Cumadan Gönüllere

Cumadan Gönüllere

DALKAVUKLUK: ÇIKAR İÇİN YAPILAN YÜZSÜZLÜK

DALKAVUKLUK: ÇIKAR İÇİN YAPILAN YÜZSÜZLÜK

Hz. Peygamber ashabıyla birlikte bulunduğu bir sırada bir adamdan söz edilmişti. Orada bulunanlardan biri söz konusu adamı övünce Hz. Peygamber (sav), “Yazıklar olsun sana! Kardeşinin boynunu kestin!” buyurdu ve bu sözü üç kez tekrarladı. Sonra da şunları ekledi: “Sizden birisi illâ bir kimseyi methedecekse, ‘Gördüğüm kadarıyla filâncanın şöyle olduğunu sanıyorum. Ameline göre onu hesaba çekecek ise Allah’tır. Allah’ın karşısında hiç kimseyi temize çıkarıp aklayamam.’ desin. Bunu da o kimsenin hâlini öyle biliyorsa söylesin!”  (Buhârî, Edeb, 95)

 

 

İslâm ahlâk literatüründe özellikle zenginlere ve yüksek mevki makam sahibi kimselere övgü yağdırmakla tanınmış ve bu tutumlarını alışkanlık hâline getirmiş olanlara “dalkavuk/yağcı”, yaptığı işe de “dalkavukluk/yağcılık” denmiştir. Dalkavuk, karşısındaki kişiyi aşırı şekilde överek ondan itibar ve menfaat sağlamayı amaçlar. Dalkavukluk ise bir kişilik zafiyeti olup Müslüman’a yakışmayan bir davranıştır.

 

 

İnsan kusursuz olmayı sever ve saygınlık kazanmayı, şöhreti arzular; bu nedenle övülmek hoşuna gider. Yerilmek, bu arzusuna aykırı düştüğü için kendisini huzursuz hisseder ve yerilmeyi sevmez. Fazilet sahibi kimseler, tanıyıp tanımadığı kimseler hakkında ulu orta konuşan, övgüler düzen şarlatanların övgülerinden hoşlanmazlar. Çünkü dalkavuklar, güç ve iktidarı gözetirler. Dalkavuk, her zaman güç ve iktidardan yanadır. Dalkavuk, hakkı savunmak yerine güçlü olanın yanında yer almayı ve ona övgüler yağdırmayı âdet hâline getirmiştir. Yanında olduğu, övgüler yağdırdığı güç zayıflayıp tükenerek yok olmaya yüz tutunca da yeni güç ve iktidarın dizi dibine çöker.

 

 

Övülen kişi, kibir, böbürlenme, kendini beğenme gibi tavır ve davranışlardan sakınmalıdır. Yapılan övgüleri hoş karşılamamalıdır. Ebû Hüreyre, “Resûlullah (sav), (dalkavukluğu âdet hâline getiren)  övücülerin ağızlarına toprak saçmamızı (onlara engel olmamızı) emretti” demiştir.  (Tirmizî, Zühd, 54) Zâhirine bakarak Hz. Peygamber’in bu uyarısını harfiyen uygulayan sahâbîler de olmuştur. Nitekim bir mecliste, Hz. Osman yüzüne karşı

övülmüştü. Müslüman olduğunu ilk ilân eden yedi kişiden biri olan ve Bedir Savaşı’na da iştirak eden güzide sahâbî Mikdâd b.   Esved de yanlarında oturmaktaydı. (İbn Hacer, İsâbe, VI, 202-203) Mikdâd adamın yaptığı işin ahlâkî olmadığını, bütün insanların topraktan geldiklerini ve eşit olduklarını göstermek üzere yerden bir avuç toprak alıp adamın yüzüne saçtı. Sonra da,   “Resûlullah (sav),     ‘İnsanları övmeyi âdet edinenlerle karşılaştığınızda yüzlerine toprak saçın (onlara engel olun)’ buyurdu” dedi.  (Ebû Dâvûd, Edeb, 9)

 

Resûlullah’ın bu sözünü Mikdâd b.   Esved lafzî mânâsıyla anlamış olsa da,   aynı uyarıyı, “Dalkavukluk yapan kişiyi davranışından dolayı kınayarak tahkir edin, onun yağcılığına fırsat vermeyin, ihsan ve ikramda bulunmayarak, umduklarından mahrum bırakın.” şeklinde anlamak da mümkündür. Bu,    dalkavuğun söylediği sözün ve yaptığı davranışın kötü olduğunun, toplumsal ilişkilerde iyi karşılanmadığının ona hissettirilmesidir. Aynı şekilde, dalkavuğa umduklarının verilmemesi suretiyle dilinden gelebilecek zararlara karşı korunma da sağlanmış olur. Nitekim İbrâhim et-Teymî’nin, babasından naklettiğine göre, Hz. Ömer’in yanında oturdukları sırada adamın biri,    bir arkadaşını yüzüne karşı övmüş; adam sözünü bitirdiğinde Hz. Ömer, “Adamın canını aldın, Allah da senin canını alsın!” diyerek onu azarlamıştır.  (İbn Ebû Şeybe, Musannef, Edeb, 139)

