Cumadan Gönüllere

Cumadan Gönüllere

DOSTLUK: KİŞİ DOSTUNUN AHLÂKI ÜZEREDİR

DOSTLUK: KİŞİ DOSTUNUN AHLÂKI ÜZEREDİR

 

DOSTLUK:

KİŞİ DOSTUNUN AHLÂKI ÜZEREDİR

 

Sevgili Peygamberimiz, bir gün Enes b. Malik’le birlikte mescitten dışarı çıkarken (Müslim, Birr, 164) yanlarına gelen Zülhuveysıra el-Yemânî, kıyametin ne zaman kopacağını sormuştu. Allah Resûlü tarih boyunca insanların merak edip durdukları bu soruya, soru ile karşılık verdi: “Kıyamet için ne hazırlık yaptın?” Samimi bir eda ile “Allah ve Resulü’nün sevgisini.” karşılığını veren Zülhuveysıra, “Sen sevdiğinle berabersin.” müjdesini aldı. Hz. Peygamber’le Zülhuveysıra arasında geçen bu konuşmayı dinleyen genç sahâbî Enes b. Mâlik, “Müslüman olduktan sonra, "Sen sevdiğinle berabersin." sözünden daha fazla hiçbir şeye sevinmedik. Ben de Allah’ı, Resulü’nü, Ebû Bekir’i, Ömer’i seviyorum. Onların amelleri gibi amel etmediysem de onlarla beraber olmayı ümit ediyorum.” diyerek arzu ve beklentisini dile getirmişti. (Müslim, Birr, 163)

 

Bir topluluğu sevdiği hâlde onlarla birlikte olamayan kimsenin durumu kendisine sorulduğunda da Sevgili Peygamberimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” müjdesini vermiştir. (Buhârî, Edeb, 96) Seven ve tüm kalbiyle sevdiklerine tâbi olan ve onlara özenen insan, hiç görüşmemiş olsa bile onların dostluklarını kazanacak ve ebedî âlemde o sevdikleriyle birlikte olacaktır. Sevmek ve dost olmakla, hayata dair önceliklerini ve değerlerini paylaşmak arasında kuvvetli bir bağ vardır.

 

İki insan arasında sıradan bir ilişkinin çok ötesinde derin bir sevgi ve saygıyı ifade eden dostluk, insan olmanın bir gereğidir. Allah Resûlü, “Mümin cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan kimsede hayır yoktur.” (İbn Hanbel, II, 400) buyurmuştur. Bununla birlikte, “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45) uyarısıyla arkadaş seçiminde dikkatli davranılmasını tavsiye etmektedir. Dostların birbirlerini hem düşünce hem de davranış bakımından etkileyeceğini vurgulayan bu ifade, Kur’an’da da pekiştirilmektedir. Kıyamet gününde gerçeklerle yüzleştiğinde, sıkıntıdan ellerini ısıran kâfir, “Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı.” (Furkân, 25/28-29) sözleriyle pişmanlığını ortaya koyacaktır. Zira dünyada iken ona dost görünenlerin bir kısmı şimdi sıkıntı ânında kendisine düşman kesilivermiştir. Oysaki dünyada dostluklarını Yüce Rabbin rızasına bağlayanlar, beraberliklerini ebedî âlemde de sürdüreceklerdir. (Zuhruf, 43/67)

Dinimizde gerçek dostlukların Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden ve Allah korkusuyla kalbi titreyen insanlarla kurulması önerilmektedir. (Tirmizî, Zühd, 55) “Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene inanıyor olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsık kimselerdir.” (Mâide, 5/81) âyeti aksi davranışı sergileyenleri fâsıklıkla suçlamaktadır. Yüce Rabbimizin, “Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine, 60/1) buyruğu, tercihi müminlerden yana koymakla birlikte farklı inanç sahiplerini dışlamayı hedeflememektedir. Ancak Müslümanlara karşı tavır alanlar, hem Allah’a hem de müminlere düşmanlık yapanlar, bu duruşlarını değiştirmedikleri sürece dostluk ve barış şansını yitirmişlerdir. Nitekim bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehine, 60/9) “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (Mâide 5/51) Buna göre farklı dine mensup kimselerle yâr ve yâren olmak hoş karşılanmazken onlarla insanî ilişkilerin sürdürülmesi engellenmemiş ve onlara zulmedilmemesi istenmiştir.

