ALİ ERDAL

ALİ ERDAL

İNSANLIK TARİHİNİN EN MÜHİM OLAYI

İNSANLIK TARİHİNİN EN MÜHİM OLAYI

Bazı olayların, tarihin seyrini değiştirip, geleceği yönlendirecek ve yepyeni bir çağ başlatacak kadar tesirli olduğu söylenir… Ateşin bulunuşu, yazının icadı, İstanbul’un fethi, Fransız İhtilâli vb…

Bize göre insanlık tarihinin en mühim olayı, ilk insanın peygamber olması… Yani insanlığın, çok yüce ve yüceltici bir olağanüstülükle başlaması… En yüksek perdeden, en üstün noktadan başlaması... Yaratıcı tarafından muhatap kabul edilmek ve “en şerefli mahlûku” için “donatıp döşediği” dünyayı, “zapt ve teshir etmesi” için halife kılınmak...

Sadece ilk peygamberin değil, her peygamberin gelişi, devrinin en mühim olayı... İnanmayanlar için bile... Peygamberler, hep gündemde. Çoğu kendisinden sonra da unutulmadı. İlk ve son peygamberler, ilk insandan beri anılageldiler. Meseleyi herkesin kabul edebileceği noktadan ele aldığımız için, son peygamberin geleceğinin her peygamber tarafından müjdelendiğine işaret etmiyoruz.

Fani dünyadaki küçük makam sahiplerinin bile huzuruna herkes kabul edilmiyor; Yarlıgayıcı ve Yargılayıcı Kâmil Kudret tarafından, bunca yarattıklarının içinden, “seçilip” muhatap kabul edilmişsiniz... Size yaşanabilir bir dünya ihsan edilmiş ve en mühimi ebedî saadet vaat edilmiş. Bundan daha önemli ve hayatı (ve âhireti) etkileyici ne olabilir? İnsanlığa hayal edemeyeceği nimet bahşedilmiş. Ne kadar minnettar olsak ve şükretsek az. Üstelik her peygamberle nasıl bir hayat yaşamamız gerektiği bilgisi tazelendi, günün tabiri ile ‘güncellendi’.

Allah, muhal farz lütfedip “içimizden peygamberler” ihsan etmeseydi, işte o zaman gerçekten ilkel mahlûk olurduk ve ilkel kalırdık. Zaten dini; fikir ve yaşama alanı dışına itmeye ve inanç adını verdikleri kutucuğa (zindana) hapsetmeye çalışanlar da, ilk insanı ilkel bir vahşi olarak tasavvur etmekle farkında olmadan peygamberden mahrumiyetin akıbetini belirtmektedirler. Medeniyetin, uzaydan geldiği safsatasını uyduranlar, fazladan olarak, ‘insan bir hiçtir’ demiş de oluyorlar. Uzaydan medeniyet gelebilmesi mümkün, her şeyi yaratan Allah’tan lütuf olması mümkün değil. Uzaydan geldi medeniyet demek izah mı? Uzaya, nereden geldi peki? Demek ki insan, kılavuza muhtaçmış. Asıl kılavuzu kabul edemeyenlerin halini görüyor musunuz?

Peygamberlerden öğrendiklerimizden, sadece dünya nimetlerini terk etsek, elimizde avucumuzda bir şey kalmaz. İşte o zaman gerçekten mağara mahlûku olunur... Tekerleğin icadı, terzilik, ziraat, hayvancılık, marangozluk, demircilik, gemicilik, sağlık, eğitim vesaire… Ve en mühimi kitap… Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi, “İnsanlık, kitabın hakikatini dinlerden öğrendi.”

Her şeye itiraz etseler de, inanmayanlar bile gemicilik, kurban ve kitaba itiraz edemezler. Müşahhas ve her devirde gündemde olması bakımından hele gemiciliğe!.. Nuh tufanı; bütün dünya edebiyat ve tarih kitaplarında, masallarında, destanlarında, hikâyelerinde, menkıbelerinde, efsanelerinde, tarih kalıntılarında yer almış öyle bir “tevatür” ki, tek başına her şeyin kaynağının peygamberler olduğunu ispata yeter. Hâlâ “Nuh’un gemisi” aranıyor. Demek o kadar inanılıyor. Bütün insanlık, birbirinden habersiz aynı yalanda ittifak edebilir mi? Ama doğruda edilir. Doğru, zaten ittifak etmek içindir.

Sadece Nuh tufanı değil… “Yusuf ile Züleyha”yı yok sayarsanız, bütün dillerdeki aşk edebiyatı silinir. İlk insan peygamber olmasaydı, aşk mı olurdu! Din; ahiret inancını öğretmeseydi, nice eser yazılamazdı. Meselâ (İlâhi Komedya)…

Her şeyin ne için olduğuna, bugün bile en “canlı” örnek, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail... Aradan geçen binlerce yıla rağmen, inanmayanlar bile buna itiraz etmez.

