DAL BUDAK YAPRAK…
Dal, budak, yaprak; kök olmadan var olamaz… Kök; aidiyet, geçmiş, kimlik, gelenek, tarih, millî ve manevî değerler, medeniyetin ilkeleri, başlangıç ve aidiyet… Dal; gelişim, yöneliş, girişim… Budak; detay, çeşitlilik, dalların yeni çıkıntıları… Dal, budak; gelişme, yayılma, ürün verme, bir fikrin veya medeniyetin farklı alanlara yayılması... Dal, budak; kökten gelen gücün, farklı yönlere doğru çoğalmasını ve hayatın çok yönlülüğünü anlamlandıran ifade… Her dal, bir arayış; her budak, bir iz… Ağaç; bütüncül bir varoluş, hayatın kendisi, medeniyet, insan… Ağacın sağlamlığı, köklerinin gücüne ve dallarının verimliliğine bağlı… Hayatta ne kadar genişlersek genişleyelim, köklerle olan bağımızı sürdürdüğümüz nispette güçlü olabiliriz ve çevremizde iz bırakabiliriz… Dal budak sarmadan, etkili olabilmek mümkün değil…
Kök, dal, budak, yaprak; birlikte anlamlı… Bu, istikrar ve dinamizmin birlikte var olduğunun kanıtı… Bilindik gerçek: Kökten gelen, daldan gider; gövde ne kadar güçlüyse, budak o kadar diridir… Dal budak yaprak; yayılmayı ve yayılmanın bir merkeze (köke) bağlı kalması gerektiğinin açıklaması… Gövdesinden kopmuş bir dal, bir süreliğine canlı görünür, ancak bir süre sonra kurur... Köklerinden uzaklaşan bir birey ve toplum da öyle… Hayatımız, doğa ile iç içe gelişen değerlerle dolu… Soyut olandan somut olana ya da somut olandan soyuta uzanan yolda birçok durakta nefes alıp vermeye benzer bir hâl… Dal budak salmaktır, bireyin ya da toplumun gelişmesidir, genişlemesidir ve iz bırakmasıdır… Ağaçtan kaynaklanan ve bize ilham veren; bireyin ve toplumun köklerinden aldığı güçle gelişmesi, yeni yönlere açılması ve bir süreklilik arz etmesi, böyle açıklanabilir belki de… Dal budak salmak, yalnızca fiziksel büyümeyi değil; fikirlerin, ilişkilerin, değerlerin ve mirasın da çoğalması… Bir ağaç gövdesinden çıkan dallar ve onların yanlarından çıkan budaklar, bireyin ya da toplumun dikey (derinleşme, kökleşme) ve yatay (yayılma, etkileme) gelişiminin simgesi… Bir bireyin, farklı alanlara yönelmesi, çok yönlü hâle gelmesi, dal budak salması gibi… Bilgi, yetenek ya da sosyal ilişkiler genişledikçe birey de çok daha kapsayıcı bir hâle gelir… Bir toplumun, bir medeniyetin farklı alanlarda varlık göstermesi ve iz bırakması da, buna benzer bir ahvâl… Köklerinden beslenen bir milletin sanat, bilim, edebiyat ve siyaset gibi alanlarda ‘dal budak salması’dır, o milletin varlığının devam edebilmesi ve güçlü kalabilmesi… Antik Yunan’dan Konfüçyüs öğretilerine kadar pek çok düşünce sistemi, büyümenin ve yayılmanın bir merkeze bağlı olması gerektiğini dillendirmiş… Bir şeyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesi; ‘dal budak salmak’ kavramı ile izah edilebilir ancak… İçte var olan cevherin dışa doğru gelişmesidir, kendi doğallığında genişlemesidir bu... Bu, kadim medeniyet kodlarımıza dönmemiz gerektiğinin yegâne sebebi...