 

Sevgili Peygamberimiz, menfaat gözetmeksizin Allah için birbirlerini seven ve samimi duygularla oturup kalkan insanlara, hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı kıyamet gününde Allah’ın arşı altında gölgelenecekleri (himaye edilecekleri) müjdesini vermiştir. (Buhârî, Zekât, 16) O hâlde gerçek anlamda dostluk, Allah’ın rızasını kazanma yolunda kol kola girmek ve sevgileri birleştirmektir. Kıskançlık, kibir ve gösteriş gibi arkadaşlığı zedeleyen duygulardan arınmış böylesine gönülden bir ilişki, sonuçta Allah Teâlâ’ya uzanmaktadır. Zira Kur’an’da inanan yürekler için gerçek dostun Allah olduğu belirtilirken, (Bakara, 2/257) bu dostluğun kaynağının da müminlerin yaptığı güzel ameller olduğuna dikkat çekilmiştir. (En’âm, 6/127) Sevgili Peygamberimizin, kendisini “Allah’ın dostu” olarak nitelendirmesini de bu şekilde anlamak gerekmektedir. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 6) Diğer yandan Peygamberimiz, insanlarla olan dostluğundan bahsederken, tebliğinin ilk günlerinden itibaren onu yalnız bırakmayan hicret arkadaşı Hz. Ebû Bekir’den, “kardeşim ve arkadaşım” (Müslim Fedâilü’s-sahâbe, 3) diye bahsetmiştir. Canı ve malıyla kendisine en fazla yardımda bulunan kimsenin Hz. Ebû Bekir olduğunu belirtirken, “Birini dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i tercih ederdim. Ancak İslâm kardeşliği daha faziletlidir.” (Müslim Fedâilü’s-sahâbe, 2) beyanıyla, toplumsal duyarlılığı artırmayı ve kaynaşmayı sağlamayı amaçlamıştır.

 

İnsanlar arası ilişkilerde iyilikle kötülüğün aynı olmadığını belirten Yüce Rabbimiz, “...Kötülüğü en güzel şekilde sav. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” buyurmaktadır. (Fussilet, 41/34) Toplumlara huzur ve barış getirecek olan bu bakış açısını teyit etmek amacıyla Sevgili Peygamberimiz, insanların arasına karışan ve onlardan kaynaklanan sıkıntılara sabreden müminin, uzlete çekilen ve böylelikle insanlardan gelecek sıkıntılara sabretmeyen müminden daha hayırlı olduğuna dikkatleri çekmektedir. (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 149) Nitekim kötülüğü iyilikle defetmeyi öğütleyen âyet-i kerimenin devamında, “Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” (Fussilet, 41/35) buyrularak bunun bir erdem olduğu vurgulanmaktadır.

 

Bununla birlikte Hz. Ali, “Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olur. Nefret ettiğinden de ölçülü nefret et, belki bir gün dostun olur.” (İbn Ebû Şeybe, Musannnef, Evâil, 1) uyarısında bulunmuştur. Zira sabrı, fedakârlığı ve kardeşliği öne çıkaran müminin, sahtekâr ve ikiyüzlü insanlara kapılması, dolayısıyla maddî veya mânevî açıdan zarara uğratılması mümkündür. Sevgili Peygamberimiz, “Mümin bir delikten iki kere sokulmaz!” (Müslim, Zühd, 63) buyurarak dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinde uyanık olunmasını istemektedir. Dostluk, karşılıklı saygı ve değer vermeyle gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, kadim zamanlardan beri söylenen, “Senin kendisine verdiğin değeri sana vermeyen insanların sohbetinde hayır yoktur.” (Beyhakî, Şuabü’l-îmân, 19/491) vecizesi unutulmamalı, dost edinirken dikkatli ve seçici davranılmalıdır.

 

Allah nezdinde en makbul olan arkadaşın, arkadaşına karşı en iyi davranan kimse olduğunu belirten Sevgili Peygamberimiz, (Tirmizî, Birr, 28) “Bir kimse biriyle arkadaşlık kuracağı zaman ona ismini, babasının ismini ve kimlerden olduğunu sorsun. Çünkü bu, dostluğu pekiştirir.” (Tirmizî, Zühd, 53) tavsiyesinde bulunmaktadır. Bir gün yanı başındaki İbn Ömer’e, kendisinden bir şeyler isteyen kişiyi tanıyıp tanımadığını sormuş, İbn Ömer’in, “Tanıyorum.” demesi üzerine ismini öğrenmek istemiştir. Ancak İbn Ömer, “İsmini bilmiyorum.” diye cevap vermiş, Peygamberimiz, “Evi nerededir?” diye sorduğunda da bilmediğini söylemiştir. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bu, tanıma değildir.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 211) demiştir. Zira söz konusu bilgiler, bir arkadaştan haber alınamadığında soruşturmayı, hasta olduğunda ziyareti, vefat ettiğinde de cenazesine katılmayı mümkün kılacak en önemli verilerdir. (Beyhakî, Şuabü’l-îmân, 6/492)

