MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

MUSTAFA BÜYÜKGÜNER

BİR İPEK BÖCEĞİ HİKÂYESİ (2)

BİR İPEK BÖCEĞİ HİKÂYESİ (2)

Bundan çok, çok uzun bir zaman önce, henüz modern dünyaya ait hiçbir araç ve gerecin icat edilmediği dönemlerde, dünyanın bilinen en uzak noktasında, Asya’nın doğusunda, Çinliler hiçbir milletin bilmediği bir sırra vâkıftılar.

Bu sır; küçük, beyaz bir tırtılın dudakları arasından akıttığı sıvı ile kendisini adeta ölüme hapsettiği ve kendisini feda ederek belki de dünyanın en nadide ipliğine, ipeğe hayat verdiği ipek böceğinden başka bir şey değildi.

Çinliler için, hem dosta ve düşmana karşı bir üstünlük alameti, hem de tüm dünya pazarına açılan stratejik bir koz olan ipek, milattan önce 2600’lü yıllarda Çin’de bilinmekte ve üretilmekteydi.

Rivayete göre ilk defa bir Çin imparatorunun karısı ipek böceğinin ördüğü kozayı keşfetmiş ve bu kozadan iplikler ayırmayı başarmıştı. Böylece ipekli kumaşı dokumayı başaran Çinliler, insanların bu ipekten dokunan kumaşa duydukları ilgi ve merakı keşfedince, ipek üretme tekniklerini kendilerine saklamışlar ve dokudukları ipekli kumaşları satarak hem bundan bir gelir elde etmişler, hem de dönemin bu kadar üzerinde bir değere sahip olan ipek sayesinde dost ve düşmalarına karşı stratejik üstünlük kurmuşlardı.

Asırlar öncesinden “Türk” damgasını taşa vuran Göktürk Devleti’nin hakanı Bilge Kağan, kendi adına dikilen kitabede Çinliler’in bu stratejisi ile alakalı olarak milletini şöyle uyarmak mecburiyeti duymuştur:

“Çinliler ipeklileri ihtiyaçtan fazlaysa öylelikle verirler. Çin halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş” (...)

“Çinliler’in tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından bir çoğunuz öldünüz. Türk halkı, mutlaka öleceksin! Güneye Çağan dağlarına, Tögüt’ün ovasına yerleşeyim dersen, Türk halkı, mutlaka öleceksin. Kötü insanlar şöylece akıl verirlermiş: ‘Uzakta isen Çinliler ipeklinin kötüsünü verirler, yakındaysan ipeklinin iyisini verirler’ diye öğretirlermiş.”

Çinliler; yumuşak ipeklilerle, tatlı sözlerle düşmanlarını kandıradursun, milattan sonra 350’li yıllarda Bizans’tan İran topraklarına ve buradan da daha doğuya doğru giden iki rahip kamış bastonlarının içine ipek böceği yumurtalarını saklayarak, ipek böceklerini ilk defa batıya getirmeyi başarmışlar, böylece kısa süre içerisinde ipekçilik Batı düyasında da yayılmaya başlamıştır.

Dokuz ve onuncu asırlarda İstanbul’dan bütün Akdeniz kıyılarına kadar yayılan ipekçilik, İspanya’ya kadar ulaşmış ve Akdeniz havzası adeta bir ipek üretim merkezine dönüşmüştür.

Yaklaşık 35-40 günlük bir süreç içerisinde yaşayan ipek böcekleri, bu sürede tek besin kaynağı olan dut yaprakları ile beslenerek kendilerini hapsedecekleri kozalarını örmeye başlarlar. Bu öyle büyülü bir iştir ki, ipek böceğinin kendisini içine hapsedeceği kozayı örmeye yetecek kadar ipek sıvısı salgılayabilmesi için dört değişik dönemden geçerken sürekli dut yaprağı yemesi gerekir. Bunun için ipekçiliğin yapıldığı her bölge doğal olarak aynı zamanda bir dutluk haline gelmiştir. Yunanistan’da ipek böceğinin ihtiyaç duyduğu dut yaprağını yetiştirebilmek amacıyla bölgenin güneyindeki Peloponesos Yarımadası’nın tamamı dut ağaçları ile kaplanmış ve zaman içerisinde artık bölgede yaşayan yerli halk bölgenin ismini unutarak buraya dutluk manasına gelen “More” demeye başlamışlardır. Bugün de hala bu yarımada Mora Yarımadası olarak bilinmektedir.

