AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

EMANET AHLAKI

EMANET AHLAKI

Büyük bir inanç ve ahlak buhranı yaşadığımız bu çağda, bir güven toplumu tesisi için ihtiyaç duyduğumuz faziletlerin başında hiç şüphesiz emanet gelmektedir. Bir Müslüman çevresine güven telkin etmeli, üstlendiği mesuliyetlerin şuurunda olmalı ve bu yükümlülükleri hakkıyla yerine getirmelidir. Emanet erdemi, güvenilir olmak ve sorumluluk duygusu taşımakla yakından ilgilidir. Bize güven duyularak verilen maddi ve manevi her türlü sorumluluğu hakkıyla yerine getirmek, emanet faziletinin özünü oluşturmaktadır. Nitekim “emanetin, edası ve muhafazası gerekli olan her hak”, şeklindeki özlü tarifi bu kavramı daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. (Münavi, Feyzu’l-kadir, 1/223.) Oldukça geniş bir mana dünyasına sahip olan emanet kavramının kapsamına öncelikle Rabbimizin bizim üzerimizdeki hakları, diğer bir ifadeyle Rabbimize karşı sorumluluklarımız girmektedir. Nitekim insanın taşıdığı en büyük emanet işte bu kulluk emanetidir. Aynı şekilde bedenimiz, ailemiz, sahip olduğumuz ilim, bize bırakılan eşya ve paylaşılan sırlar, üstlendiğimiz vazifeler ve toplumsal bağlar hep emanet kapsamındadır. Mesela, sahip olduğumuz ehliyet ve liyakat sebebiyle bize duyulan güvene binaen üstlendiğimiz bir vazifeyi yüksek bir sorumluluk duygusu taşıyarak ve işin hakkını tam olarak vererek yapmak emanet ahlakının bir gereğidir. Bu şekilde hareket eden bireyler sayesinde toplumsal güvene dayanan sosyal sermaye güçlenecek ve iktisadi kalkınmaya da büyük bir katkı sağlanacaktır. Bu bağlamda “Emanet zenginliktir.” (Kudai, Müsnedu’ş-Şihab, 1/44.) hadisi bir yandan dürüst bir insanın iç huzurunu ve kalp zenginliğini yansıtırken diğer yandan dürüstlüğün ve sorumluluğun getirdiği maddi kazanca da işaret etmektedir.

Peygamber kıssalarında emanet

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan peygamber kıssalarında, emanet erdemine dikkat çekilmektedir. Hz. Yusuf (a.s.), evinde kalmasına izin veren ve kendisine ikramda bulunan Mısır azizinin hanımının uygunsuz teklifini “Hâşâ, Allah’a sığınırım! Kocan benim velinimetimdir, bana iyilik edip evini açtı. Gerçek şu ki zalimler iflah olmaz!” (Yusuf, 12/23.) diyerek kabul etmemiş ve böylece kendisine duyulan güveni boşa çıkarmamıştır. Hz. Yusuf, seneler sonra masum olduğu anlaşıldığında “Bu, Aziz’in, yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah’ın, hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindi.” (Yusuf, 12/52.) sözleriyle emanet konusundaki hassasiyetini dile getirmiştir. Hz. Yusuf kendisine güvenilir olduğunu söyleyen hükümdara “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben çok iyi korurum ve bu işi bilirim.” (Yusuf, 12/55.) demiş, böylece talep ettiği hazine bakanlığı vazifesi için bir yandan ehil olduğuna diğer yandan güvenilir olduğuna dikkat çekmiştir. Görüldüğü üzere, Hz. Yusuf gerek misafir kaldığı evin hanımı gerekse yönetimini üstlendiği hazinenin malları konusunda iffetli davranarak bizlere emanet faziletinin müşahhas misallerini göstermiştir.

Hz. Musa’nın (a.s.), Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. Şuayb’ın (a.s.) kızlarına yardım kıssasında da yine emanet faziletinin tezahürünü görmek mümkündür. Hz. Musa, kızlara yardımcı olarak koyunlarını sulamış, kızlar da babalarına onun yardımını haber vermiş ve onu emanet hasletinden dolayı çalıştırmasını teklif etmişlerdir: “Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır.” (Kasas, 28/26.) Görüldüğü üzere, istihdam edilecek kişide aranan iki özellik emanet erdeminin iki yönü olan güçlü (işinin ehli) ve güvenilir olmadır.

