NECATİ TAYYAR TAŞ

NECATİ TAYYAR TAŞ

ALLÂH, LÂLE, HİLÂL

ALLÂH, LÂLE, HİLÂL

Ebced hesabında, Elif’in değeri:1, Lâm’ın değeri:30, He’nin değeri:5 dir. Böylece, ‘Allah, Lâle, Hilâl’ kelimelerinin her birinin değeri aynı olup, üçü de ayrı ayrı 66 ya tekabül etmektedir. Yani ‘hilâl, lâle’ ve Cenab-ı Hakk’ın en muazzam ismi olan ‘Allah’, ebcedde aynı sayı değerindedir… Tevâfuka bakınız ki, ‘Elhamdülillâh’ zikrinin değeri de 66 dır. Biz, millet olarak hilâl’i İslâm’ın simgesi, haç’a karşı bizim simgemiz olarak görmüşüzdür. Bundan dolayı kültürümüzde lâleye apayrı bir değer verilip sevgi beslenildiğini... Özellikle Osmanlı kültüründe, lâlenin oldukça yoğun bir alâka görüp bir lâle soğanının bin altına kadar müşteri bulabildiğini ve zamanın padişahı 3. Ahmet’in bir ferman yayınlayarak bu fiyatlara bir sınırlama getirmek zorunda kaldığını… Bir devre adını veren bu tefekkür simgesi çiçeğin o dönemde 1108 çeşit renkte üretildiğini... Antrparantez belirtmek gerek…
Lâle’nin Osmanlılar tarafından pek sevilmesi sadece çok güzel bir çiçek olmasından dolayı değildir. Tasavvuf öğretilerinde; gül, peygambere, lâle, Allah’a açılır denmektedir. Arap harfleriyle yazılan lâlenin tersten okunması, hilâl kelimesini ortaya çıkarır ki, bu da, Osmanlı bayrağının, ambleminin remzidir... Arif Nihat Asya ne güzel anlatmış: "Eskiler lâleyi mukaddes sayarlardı. Gerçekten bu ruh, izahı zor bir şuurdur. ‘Allâh, hilal, lâle’ kelimelerdeki ebcet beraberliği sizi bilmem fakat ben, tesadüf deyip geçemeyeceğim. Biri ulvîliği ile dînimi, biri şerefiyle istikbâlimi, biri güzelliğiyle yurdumu anlatır.” Âcizâne ben denizde, bu kelimelerin aynı ebced değerinde, sıradan sırdaş, karındaş ve arkadaş olmadıklarını düşünüyorum. Düşünüyorum, çünkü kâinatta tesadüfe mahal yoktur. Bayrağımızdaki ‘hilâl’ işareti de anlamlıdır. Hilâl, Allâh demektir. ‘Lâle’ de aynıdır. Bunun için bazı eski eserlerde ‘hilâl’ yerine ‘lâle’ konmuştur. ‘Yıldız’ da mânâlıdır. Yıldız, eski harflerle Muhammed aleyhisselam lafzının stilize edilmiş halidir. Biz, bayrağımıza ay-yıldız koymakla Allah ve Muhammed yazmışız. Buna karşılık Batı’ya baktığımızda Fransa haricindeki köklü Avrupa devletlerinin bayraklarında haçı görürüz. Avrupa birliği ülkeleri, küreselleşme mefhumuna rağmen haçı bayraklarından çıkarmıyorlar. Neden, çünkü bu geçmişten gelen bir âidiyet sembolüdür.
‘Eğlâl’ kelimesi de ‘lâle’ kökünden gelmektedir. Yâsin Sûresi’nin sekizinci âyetinde ‘eğlâlen’ şeklinde geçen bu kelimenin, âyet içinde mânâsı şöyledir: "Biz, onların boyunlarına demir halkalar geçirdik. O halkalar çenelerine kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.” Rasûlullâh Efendimiz hicret edecekleri vakit kapıdaki müşrikleri etkisiz hâle getirmek için Yâsin Sûresi’nin bu âyetini okuyarak onlara bir avuç toprak atmıştı da, müşrikler bunun etkisiyle sanki boyunlarına demirden halkalar geçirilmişçesine başlarını aşağıya indirememiş ve Efendimizi görememişlerdi. Efendimizi göremeyen bu bakar körler ve onların gübrelerinde büyüyenler kâinatın bütün hakikatlerini o gün de görmediler, bu gün de görmüyorlar ve kıyamete kadar da göremeyeceklerdir. Bu keyfiyeti anlatan Yâsin suresinin dokuzuncu ve onuncu âyetleri sanki bu gün inmiş gibi: “Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.”
Bunun mukâbili olarak kalplerine Allâh lafzını yerleştiren ve istîdâdınca idrak etmiş olan Hak âşıkları da sanki boyunlarına nurdan bir halka geçirmişçesine başları yukarıda ilâhî cezbeye gark olmuş, onun neşvesiyle müstağrak bir hâldedirler. Aşağının kötülük ve pisliklerinden uzak, mâsivâdan arındırılmış bir gönülle her şeyden mahrûm olanlar için duâ ve ilticâ hâlindedirler.
Lâlenin içi kömür gibidir. Ancak dıştan görünmez. Dışı ise içinin tam tersine pasparlak, canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sahiptir. Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervişin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer. Gerçek lâlelerin hepsinde renkli altı yaprak bulunur. Bu ise îmanın altı nûrunun libâsına bürünen dervişin îmân ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa gark olmasının da bir ifadesidir.
Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırır. Zira derviş bu hâl ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murat etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete ermiştir. Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o güzel rengini sunarak ona ferahlık vermiştir. Nitekim lâlenin en revaç bulduğu dönemlerde ona, "ferâhâver / ferahlık veren" denmiştir. İşte bu vasıflarla vasıflanan derviş de, tıpkı lâlenin bu adını alarak etrafına letâfet ve zarâfet saçmış, gönüllere âb-ı hayat sunmuştur.

Bu yazı toplam 682 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
NECATİ TAYYAR TAŞ Arşivi
SON YAZILAR