Uzak Doğu’dan gelip Bütün Akdeniz Havzasını dolaşan ipek böceğinin Anadolu’ya uğramaması elbette düşünülemezdi. Özellikle Batı Anadolu’da, Bursa merkez olmak üzere ipek böcekçiliği Avrupa’daki diğer şehirlerle neredeyse aynı dönemlerde gelişmeye başlamış, Batı’nın Orta Çağ karanlığına gömüldüğü, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 13. Asırdan itibaren ise artık Türk ipeği pazarda aranır bir marka haline gelmiştir.

Kaderin cilvesine bakın ki, asırlar öncesinden “dilleri tatlı, ipeklileri yumuşaktır, dikkat edin” diyerek yakın komşuları Çin’e karşı halkını uyarmak zorunda kalan Bumin Kağan’ın evlatları, bundan asırlar sonra, Rumeli’de yeni topraklar fethederken, kılıçlarının yanlarında “ipekli”lerini ve Yesevi ekolü sayesinde “Tatlı dilleri”ni de götürmüşler ve kendilerine yakın olanlara ipeklinin iyisini, uzak olanlara da kötüsünü vererek ipeği bir üstünlük vesilesi ve stratejik bir ürün olarak kullanmışlardır.

İstanbul’un fethinden sonra bütün ticaret yollarında ve köprü başlarında hakim olan Türkler, özellikle Batı Anadolu’da ürettikleri koza ve ipeği Bursa’dan bütün batılı tüccarlara satmaktaydılar.

Ancak bu durum bile ipekçilik’te Çin’in egemenliğini kırmaya yetmedi. Adına “ipek yolu” ve “baharat yolu” denilen egzotik ticaret güzergahları her zaman Batılı maceraperestlerin ve tüccarların ilgisini çekmeye devam etti. Ticaret yollarındaki üstünlüğün müslümanların eline geçmesinden sonra da, Batılılar alternatif yollar aramaya başladılar ve 15. Asrın sonlarında Portekizli denizciler gemileriyle Afrika’nın güneyinden dolaşarak Hindistan’a ve oradan da Çin’e ulaşmayı başardılar.

Bundan sonrası bildiğiniz hikâye... Deniz ticaret yollarının keşfi ile karasal ticaret yolları giderek önem kaybetmeye başladı, Avrupa zenginleşirken eski ipek ve baharat yollarını ellerinde tutan ülkeler fakirleşti. Osmanlı İmparatorluğu Hint Okyanusu seferlerine başladığunda ise artık iş işten geçmişti.

Önce deniz ticaretiyle, sonra da doğrudan doğruya sömürgeler kurarak dünyanın bütün zenginliğini sömüren Batı, bir müddet sonra yeni üretim modelleri keşfetmeye başladı, buharlı makinaların icat edilmesi ile insan gücüne dayalı üretim yavaş yavaş yerini makinaya bıraktı. El emeğinin yerini makina yağı almaya başladıktan sonra da ipek artık bir gösteriş ve strateji malzemesi olmaktan çıktı. Çünkü makinayı icat eden batı, daha fazla standart üretim yapabilmek için bu aç ejderhayı daha çok beslemesi gerektiğini anlamış, 19. Asırda petrolün bulunmasından sonra da yeni stratejik ürün petrole dönmüştü.

Alternatif ürünlerin çoğalması ile oldukça pahalı bir mamül haline gelen ipek, zamanın çarklarına boyun eğerek neredeyse yok olmaya yüz tutmuştur. İpek böceği ise büyük bir ironi örneği olarak, ülkemizde eskiden ipekçiliğin en yaygın olduğu yer olan Bursa’da tramvaylara verilen nostaljik bir isim haline gelmiştir.

 

Bu yazı toplam 7802 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
MUSTAFA BÜYÜKGÜNER Arşivi
SON YAZILAR