzerindeki küçük bir Yahudi yerleşim merkezi olan Vâdi’l-Kurâ’ya sefer düzenledi. Bir günlük kuşatma neticesinde burası fethedildi. Onlar da Hayberliler gibi topraklarında yarıcı olarak bırakıldılar. Teymâ Yahudileri ise Hayber, Fedek ve Vâdi’l-Kurâ’da meydana gelen gelişmeleri duyunca kendileri gelerek cizye ve haraç vermek üzere Hz. Peygamber ile antlaşma yaptılar ve yurtlarında kaldılar. Toprakları da kendilerinin oldu.

Hayber ve çevresinin fethedilmesiyle birlikte Müslümanlar için temel hedef olan Mekke’nin fethinin de önü açılmış oldu. Zira Şam-Medine yolu üzerinde bulunan Hayber ve çevresinde Müslümanlar açısından tehdit oluşturabilecek bir güç ortadan kaldırılmıştı. Aynı zamanda neredeyse Arabistan’daki bütün Yahudilerin hâkimiyet altına alınmasıyla, Kureyş müşriklerinin Müslümanlara karşı her fırsatta kullanmayı hesap ettikleri destekleri bertaraf edildi. Bundan önce yapılan Hudeybiye Antlaşması ile de müşriklerden gelebilecek herhangi bir tehlike ortadan kaldırılmıştı. Böylece Müslümanların bölgedeki hâkimiyeti sağlamlaştığı için siyasî ve askerî üstünlükleri konusunda hiçbir şüphe kalmadı. Fetihle birlikte elde edilen altın, gümüş ve çeşitli mücevherat yanında hurma ve tahıl ürünleri ile çok sayıda hayvan ve esirlerden oluşan menkul ve gayrimenkul ganimetler sayesinde ise Müslümanlar malî açıdan daha güçlü hâle geldiler.

Fetihle birlikte hurma ve tahıl üretimiyle uğraşan Yahudiler, yukarıda da belirtildiği üzere yarıcı olarak eski topraklarında bırakılmışlardı. Müslümanlar belli antlaşmalar çerçevesinde yine onlarla birlikte yaşamaya devam ettiler. Halbuki daha önce Medine’de yaşayan Yahudi kabileleri, Hz. Peygamber’le aralarındaki antlaşmaya gösterdikleri sadakatsizlik nedeniyle sürgüne gönderilmişlerdi. Allah Resûlü, antlaşmalarına riayet eden Hayber Yahudilerine ise din ayrılığından dolayı herhangi bir ayrım yapmadı. Böylece o, vefatına kadar geçen süre içerisinde farklı dinlerden insanların bir arada yaşayabileceğini örnek bir şekilde ortaya koydu.

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

GÜNÜN AYETİ:

O ağacın altında sana bağlılık sözü verdikleri sırada o müminlerden Allah razı olmuştur; gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve güven vermiş, pek yakın bir fetihle ve elde edecekleri birçok ganimetle de kendilerini ödüllendirmiştir. Allah, izzet ve hikmet sahibidir.(Fetih, 48/18-19.)

GÜNÜN HADİSİ

“Kim hidayete çağrıda bulunursa, kendisine tabi olanların sevapları kadar ona sevap verilecek ve tabi olanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmeyecektir. Kim de dalalete davet ederse, kendisine tabi olanların günahları kadar günah ona verilecek ve tabi olanların günahlarından da hiçbir şey eksilmeyecektir.” (İbn Mâce, Sünnet, 14)

GÜNÜN DUASI:

“Allah’ım! Senden hidayet, takva, (sorumluluk bilinci) iffet ve (gönül) zenginliği isterim.”

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU: Dua ve zikir sesli mi, yoksa sessiz mi yapılmalıdır?

CEVAP:Duanın, alçak sesle, hüzünlü ve tazarru (yalvararak) ile yapılması adaptandır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Rabbinize yalvararak ve için için dua edin…” (el-A'râf, 7/55) buyrulmaktadır. Ancak içtenlikle ve samimi olduğu sürece, sesli olarak dua edilebilirse de sessiz olması daha uygundur. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir yolculuk esnasında sesli olarak tekbir ve tehlil getirmeye başlayan bir grup sahabîye, “Ey insanlar! Kendinize merhamet edin; siz ne duymayana dua ediyorsunuz ne de uzakta olan birisine. Muhakkak siz, işiten, yakın olan bir zata dua ediyorsunuz ki O sizinle beraberdir.” (Müslim, Zikir, 44 [2704]; bkz. Buhârî, Cihâd 132 [2992]; Megâzî 39 [4205]) buyurmuşlardır.

KAYNAK: Din İşleri Yüksek Kurulu

Hazırlayan: İsmail ÖZKAN- CEZAEVİ VAİZİ

Bu yazı toplam 292 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cumadan Gönüllere Arşivi
SON YAZILAR