Konuyu dağıtmamalıyız. Ama iddiamızın bugüne ait bir belgesini olsun hatırlatmalıyız. Medeniyetle teması hiç olmamış bir kabile keşfedildiği haberlerini ve onların acınacak ilkel hallerini, herkes en az bir defa duymuştur ve iletişim imkânlarıyla görmüştür, isteyen şu anda da görebilir. İşte peygamberlerden mahrum kalmanın; daha doğrusu, –her kavme peygamber gönderildiğine göre– onlardan kazanılanları terk etmenin, onları unutmanın akıbeti… Peygambersiz medeniyet oluyorduysa, peygambersiz gelişme mümkündüyse onların acınacak halde olmamaları gerekirdi. Tekerleği bile icat edememiş olmalarını nasıl izah edeceksiniz?

Bir hadisten, en büyük nimetin iman olduğunu öğreniyoruz. Bu hakikati ve müjdeyi biz iman edenler bile, “Âlemlere rahmet olarak yaratılandan” öğreniyoruz.

Dini, hayatın dışında, aksesuvar olarak kabul edenlerin bile “etkili” olduğunu kabul ve ifade ettikleri olaylardan biri, Peygamber öngörüsünden, emir ve müjdesinden kaynaklanıyor: İstanbul’un fethi...

Asırlar önce bir şehrin ehemmiyetine ve geleceğine işaret ediliyor… Var mı bir benzerini söyleyebilen, –hâşâ– olabilir mi? O günün şartları, tarafların gücü düşünülecek olursa, müjdenin ne ifade ettiği anlaşılır. İslâm’ın zamana ve mekâna nasıl hâkim olduğuna ve İnsanlığın Ufku’nun (sav) yol göstericiliğine ve çizdiği rotaya bakın! Bu hadiste asıl görülmesi gereken bu. Sadece “stratejik” bir şehrin el değiştireceğini öngörmekten ibaret değil. Ümmetine istikamet çiziyor; ümit, şevk ve gayret veriyor. Fethedecek kavmin şahsiyetini şekillendiriyor. Bunlara dikkat etmeden, çağları, mekânları, devletleri, orduları, ümmetini nasıl etkilediğini dikkate almadan, fetihten sonra şöyle şöyle dünyayı etkiledi demek, ilim ahlâkı ile bağdaşır mı? Peygamberlerin yüceliğini kabul etmek nefslerine ağır geldiği için hakikati “örtenler”, kendilerini ne duruma düşürüyor görüyorsunuz?

Göz önünde işi yapan; icat, keşif, buluş sahibi kim olursa olsun, dünyada gelişmelerin özü ve yüceliklerin kaynağı sadece peygamberlerdir. “Eşyanın hakikatini”; eksiği, kusuru olmayan ve günah işlemeyen, bütün varlığı icat eden Yaratıcı’nın “seçtiği” ve “koruduğu” halis kullarından daha iyi kim bilebilir? Bütün güzellikler, iyilikler ve doğruluklar, onların aksiyonlarıyla ve aksiyonlarının bereketli rüzgârlarıyle, yollarından gidenlerle... Çirkinlikler, kötülükler ve yanlışlıklar da onlara rağmen… Onları ve bildirdiklerini inkârdan… Yıkılıp gitmiş kavimlerde, peygamberlerden bahis olmaması, yıkılmamışların peygamberleri bilmesi, buna apaçık delildir.

İlk insanın peygamber olduğuna iman etmeyen bile; ilk insanın peygamber olarak yaratılmasının, sıradan bir insan olarak yaratılmasından üstün olduğunu, daha güzel olduğunu, daha sevimli olduğunu kabul eder.

“Yaratılmışların en üstünü” olmakla, ilk insanın peygamber olmasının birbirine uygun düştüğünü, yaratılmışların en üstününe, peygamberlik yakıştığını inanan ve inanmayan herkes yine kabul eder.

Peygamberlik o kadar lâzım ve insanlık onlara öylesine muhtaç ki... Muhal farz... Peygamberlik olmasaydı, insan bir kılavuzluk müessesesi icat ederdi... Bunu da insanüstü bir güce istinat ettirirdi. Şamanlar, büyücüler ve Batı felsefe akımlarının “üst insan” arayışları bu ihtiyacı yanlışta aramanın mahsulü? Kılavuzun sahtelerinden kurtarıp, hakikilerini ihsan eden Allah’a hamdolsun.

Peygamberlerin hiç birine yalancılık isnat edilmedi. Yanlış düşünüyorsun, yanılıyorsun denebildi. İnanmayan bile, bütün peygamberlerin söylediklerinin uyum içinde olduğunu, hepsinin aynı “tez”i dile getirdiğini kabul eder. Muterizlerine bile uyumunu kabul ettirebilen bir iman, yalan olamaz!

Bu yazı toplam 511 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
ALİ ERDAL Arşivi
SON YAZILAR