 

Yapılan yanlışı düzeltmeye yönelik bir davranış özelliği taşımadığından kötü bir davranış olan dalkavukluğun, her şeyden önce dalkavuğa yönelik zararları vardır. Övdüğü kimsede olmayanları söylediği için yalan söylemiş, inanmadığı hâlde yüzüne karşı sevgi gösterisinde bulunduğundan münafıkça bir davranış sergilemiş olur. Övüleni sevindirdiği için onun zalimleşmesine sebep olmak suretiyle günah işler. Aynı zamanda dalkavuk, yağcılığı ile övdüğü kimseye de zarar verir. Övülen kişinin kendini beğenmesine ve kibirlenmesine neden olur. Övülenin gevşekliğe düşerek yapacağı iyi işleri terk etmesine veya zayi etmesine neden olur.

 

 

Basra’ya yerleşen sahâbîlerden Abdullah b.  Şıhhîr hicretin 9.  senesinde Benî Âmir heyeti ile birlikte Resûlullah’a geldiklerinde onu kabile liderlerini övdükleri birtakım ifadelerle methettiklerinde Hz. Peygamber’in tepkisini çekmişlerdir. Abdullah b.   Şıhhîr şöyle anlatmaktadır: “Biz Hz. Peygamber’in yanına geldik. Ona selâm verip, ‘Sen bizim velîmizsin, sen bizim efendimizsin! Bizden daha güçlü, daha kudretlisin! Bizden daha faziletlisin. Sensin cömert, misafirperver olan!’ deyince şöyle buyurdu: ‘Ne söyleyecekseniz söyleyin! Şeytan sizi kendi vekili yapmasın!”  (İbn Hanbel, IV, 26)

 

Sevgili Peygamberimiz, ashâbından fazilet sahibi, cömert, iyiliksever, İslâm’ın yayılması için çaba sarf eden ve yaptıkları iyi işler toplumda herkesçe bilinen kimselere zaman zaman övgü ve iltifatlarda bulunmuştur. Bir defasında ashâb-ı kirâm Resûlullah ile birlikte bir yerde konaklamışlardı. Hz. Peygamber önlerinden geçen insanların kim olduğunu soruyor, ardından da onun hakkında düşüncelerini söylüyordu. Ebû Hüreyre, geçenlerden birinin Hâlid b. Velîd olduğunu söyleyince Allah’ın Elçisi, “Hâlid b. Velîd, Allah’ın ne iyi kuludur. O, Allah’ın kılıçlarından bir kılıçtır” buyurdu.  (Tirmizî, Menâkıb, 49.)

 

Aynı şekilde Allah Resûlü, Hz. Ebû Bekir, (Buhârî, Salât, 80) Hz. Ömer  (Tirmizî, Menâkıb, 14) ve daha pek çok sahâbî ve bazı kabileler  (Müslim, Îmân, 82) için iltifat içeren sözler söylemişti. Onlara iltifatlarını yaparken İslâm’ı yaşamaları, dinî gayretleri, İslâm’a, Müslümanlara ve kendisine yaptıkları yardımlardan dolayı herkesin bilip gördüğü eylemleri zikrederek yapmıştır. Bu,   hayrı özendirmek, takdir edilen iyi davranışları ve davranış sahiplerini örnek göstermek anlamına gelmektedir.

 

Övgüde istenmeyen husus, insanın herkesçe bilinmeyen yönleriyle ve özellikle kendisinde olmayan birtakım vasıflarla yüzüne karşı aşırı bir şekilde övülmesi ve bundan dünyalık bir karşılık beklenmesidir. Nitekim Resûlullah (sav), “... Biriniz kardeşini illâ methedecekse ve şayet onun öyle olduğu biliniyorsa, ‘Falanın şöyle olduğunu zannediyorum, Allah’a karşı kimseyi temize çıkaramam’ desin” buyurmuştur.  (Müslim, Zühd, 66)

 

İltifat ile dalkavukluk arasındaki ince çizgiye dikkat çeken Allah Resûlü, örnek alınacak davranışlar övülürken ve kişilere iltifat edilirken dalkavukluğa kaçılmasını, kişinin önünü kesen öldürücü bir darbe olarak takdim etmiş, şöyle buyurmuştur: “Birbirinizi (aşırı şekilde) övmekten sakınınız. Çünkü bu, (bir nevi) öldürmektir.”  (İbn Mâce, Edeb, 36)

BENCİLLİK

Bencillik, kişinin sadece kendi çıkarlarını düşünmesidir. Bencil insan, sadece kendi nefsini düşünür ve kendi mutluluğunu önemser; diğerlerinin huzurunu ve mutluluğunu umursamaz. Hayatın merkezine kendisini koyan bencil kişi, etrafındaki her şeyi ve herkesi kendi yararına kullanma çabası içine girerek çıkarcı bir tutum sergiler.