Kur’an-ı Kerim’de diğer peygamberlerin ortak bir özelliği olarak emanet sıfatına dikkat çekilmesi anlamlıdır. Mesela Hz. Hud’un, kavmine, “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben size öğüt veren güvenilir biriyim.” (Araf, 7/68.) diyerek güvenilirliğini vurgulaması önemlidir. Benzer şekilde Şuara suresinde Hz. Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb peygamberlerin, kavimlerine, “Muhakkak ki ben sizin için güvenilir bir elçiyim.” (Şuara, 26/107, 125, 143, 162, 178.) demeleri emanet ahlakının toplum nezdinde önemine açıkça işaret etmektedir.

Emanet ve iman münasebeti

Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık kırk ayet-i kerimede emanet ve sıdk erdemlerinin imanla sıkı irtibatına işaret edilmesi büyük önem arz etmektedir. (Kur’an ve Sünnette İman-Ahlak Bütünlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2021, 240-257.) Kur’an’da iki ayrı yerde kâmil müminlerin sıfatları zikredilirken emanet ve ahitlerine riayet etmelerinden bahsedilmesi manidardır. (Müminun, 23/8; Mearic, 70/32.) “Hiç kuşku yok ki Allah, aşırılığa sapmış, yalancı kimseyi doğru yola ulaştırmaz.” (Mümin, 40/28.) ayeti ise emanet ahlakının yitirilmesinin hidayetten mahrumiyetle cezalandırıldığını göstermektedir. Başka ayetlerde de verilen sözlerin tutulmaması neticesinde lanete uğrama ve kalplerin katılaşması gibi durumlardan söz edilmektedir. (Maide, 5/13; Tevbe, 9/77.) Kıyamet günündeki hesaba inanmamanın kişiyi ticarette dürüst davranmamaya sevk ettiğine işaret eden ayet-i kerimeler de (Mutaffifin, 83/1-4.) konumuzla yakından alakalıdır.

Emanet iman münasebeti, hadislerde de son derece kuvvetli bir şekilde ortaya konmuştur. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.), “Emaneti olmayanın imanı, ahde vefası olmayanın dini yoktur.” (İbn Hanbel, III, 134.) sözü, bu yakın irtibatı gayet açık bir biçimde göstermektedir. Hadis şârihlerinden Tîbî’ye göre emanetin manası dikkate alındığında bu hadis-i şerifi şöyle anlamak gerekir: “Yüce Allah’ın ve kulların haklarını eda etmeyen şahsın ne imanı ne de dini vardır.” (Münavi, Feyzu’l-kadir, 6/381.) Elbette burada kâmil manada bir imandan bahsedilmektedir. Yine, “Mümin insanların can ve malları hakkında emin oldukları kişidir.” (Tirmizi, İman, 12.) nebevi beyanı müminin tarifini emanet vasfı üzerinden vererek bu faziletin merkezî konumunu vurgulamaktadır. Öte yandan, verilen sözü tutmama, emanete hıyanet etme, yalan söz söyleme gibi münafığın alametlerinin (Buhari, İman, 24, Şehadat, 28; Müslim, İman, 107, 108.) hepsinin emanetin yokluğuyla alakalı olması da iman emanet ilişkisinin ne kadar güçlü olduğunu ispatlamaktadır. Resulüllah (s.a.s.) üç defa “Vallahi iman etmemiştir.” diyerek ashabının dikkatini çektikten sonra bahsettiği kişinin komşusunun şerrinden emin olmadığı kimse olduğunu beyan etmiştir. Sahih-i Müslim’de İman bölümünde “Bazı kalplerden emanet ve imanın kaldırılması” konulu bir hadisin bulunduğu bâba böyle bir başlığın verilmesi de yine iman emanet bütünlüğünü göstermesi açısından mühimdir. Yine, “Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 164.) şeklindeki nebevi düstur hıyanetle imanın asla bağdaşmayacağını çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.