Günümüzde kültürlerarası etkileşimler, bireylerin farklı alanlarda kendini geliştirebilmeleri; dal budak salmanın sayesinde olmakta… Dal budak salmak, elbette güzel; ancak dalların fazla büyüyüp gövdeyi zayıflatması ve ağacın devrilebileceği gerçeği de unutulmamalı… Bireysel ve toplumsal bağlamda, kişinin ve toplumun odak kaybına uğraması ve kişinin ve toplumun değerlerinden kopması durumunda yaşanacak yıkımı başka nasıl açıklayabiliriz? Dal budak salmak; karmaşık biçimde yayılıp genişlemek, bir olay, konu ya da durumun başlangıçta basitken zamanla dallanıp budaklanarak karmaşık hâle gelmesi... Soy ya da dostluk yönünden genişlemek (aile bağlarının veya sosyal ilişkilerin zamanla yayılması, geniş bir çevreye ulaşması)… Her birimize düşen sorumluluk: Bir sorun olduğunda, daha fazla dal budak salmadan çözülmeli… Güç birliği yapılarak, bir damla fikirle başlanılan bir projenin dal budak salması sağlanmalı ve nihayetinde büyük bir girişime dönüşmesi için gerekenler yapılmalı… Dalı, budağı ve kökü doğru anlamamız önemli… Dal, budak, yaprak, kök ve ağaç ile ilgili söylenenler: “Ağaç dalıyla gürler, insan soyuyla. Kökü olmayanın dalı olmaz.” (Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî)… “Bir ağacın gökyüzüne yükselmesi için köklerinin karanlığa dalması gerekir.” (Friedrich Nietzsche)… “En güçlü ağaçlar en derin köklere sahiptir. İnsan da öyledir; geçmişini unutursa, geleceğini inşa edemez.” (Lao Tzu)… “Bir aile, tıpkı bir ağaç gibidir; bazı dallar kurur, bazıları büyür, ama kökler yaşadıkça ağaç ayakta kalır.” (Victor Hugo)… “Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, onlar kendi yolunu arayan hayatın dallarıdır.” (Halil Cibran)… “Bizler bir ağacın yaprakları gibiyiz; rüzgâr bizi savurur, ama kökler sağlamsa ağaç yaşar.” (William Shakespeare, King Lear uyarlaması)… “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…” (Nâzım Hikmet)… “Bir insanın karakteri, kökleri sağlam bir ağaç gibi olmalıdır. Kök sağlamsa, rüzgârlar deviremez.” (Konfüçyüs)… “Bir ağacın güzelliği, dallarında değil, köklerinde gizlidir.” (Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens)… “Her aile bir ağaçtır; bazı dallar unutulur, bazıları hep yeşil kalır.” (Orhan Pamuk)… “Biz bu ruhu tanımıyoruz. Çünkü bu ruh dal budak salmış bir ağaç gibi göz önünde fışkırmış hakikatlerden değildir. En derin ve en gizli hakikatlerdendir. Hakikat kesifleştikçe küçülür ve küçüldükçe gizlenir. Bir tohum gibi…” (Necip Fazıl Kısakürek)… Necip Fazıl için ‘kök’, bir milletin varlığını sürdürebilmesi ve yücelebilmesi için vazgeçilmezi… Necip Fazıl, ‘Tohum’ adlı oyunu ve ‘Utansın’ adlı şiirinde “Eski çınar şimdi Noel ağacı… Dallarda iğreti yaprak utansın!” der; köklerinden kopan veya köklerini inkâr eden bir toplumun yozlaşmasını eleştirir… 1936 yılında çıkardığı ‘Ağaç’ dergisinin çıkış amacını açıklarken, “ağacın madde ve ruh gibi, her şeyin bir dış ve bir iç yüzünü toprak üstünde ve toprak altındaki gür ve dolaşık varlığıyla çizgi ve biçime sokmuş bir sembol olduğunu” belirtir… ‘Çile’ şiirinde geçen “Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak…” dizeleriyle, düşünce dünyasında köklerin birleştirici rolünü dillendirir… ‘Ahşap Konak’ adlı eserlerinde de bir ailenin veya toplumun yozlaşmasını anlatırken “Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...” diyerek, ne hâlden ne hâle geldiğimizin tespitini yapar…
Elbette, işin dalıyla budağıyla yaprağıyla köküyle özüyle uğraşmak durumundayız… Biz, maalesef, kökleri kurutulmuş bir ağacın hüznüyle kavrulmuşuz… Gerçek uygarlığı (kadim medeniyetimizi) anlamaktan çok uzaklaşmışız… Özümüze dönmedikçe, küllerimizden yeniden doğmadıkça, kadim medeniyet kodlarımıza dönmedikçe, yapabileceğimiz çok şey yok aslında… Baltanın sapı, ağaçtan… Sapla samanı karıştırmadan, dalla budağı, yaprakla meyveyi iyice anlamadan, ne desek boş… ‘Tohum, fide, ağaç, kök, dal, budak, yaprak’ meselesini mihenk taşına vurunca, başımızı taştan taşa vurmaktan kurtulabileceğimizi ve taş üstüne taş koymamız gerektiğini anlayabileceğiz… Meseleyi kökünden anlamının yolu bu… Yeter ki, yetkinliğimizi ve bilgimizi artırmada kök olabilelim ve sonrasında dal budak yaprak salabilelim… Özümüzün yaradılışına bir bakalım, kendimize gelelim, kendimiz olabilelim… Ana rahmine tohum olup düşelim; ana rahminde gelişip, dokuz ay sonrasında bebek-çocuk olarak dünyaya avdet edelim… Ana rahmine benzer dünyada, fidan misâli gençliğimize ulaşalım… Bir ağacın bütün dalları, budakları, yaprakları gibi aslımızı sergileyebilelim… Bütün varlığımızla, özelliklerimizle anamızın-atamızın bir benzeri olarak boy gösterebilelim… ‘Tohum, fide, ağaç, kök, dal, budak, yaprak, çiçek ve meyve’ diye dile düşen her bir söz, işte böylesine bir gerçek... “Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.” (İnsan-dehr, 2)…
Bir ağacın gövdesinden çıkan dallar ve budaklar gibi, olaylar da zamanla farklı yönlere doğru gelişebilir… Önemli olan, dalın ve budağın gerektiğinde budanması ve yeni ve doğru dalın ve budağın kökünden koparılmaması… Unutmayalım, ulu bir çınar idik; saksıda bir çiçeğe dönüştürüldük... Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.