"Bencillik" Arapçada “enâniyet” kelimesiyle ifade edilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’in indiği dönemde Arap dilinde bu kelime günümüzdeki kullanımıyla bilinmediği için âyet ve hadislerde yer almamakta, ancak kişiyi enâniyetten uzaklaştırmaya yönelik tavsiyeler ve uyarılar âyet ve hadislerde oldukça geniş yer tutmaktadır. İnananların bir bütünün parçaları gibi birbirine kenetlenmiş olarak (Buhârî, Salât, 88) kardeşçe yaşamasını (Buhârî, Edeb, 57) öngören İslâm dini, yalnızca kendi hayatını düşünmek, çıkarlarının peşinde koşarak vurdumduymaz davranmak, diğer canlı ve cansız varlıkların farkında olmamak gibi bencil tutumları kesinlikle tasvip etmemiştir. Kur’an-ı Kerim’de, “Nefisler kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır” (Nisâ, 4/128) buyrularak bencilliğin, insanın yaratılışından kaynaklandığı belirtilmiştir. Bununla birlikte Allah’a itaat edip, Onun rızasını kazanmak için harcamada bulunan, nefsinin bencil tutkularından, hırslarından ve cimriliğinden korunan kişinin kurtuluşa ereceği müjdelenerek (Teğâbün, 64/16) bu kötü huydan korunmanın gereği vurgulanmıştır. Zira Hz. Peygamber, “Bu canı bu tende tutan (Allah)a yemin ederim ki bir kişi hayır namına kendisi için istediğini, Müslüman kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” sözüyle (Nesâî, Îmân, 19) bencilliğin karşıtı olan diğerkâmlığın imanın bir göstergesi olduğunu ifade etmiştir.

 

Bencillik İslâm literatüründe daha çok kibir (büyüklenme), ucb (kendini beğenme), fahr (övünme), buhl (cimrilik) ve şuhh (pintilik) gibi kavramlarda ifadesini bulmaktadır. Zira bu özellikler bencilliğin hem sebebi hem de sonucudur. Bencil insan, dünyadaki en önemli varlığın kendisi olduğunu düşünür, dolayısıyla diğer insanlardan üstün olduğu hissine kapılır ve kalbi kibirle dolar. Engel olunmadığında bu kibir duygusu öylesine gelişir ki, tıpkı Firavun gibi, (Nâziât, 79/24) kendisini Allah’a muhtaç görmemeye ve hakkı yalanlamaya başlar. (Leyl, 92/8-9) Hâlbuki Rabbi, zayıf tabiatlı olarak yaratılan insana, (Nisâ, 4/28) “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin” (İsrâ, 17/37) buyurarak âcizliğini idrak etmesi ve tevazu ile hareket etmesi gerektiğini bildirmiştir. Peygamber Efendimiz de kibri, “hakkı inkâr ve insanları tahkir” olarak nitelendirmiş (Müslim, Îmân, 147) ve kalbinde zerre kadar kibir olan kimsenin cennete giremeyeceğini söylemiştir. (Müslim, Îmân, 149) Nitekim bir defasında ashâbına şöyle hitap etmiştir: “Size cennetlikleri bildireyim mi? Her alçakgönüllü, zayıf kimsedir. Şayet o Allah adına yemin etse, Allah onu yemininde haklı çıkarır. Size cehennemlikleri haber vereyim mi? Kaba, bencil ve büyüklük taslayan herkes.” (Buhârî, Edeb, 61)

 

 

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

GÜNÜN AYETİ:

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin velileri ise tâğuttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.”  (Bakara, 256-257)

GÜNÜN HADİSİ:

Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ, “Kim benim dostlarımdan birine düşmanlık ederse, ben de ona harp açarım. Bir kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir amel ve ibadetle bana yaklaşmaz. Fakat kulum bana nafile ibadetlerle de sürekli yaklaşır, sonunda ben onu severim. Bir kere de onu sevdim mi, artık o kulumun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey dilerse onu verir; bana sığınırsa mutlaka onu himaye ederim.” buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 38)

GÜNÜN DUASI:

“Allah’ım! Kalplerimizi birleştir, aramızı ıslah et, bize kurtuluş yollarını göster, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkar, bizi her türlü çirkinliklerden, açığından ve gizlisinden uzaklaştır. Bize kulaklarımızı, gözlerimizi, kalplerimizi, eşlerimizi ve neslimizi mübarek eyle. Tövbelerimizi kabul eyle, şüphesiz ki Sen tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametlisin. Bizi nimetlerine şükredenler, nimetlerinle seni övenler, verdiğin nimetleri kabul edenler eyle ve bize nimetlerin devamını ihsan eyle.”

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU: Öşür ne anlama gelir, Dini dayanağı nedir?

CEVAP: Sözlükte onda bir anlamına gelen öşür, dinî bir kavram olarak, tarım ürünlerinden verilen zekât demektir. Tarım ürünlerinin zekâta tâbi oluşu Kur’an ile sabittir.
Yüce Allah, “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infak edin.” (Bakara, 2/267); “Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Enâm, 6/141) buyurmaktadır.

Bu ürünlerin zekâtlarının oranı bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından belirlenmiştir. Bir hadis-i şerifte, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.” (Buhârî, Zekât, 55) buyrulmuştur.

Bu yazı toplam 1199 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cumadan Gönüllere Arşivi
SON YAZILAR