Emanetin zıddı olan hıyanet, bir mümine öylesine yakışmayan bir haslettir ki Sevgili Peygamberimizin verdiği bilgiye göre bu eylemin ticari, idari ve içtimai hayatta çeşitli şekillerde tezahürlerinin akıbeti oldukça ağırdır. Bu akıbet Yüce Allah’ın kıyamette bu haslete sahip insanlarla konuşmaması, onlara hasım olması, rahmet nazarıyla bakmaması, buğzetmesi (sevgisini onlardan esirgemesi), acı bir azap hazırlaması, gazap ve lanet etmesi, onları temizlememesi ve sevmemesidir. (Buhari, Müsakat, 5, 11; Ahkâm, 48; Büyû, 106; İtisâm, 5; Müslim, İman, 106, 107; Nesai, Zekât, 77.) Dürüst olmayan insanların oruç gibi ibadetlerinin kabul edilmemesi de (Buhari, Savm, 8.) yine konunun ciddiyetini açıkça ortaya koymaktadır.

Büyük emanet

“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi.” (Ahzab, 33/72.) ayet-i kerimesi, insanın üstlendiği büyük emanete, en büyük ve öncelikli sorumluluğuna, Yüce Yaradan’a karşı yükümlülüğüne işaret etmektedir. “İnsana tevdi edilen yükümlülük kabiliyeti çok değerli bir emanettir, iyi muhafaza edildiği, hakkı verildiği takdirde insan, onun sayesinde eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en değerlisi ve şereflisi) olur; hakkını veremezse, sermayeyi kötüye kullanırsa, şeytana uyarsa aşağıların aşağısına yuvarlanır.” (Kur’an Yolu, 4/406.) İnsanın Rabbine karşı üstlendiği bu büyük emanetin gereği; samimi bir mesuliyet duygusu içerisinde Rabbinin istediği tarzda bir hayat sürdürmek ve Yüce Allah’ın koyduğu sınırlara riayet etmektir.

Birer emanet olarak vazifelerimiz

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 4/58.) ayet-i kerimesinde vazifelerin ehil ve layık olan insanlara tevdi edilmesi gereği özellikle vurgulanmıştır. Nitekim Mekke fethedilince Kâbe’nin anahtarının Hz. Abbas’ın talebine rağmen eskiden beri bu görevi yapan Osman b. Talha’ya teslim edilmesi hadisesi bu ayetin nüzulüyle alakalıdır. (Müslim, Hac, 390.) “Kişinin kullanıp sahibine iade etmek üzere aldığı eşya emanet olduğu gibi devletin hizmet makamları da emanettir; ilim, din, antlaşma ve sözleşmeler, komşuluk hakları da birer emanettir. Bütün bunlar korunacak, muhatap ve ilgililerine teslim edilecek, ne maksatla verilmiş ise ona uygun olarak kullanılacaktır.” (Kur’an Yolu, 2/81.) Bu ayet-i kerime, vazifelerin bir emanet olarak görülmesi gerektiğini belirterek bizleri üstlendiğimiz görevlere karşı sorumluluk bilinci sahibi olmaya ve bu görevlerin hakkını layıkıyla vermeye davet etmektedir. Aynı şekilde, Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) kendisinden görev isteyen bir sahabiye “Bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur.” (Müslim, İmare, 16.) buyurması da vazifelerin birer emanet olduğunu bizlere tembih etmektedir. Ayrıca Peygamber Efendimiz, emanetin zayi olmasını işlerin ehline verilmemesi olarak açıklamış ve bu durumu kıyametin yaklaşmasının önemli bir işareti olarak haber vermiştir. İşlerin ehliyet ve liyakat kıstasına göre verildiği, ehil insanların mesuliyet duygusuyla hareket ederek görevlerini başarıyla eda ettiği bir toplumun gerek maddi gerek manevi olarak kalkınacağı ise izahtan varestedir. Beyhaki, imanın şubelerini geniş bir şekilde incelemek maksadıyla telif ettiği Şuabu’l-İman isimli eserinde, emanet konusunun kapsamına bir işin yapılırken sağlam ve güzel yapılmasına dair hadisleri de dâhil ederek emanetin bu önemli boyutuna dikkatleri çekmiştir. Peygamber Efendimiz, risalet görevini büyük bir emanet olarak görmüş ve bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmeye çalışmıştır. Hayatının sonlarında sahabeye “(Size dini tam anlamıyla) Tebliğ ettim mi?” diye tekrar ederek sorması onun bu emanete riayet etmedeki hassasiyetini göstermektedir. Elbette Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) bu duyarlılığı biz Müslümanlar için üstlendiğimiz işleri en iyi şekilde yapmada çok güzel bir örneklik teşkil etmektedir.

