Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

MİLLİ RUH KAYBOLDUĞUNDA

MİLLİ RUH KAYBOLDUĞUNDA

Değerli okuyucularım ilimizin hak ettiği yere gelebilmesi için uygulanması gereken yöntemi birkaç küçük örnek üzerinden anlatan yazı serimize şimdilik nokta koyalım. Dilerseniz bu hafta çok özel bir konu hakkında bilgi paylaşalım. Kaynak tabi ki vizyoner bir liderin kütüphanesindeki ayrıcalıklı bir yere sahip olan yazar ve eserleridir. Vizyoner lider ve devlet adamının, kitapların yazarının kim olduğunu bulmayı siz okuyucularıma bırakıyorum.
Önce milli ruhun kaynakları neler olabilir sorusunun cevabını arayalım. Fiziksel olarak birbirine benzer kişilerden oluşan ulusların davranış şekillerinin birbirlerinden farklı olmalarının nedenleri ulusal ruhun farklı olmasındandır. Bu farklılığın göstergeleri farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Kitapta bu farklılıklar şu şekilde ifade edilmektedir: “Fiziksel yapıları ile çok benzer olan uluslar duygu ve davranış şekillerinde dolaysıyla da uygarlıkları, inançları ve sanatları büyük ayrılıklar gösterirler.” Bu noktada yine aklımıza yeni bir soru gelmelidir. Bu ayrılıkların temelinde ne yatmaktadır? Cevap gayet basittir, MİLLİ RUH. “Bir ulusun yaşamı; kurumları, inançları ve sanatları onun görünmez ruhunun görünür şeklinden başka bir şey değildir.”
Milli ruhu oluşturan unsurlar nelerdir diye düşündüğümüzde çıkış noktalarımızdan birisi birey olmalıdır. Yazara göre; bireyi kendisine tabi kılan ve doğrudan yaşamını yönlendiren üç çeşit etki bulunmaktadır. Bunlardan ilki ve en önemlisi ataların etkisidir. İkincisi, aile yani anne ve babadır. Sonuncusu da en güçlü olduğu düşünülen aksine en zayıf etkisi olan çevredir. Diğerlerine geçmeden önce çevrenin etkisini değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan sonuç şudur. “İnsanın yaşamı süresince ve özellikle de eğitimi süresince altında kaldığı çeşitli fiziksel ve ahlaksal etkileri de içine alarak ortamın ani ve derin değişiklikler göstermesi durumu dışında çevresel etkiler ancak oldukça zayıf değişikliler gösterebilir.” Yani çevresel etkiler ve özellikle eğitim birinci unsura bağlı olduğunda gerçek bir sonuç yaratabilmektedir.
Hakkında ne düşünülürse düşünülsün birey içinden çıktığı ve yaşamını sürdürdüğü milletinin bir temsilcisidir. İşte bu bireylerden oluşan kitleler de milletleri meydana getirmektedir. Konuyu basitçe kendi fizyolojimiz üzerinden açıklayabiliriz. İnsan farklı işlevlere sahip milyarlarca hücreden oluşmaktadır. Bu hücrelerin ömürleri oldukça kısadır. İnsan ömrü ile karşılaştırıldığında göreceli olarak son derece kısa olan bu hücrelerin bütünü insanı meydana getirmektedir. Tıpkı insan vücudu gibi toplumlar da farklı işlevleri yerine getiren bireylerden oluşurlar. Ulusun her bireyinin çok kısa olan kişisel yaşamı ve buna bağlı çok uzun bir kollektif yaşamı olur. Bir ulusu zamana bağlı olmayan sürekli bir canlı varlık olarak düşünmek yanlış olmaz. İşte bu canlı varlık sadece belirli bir andaki bireylerden oluşan bir kitle değil aynı zamanda geçmişin tüm birikimi, bir devamıdır. Bir ulusu gerçekten anlayabilmek için mümkün olduğunca geçmişine gitmek gerekmektedir. Yazar bu durumu şu şekilde özetlemektedir:
“Yaşayanlardan sonsuz sayıda daha kalabalık olan ölüler aynı zamanda onlara nazaran sonsuz derece daha fazla güç ve iktidara sahiptirler. Onlara uçsuz, bucaksız bilinçdışı sahasında hüküm sürerler, karakterlerin ve zihnin bütün tezahürleri/belirişleri bu görünmez imparatorluktan çıkar.”
Bizden önce yaşayan atalarımız aslında bizim gerçek sahiplerimizdir. Yüzyılların devamınca düşüncelerimizin, duygularımızın, dolayısıyla tutum ve davranışlarımızın hareket ettirici gücü bizden önce yaşayan atalarımızdır. Kaybolan nesiller bizlere sadece fiziksel yapılarını değil, aynı zamanda düşüncelerini de benimsetirler. Bizim de bu imparatorluğun bir parçası olmamız için zamanı gelince enerjinin başka formuna dönüşmemiz gerekecektir. “CANLILARIN TARTIŞILMAZ TEK EFENDİLERİ ÖLÜLERDİR.”
Değerli okuyucularım başlık ile metin arasında doğrudan bir ilişki kuramadık diye düşünebilirsiniz. İlerleyen bölümlerde cevap gelecektir. Şimdilik hoşça kalın. Saygılarımla


Bu yazı toplam 353 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR Arşivi
SON YAZILAR