 

Dostsuz hayat, desteksiz, dayanaksız ve sırdaşsız hayattır. Ev almadan önce komşu, yola çıkmadan önce de arkadaş edinilmesi (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IV, 268) tavsiyesine uyan kişi, hayatta karşılaşacağı olumsuzlukları yapayalnız üstlenmekten kurtulacaktır. Diğer taraftan, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan dostlukların sürdürülmesi, yeni dostluklar oluşturulmasından daha önemli görünmektedir. Bu bağlamda Hz. Ömer, bir kimseye sevdiği ismiyle hitap etmenin, geldiğinde ilgilenip ona yer açmanın ve karşılaşıldığında selâm vermenin dostlukları pekiştireceğine ve sürekli kılacağına dikkatleri çekmektedir. (Abdürrezzâk, Musannef, XI, 44) Dostluğun sadece iki kişi arasında sınırlı kalmayıp aileleri de kuşatacak kadar güçlenip kalıcı olmasını sağlamak düşüncesiyle Sevgili Peygamberimiz, kişinin baba dostuna yaptığı iyiliği, “iyiliklerin en iyisi” olarak nitelendirmiştir. (Müslim, Birr, 12) Nitekim Hz. Peygamber’in bu beyanını kendisine ilke edinen Abdullah b. Ömer, Mekke yolunda karşılaştığı bir bedevîyi kendi bineğine oturtmuş ve başındaki sarığı da ona giydirmişti. Çünkü bu bedevînin babası Hz. Ömer’in arkadaşıydı. Yanında bulunanlardan biri, “Bu adama iki dirhem para versen ona yetmez miydi?” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer Allah Resulü’nün şu sözlerini nakletti: “Babanın dostunu gözet, onunla ilgini kesme. Yoksa Allah senin nurunu söndürür.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 29)

 

Baba dostluklarının sürdürülmesini arzu eden Hz. Peygamber, dostluk ve kardeşliğe zarar verecek hâl ve hareketlerden de uzak durulmasını talep etmektedir. Nitekim o, “Kardeşinle tartışmaya girme, onunla (incitici biçimde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizî, Birr, 58) uyarısında bulunmuş, üç kişi bir arada bulunurken birini yalnız bırakıp da diğeriyle özel olarak konuşmayı da incitici olabileceğinden dolayı yasaklamıştır. (Müslim, Selâm, 38) Allah Resulü’nün bu duyarlılığını bilen tâbiûn neslinin meşhur müfessiri Mücâhid de bir kimsenin arkadaşına sert bakışlarla bakmasını, onu göz hapsinde tutmasını, onu “Nereden geliyorsun?” veya “Nereye gidiyorsun?” gibi rahatsız edici sorularla hesaba çekmesini hoş karşılamazdı. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 396) Allah Resûlü, bir şekilde dostlar arasında kırgınlık oluştuysa muhabbet bağının zedelenmemesi için küskünlüğün üç günden fazla sürdürülmemesini söylemiş, (Buhârî, Edeb, 57) hatta barış için ilk adımı atanı övmüştür. (Müslim, Birr, 25)

 

Emek verilmeyen, uğrunda fedakârlıklar gösterilmeyen birliktelikler, arkadaşlık olarak görülse de kalıcı dostluklara dönüşme imkânı bulamamaktadır. Bu nedenle dostluk, tanış olmakla başlayan, ancak tanıdıkça kaynaşan ruh hâlini ifade eder. Nitekim Hz. Peygamber de “Ruhlar, bir araya gelmiş topluluklardır. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşır, uyuşamayanlar da anlaşamaz ayrılır.” (Müslim, Birr, 159) ifadeleriyle ruhları bir topluluğa benzetmekte, birbirleriyle tanışıp uyuşanların kaynaştığına, birbirlerini tanımayanların ise birbirlerinden koptuklarına dikkatleri çekmektedir. Tanımak ve tanışmak, zorlukların ve anlaşmazlıkların yaşandığı dönemlerde, iplerin gerildiği anlarda anlam kazanır. Bu süreci başarıyla atlatan kalpler, kalıcı dostluklara imza atmaktadır. Ancak dostluğu tecrübe edecek kadar zamana, dostun ahlâk ve karakterinin ortaya çıkmasına imkân verecek kadar da vesileye ihtiyaç duyulacaktır. Bununla ilgili güzel bir örnek, Hz. Ömer ile şahitlik yapmak isteyen biri arasındaki konuşmada geçmektedir:

 

Hz. Ömer, ilgilendiği bir davada şahitlik yapacak kişiye, “Seni tanımıyorum, gerçi seni tanımamam şahitliğine engel değil ama yine de seni tanıyan birini getir.” der. Orada bulunanlardan biri, “Ben bu kişiyi tanıyorum.” diye konuşmaya katılır. Hz. Ömer ona dönerek, “Nasıl bilirsin?” diye sorduğunda, “Adil ve şerefli biri olarak bilirim.” diye cevap verir. Ancak bu kısa cevapla yetinmeyen Hz. Ömer sormaya devam eder: “Gecesini gündüzünü, gelenini gidenini bildiğin yakın komşun mu?” Karşısındaki kişi, “Hayır.” diye yanıtlar. “Dinî hassasiyetini ortaya koyan ticarî bir ilişkiniz oldu mu?” diye sorduğunda adam, “Hayır.” diye yanıtlar. “Güzel ahlâkını belirgin bir şekilde gördüğün bir yolculuğunuz oldu mu?” sorusuna tekrar, “Hayır.” cevabını alınca Hz. Ömer, “Sen onu tanımıyorsun.” diyerek tanımanın göz aşinalığından farklı bir şey olduğuna dikkat çeker. Ardından da şahitlik yapacak kişiye dönerek, “Git, seni tanıyan birini getir.” der. (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 212)

 

Sırdaş olmayı, dayanışmayı, fedakârlığı ve vefayı içinde barındıran dostluk, kişinin kimliğini ve duruşunu da ifşa etmektedir. Hz. Peygamber, “Mümin, müminin aynasıdır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 49) buyururken, genelde müminlerin, özelde ise dostların benzeşmelerine, birbirlerinde kendilerini görmelerine dikkat çekmektedir. Nitekim tecrübenin ortaya çıkardığı, “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” özdeyişi de arkadaşların benzeşmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktadır. Öte yandan Hz. Peygamber’in, “Kişi dostunun dini üzeredir.” (Tirmizî, Zühd, 45) hadisi de dinî ve kültürel kimliğe atıfta bulunmaktadır. Müminlerin dostlukları Allah içindir, Allah’tan korkanlarladır. Zira, “Gerçek dost, Allah’tır.” (Şûrâ, 42/9)

 

 

BİR AYET:

Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık Allah’la olan bağını koparmış demektir. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Sonunda dönüş Allah’adır. (Âl-i İmrân, 28)

 

BİR HADİS:

Ebû Musa’dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “İyi arkadaşla kötü arkadaş misk taşıyan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren kimse ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku duyarsın!” (Buhârî, Sayd, 31; Müslim, Birr, 146)

 

BİR DUA :

Allah’ın gazabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve (onların) bana uğramalarından Allah’ın tam kelimelerine sığınırım.

 

 

BİR FETVA:

SORU: Kader ve kazaya inanmak iman esası mıdır?

CEVAP: Kader ve kaza, iman esaslarından söz eden âyetlerde (Bakara, 2/177, 285; Nisa, 4/136) zikredilmemiştir. Ancak her şeyin Allah’ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden âyetlerin yanı sıra ilahî ilmin olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten âyetlerde de bu esas vurgulanmıştır. Bu âyetlerin bir kısmında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “...O’nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir.” (Ra‘d, 13/8); “...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan, 25/2); “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez...” (Tevbe, 9/51)

Bu âyetlerden başka Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, -kulun tercihi ile irtibatlı olarak- dilediğini dalâlette bırakıp, dilediğini hidâyete erdirdiğini, insanların ölümlerini O’nun takdir ettiğini bildiren âyetler de (bk. Zümer, 39/62; Sâffât, 37/96; A`râf, 7/178; Vâkıa, 56/60 vb.) kapsam açısından kâinatta her şeyin belli bir kadere bağlı bulunduğu, bunun da Allah Teâlâ tarafından belirlendiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Cibrîl hadisi” diye bilinen hadiste, kaderi, iman edilmesi gereken şeyler arasında saymıştır. Bu hadise göre Cebrâil (a.s.), peygamberimize, “İman nedir?” diye sormuş, o da, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır.” (bk. Müslim, Îmân, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; İbn Mâce, Mukaddime, 9) cevabını vermiştir.

Ehl-i sünnet âlimleri belirtilen âyetler ve Hz. Peygamberin hadisleri çerçevesinde kader ve kazaya inanmayı iman esaslarından saymışlardır.

 

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan : Muhammet COŞKUN/Din Hizmetleri Uzmanı

Bu yazı toplam 1187 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cumadan Gönüllere Arşivi
SON YAZILAR