Emanet ahlakının diğer boyutları

İnsan, bedeninin de emanet olduğunu bilerek kendisinin maddi ve manevi yönden ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur. Bir sonraki adımda aile emanetinin mesuliyeti söz konusudur. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim 66/6.); “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” (Ebu Davud, Zekât, 45.) gibi ayet ve hadisler bu önemli sorumluluk alanına işaret etmektedir. Bir sonraki halka akraba ve komşulardır. Daha sonra kişinin topluma karşı sorumlulukları gelir. Özellikle toplumun zayıf kesimi, muhtaçlar, yetimler, kimsesizlerin bizim üzerimizde büyük hakları olduğu unutulmamalıdır. Müminlerin kardeşlik hukukuna riayet etmek ve toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmek, emanet ahlakının bir gereğidir. Son olarak canlı ve cansız diğer varlıklara da emanet gözüyle bakmak gerekmektedir.

Yüce Rabbimizden bizi emanet ehli olan ve doğrulara doğruluklarının fayda vereceği günde O’nun (c.c.) rızasını kazanmanın mutluluğunu yaşayan ve kurtuluşa eren kullarından eylemesini dileriz.

Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

KAYGI BOZUKLUĞU VE ÇÖZÜM YOLLARI

Kaygı duygusu, tehdit ve tehlike algılandığı zaman ortaya çıkan, genelde geleceğe dair konularda hissedilen, somatik, duygusal ve davranışsal tepkiler içeren, hoş olmayan belirgin bir duygu durumudur. Tehdit ve tehlike algıladığı zaman insan yapısının duygusal davranışsal ve bedensel otomatik tepki vermesidir.

Vahşi doğadan bir örnekle başlayalım: Arkasında saklanan aslanın varlığını hissettiği an hızlı bir değişim yaşanır ceylanın bedeninde. Aniden nabzı hızlanır, etrafa dikkat kesilir, kasları gerginleşir, kalbi hızlı atmaya başlar. Aynı doğadaki diğer canlılar gibi tehlike ve tehdit algıladığımızda bedenimizde de hızla bu değişimler yaşanır. Bu tehdit, biz insanlar için arkadan gelen bir aslan olmayabilir. Çevremizde birisinin bize kötü bir bakışı, trafikte çalınan bir korna, haksızlığa uğramak, gece aniden duyulan bir ses gibi çok daha farklı etkenler birey için tehlike unsurudur. Böyle zamanlarda birey fark etmese de bedeninde aniden değişimler olur. Bedensel bu değişiklikler için de bizler günlük hayatta “kaygılandım” ifadesini kullanırız. Yani aslında kaygılanmak tüm diğer duygular gibi bedensel bir tepkidir. Kaygı, sinir sistemimizin savaş-kaç tepkisidir.

Burada fazlaca literatüre girmeden az ama önemli bir bilgi vermek gereklidir. Sinir sistemimiz böyle tehlike anlarında sempatik sinir sistemini aktive eder. Sempatik sinir sistemini, kaslarda gerginlik, nabızda hızlanma, kalp atışında artış, göz bebeklerinde büyüme gibi belirli bazı somatik tepkiler ile anlayabiliriz. Bazen sadece bir telefon konuşması yaparken dahi sırtınızı kastığınızı veya nefesinizi tuttuğunuzu hissedebilirsiniz. İşte tam da bu anlar sempatik sinir sisteminizin aktive olduğunu ve kendinizi aslında tehdit altında hissettiğinizi göstermektedir. Sinir sistemimizin sakin olduğu, kasların gevşek ve rahat, nefesin normal akışında olduğu, nabzın daha yavaş attığı anlar ise parasempatik sinir sisteminin aktif olduğu anlardır. Normal/ sağlıklı bir insanın sempatik sistemden parasempatik sinir sistemine geçişinin yumuşak bir dalgada ama çoğunlukla parasempatik sisteminin aktif olması beklenir. Sadece gerekli durumlarda sempatik sisteme geçmek sinir sistemimizin sağlıklı olduğu anlamına gelir.

İşte tam da burada kaygı bozukluğu yaşayan bireylerden bahsedilebilir. Kaygı bozukluğu, zihninde olumsuz tüm senaryoları canlandıran ve ortada gerçekten tehlikeli bir durum olmamasına rağmen zihnindeki olasılıklar ile sempatik sisteme geçen kişilerin yaşadığı durumdur. Oldukça yorucudur. Çünkü beden, sempatik sinir sisteminde olduğu sürece oldukça enerji kaybedecektir. Bu ise sağlıklı bir sinir sistemi geçişi yapamamış olması demektir.

Yaygın anksiyete bozukluğunun tanı kriteri; en az altı ay süren günlük yaşama dair kontrol altına alınamayan, günlük hayatı etkileyen kaygı ve kuruntu hâlidir. Kaygı bozukluğu olan kişilerde kolayca yorulma, kolayca öfkelenme, odaklanamama, kas gerginliği gibi bedensel rahatsızlıklar, sürekli uyku bozukluğu, sürekli diken üzerinde olma ve sosyal hayat kalitesinde düşüş görülmektedir.

Sinir sistemi geçişlerini bir alarm sistemine benzetecek olursak kaygı bozukluğunu, vücudun alarm sisteminin bozulması olarak düşünebiliriz. Bu kişiler için her an alarmın çalınması ne kadar rahatsızlık verici ise her an kaygı hâlinde olmak ve bedensel enerji harcamak da o kadar yorucudur.

Kaygı bozukluğu yaşayan bireylere güzel haber şudur ki belirli egzersiz ve profesyonel destek ile bu bozulan alarm sisteminizi yeniden güncelleyebilirsiniz. Bilişsel davranışçı terapi teknikleri ile zihinlerinde canlananların sadece birer düşünceden ibaret olduğunu zamanla anlayan danışanlar; bu düşüncelerle savaşmadıkça rahatlamaya başlamaktadır.

Ayrıca hem terapi odalarında hem de evde uygulanabilecek bir diğer önemli yol, nefes ve gevşeme egzersizleridir. Yukarıda bahsettiğimiz gergin kasların gevşemesi parasempatik sinir sitemini aktive edecektir. Ve ne kadar sık deneyimlenirse birey o kadar rahatlama yaşayacaktır. Bu açıdan parasempatik sisteme geçişi birey kendi kendisine de ya da bir profesyonel ile de deneyimleyebilir. Kısacası gevşeme ve nefes egzersizleri kaygıdan kurtulma yollarının başında gelir.

Bir diğer önemli nokta, kaygıya neden olan düşünce yapısının gerçekliğinin sorgulanmasıdır. Bazen yaşanan bir travma neden olabilmektedir kaygılı düşünceye. Bu durumlarda travma terapisi dediğimizi EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisine gitmek ve travmayı çalışmak kişiyi rahatlatabilir. Ayrıca gerçek dışı düşüncelerin gerçekliğinin araştırılması ve mantıksız alt yapıların tekrar sorgulanıp düzenlenmesi gerekmektedir. Yani bakış açımızı yeniden gözden geçirmek, burada en önemli hususlardan birisidir.

Sempatik sistemin bedende yer tuttuğunu belirtmiştik. Buradan yola çıkarak enerjinin sağlıklı yollarla çıkması ve ardından rahatlama hâlinin gelmesi için düzenli egzersiz ve açık hava yürüyüşlerini tavsiye ediyoruz. Egzersiz ve açık hava yürüyüşleri, bedende sıkışan tüm duyguların sağlıkla boşalmasına yardımcı olacaktır. Kaygı bozukluğu dâhil tüm olumsuz duygu durumları için sporu tavsiye ediyoruz.

Kafein kullanmanın kaygılı ruh hâlini artırdığına dair pek çok çalışma mevcuttur. Kafein tüketimini bırakmak kaygı bozukluğu yaşayan herkese önerdiğimiz bir diğer tavsiyedir. Yine düzenli beslenme de duygu iniş çıkışlarını düzenleyecektir. Sizi destekleyen kişiler ile görüşmek de iyi gelecektir. Sosyal destek her konuda en güzel kaynaklardan birisidir.

En önemlisi ise eğer kaygı bozukluğunuzun olduğunu düşünüyorsanız daha da kökleşmeden ya da panik atak nöbetlerine çevirmeden profesyonel destek almanız gerekmektedir.

Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi

Bu yazı toplam 2766 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR