AİLE KÖŞESİ

AİLE KÖŞESİ

VATAN VE MEMLEKET SEVGİSİ

VATAN VE MEMLEKET SEVGİSİ

Memleket sevgisi, Yüce Allah"ın insanların kalbine koyduğu fıtrî bir duygudur. Zira her insan doğduğu, dünyaya gözlerini açtığı, yetiştiği, hayatının pek çok hatırasını yaşadığı, tarih ve kültürünün şekillendiği, akraba ve atalarının yaşadığı yere karşı ayrı bir sevgi ve ilgi duyar. Oradan uzaklaştığı zaman özlemle kavuşmayı arzu eder. Nitekim Allah Resûlü de doğup büyüdüğü Mekke"ye karşı ayrı bir sevgi beslemiş ve bu sevgisini Mekke"nin fethi sırasında şu şekilde dile getirmiştir: “(Ey Mekke!) Vallahi sen Allah"ın en hayırlı ve Allah"a en sevimli olan beldesisin. Senden çıkarılmış olmasaydım seni asla terk etmezdim." ”(Tirmizî, Menâkıb, 68;)

Vatan, havasıyla, suyuyla, toprağıyla benimsenen, insanın ait olduğunu hissettiği toprak parçası olarak tanımlansa da yalnız bu maddî öğelerden ibaret değildir. İnsanın bir yurdu vatan olarak benimsemesi için maddî ve mânevî unsurlar birlikte düşünülmelidir. İnsanın kimliğinin bir parçası olan vatanı, aynı zamanda kuşandığı değerlerin de kaynağıdır. Ortak yaşanan din, dil ve gelenek öğeleri ile herhangi bir toprak parçası özelleşir; böylece üzerinde yaşayan insanlar da o vatanın milleti olur. Birlikte paylaşılan geçmiş ve aynı ideallerin planlandığı bir gelecekle vatan ve millet unsurları meydana gelir.

İnsanın vatanı, huzur bulduğu yerdir. Baskı ve zulmün olmadığı, güven içinde özgürce yaşanan topraktır vatan. Belki de bu güven ve huzur ortamından dolayı Allah Resûlü ve Müslümanlar, Mekke"den zorla çıkartılıp Medine"ye geldiklerinde, karşılaştıkları sıkıntılara rağmen çok geçmeden buraya alışmışlardı. “Allah"ım, Mekke"ye verdiğin bereketin iki katını Medine"ye ver.” (Buhârî, Fedâilü’l-Medîne, 9.) diye dua eden Sevgili Peygamberimiz, Mekke gibi Medine"yi de çok sevmişti. Bu sevgisini ashâbından Enes b. Mâlik (ra) şöyle nakletmektedir: “Peygamber (sav) bir seferden döndüğü zaman Medine"nin yüksek duvarlarını görünce devesini (süratle koşması için) salıverirdi. Eğer deveden başka bir hayvan üzerine binmişse Medine"ye olan sevgisinden dolayı binitini harekete geçirirdi.”(Allah Resûlü, Tebük Seferi"nden dönerken de aynı şekilde acele davranmış ve Medine"ye yaklaşınca, “İşte bu Tâbe"dir (iyilik ve güzellik şehridir). Bu da Uhud"dur, öyle bir dağdır ki o bizi sever biz de onu severiz.” diyerek Medine"ye olan sevgisini dile getirmişti.(Müslim, Hac, 503.)

İslâm dini, insanların hak, menfaat ve değerlerini paylaşarak yaşadıkları bir yer olan vatanı ve memleketini sevmeyi, korumayı teşvik etmiş ve onu savunmayı yüce bir görev saymıştır. Vatanı korumak adına kuvvet hazırlanmasını ve savaşa hazırlıklı olunmasını emretmiştir.(Enfâl, 8/60.) Bu bağlamda, Allah Resûlü (sav) vatan uğruna nöbet tutmanın faziletini şu şekilde dile getirmiştir: “Bir gün ve bir gece nöbet tutmak, bir ay oruç tutup geceleri namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Şayet (kişi nöbette) ölürse yapmakta olduğu işin sevabı devam eder, rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerine karşı güven içinde olur.” (Müslim, İmâre, 163.) Vatan müdafaasından maksat, sadece sahip olunan toprakları korumak değil, o topraklar üzerinde yaşayan insanların dinini, canını, malını, ırz ve namusunu korumak ve onları hürriyet ve huzur içinde yaşatmaktır. Bu yüzdendir ki Allah Resûlü, vatanı korumanın mükâfatı olarak müjde niteliğindeki şu sözü söylemiştir: “İki göz vardır ki cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve gecesini Allah yolunda nöbet tutarak geçiren göz.” (Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 12.)

Vatan ile savunulan yalnızca üzerinde yaşanılan toprak parçası değil bir milletin sahip olduğu maddî ve mânevî değerleridir. Bu mukaddes değerleri canı pahasına savunmanın karşılığı ise en yüce mertebelerden biri olan şehitliktir. Sevgili Peygamberimiz, çeşitli şekillerde şehitliğin ve gaziliğin faziletine işaret etmiş ve malı, canı, dini ve aileyi korumak uğruna öldürülen kimselerin şehit olduğunu bildirmiştir.(Ebû Dâvûd, Sünnet, 28, 29;)

İslâm tarihi, vatanını savunurken şehit veya gazi olan cesur vatanseverlerin kahramanlık öyküleriyle doludur. Savaşlarda, özellikle sancağı koruma ve onu düşmana teslim etmeme uğruna büyük mücadelelerin verildiği görülür. Nitekim Mus"ab b. Umeyr, Uhud Savaşı"nda bunun kahramanca bir örneğini sergilemiştir.(İbn Sa’d, Tabakât, III, 120.) Zira sancak, bir milletin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini, devletin egemenliğini simgeleyen unsurlardan biridir. Bayrağın taşıdığı temsilî anlamdan dolayı ona yapılacak saldırı, temsil ettiği millete yapılmış bir saldırı olarak değerlendirilir.

Sevgili Peygamberimiz, egemenliği temsil etmek ve ordunun birlikteliğini sağlamak için bayrak ve sancak kullanmıştır. Onun bayrağının siyah, sancağının ise beyaz renkte olduğu(Tirmizî, Cihâd, 10;) ve sancağının üzerinde kelime-i tevhidin yazılı bulunduğu rivayet edilir.(Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, I, 77.) Savaşlarda teşvik aracı olarak bayrak ve sancak kullanımına önem veren, bu şekilde onun temsilî değerine işaret eden Allah Resûlü, Hayber fethinde askerlerini teşvik etmek ve mutlak zafere inandırmak amacıyla, “Müslümanların bayrağını öyle bir kimseye vereceğim ki Allah onun eliyle fetih nasip edecektir.” sözleriyle bayrağı Hz. Ali"ye teslim etmiştir.(Buhârî, Cihâd, 102.)

Sancak bir ordunun namusu ve şerefi kabul edildiği için ona büyük önem atfedilmiş ve sancağı korumak uğruna büyük mücadeleler verilmiştir. Savaş sırasında taşınan bayrak veya sancak, askerî birlik ya da ordunun birlikteliğini ve gücünü simgelemektedir. O kaybedilirse savaş da kaybedilmiş sayılır. Meselâ, 629 yılında Müslümanlarla Bizanslılar arasında meydana gelen Mûte Savaşı"nda İslâm ordusunun komutanı Zeyd b. Hârise idi.(Vâkıdî, Meğâzî, II, 756.) Peygamberimiz mübarek eliyle sancağı ona teslim etmişti. Savaşta Zeyd şehit olunca sancağı Ca"fer b. Ebû Tâlib almış, şehit düşünceye kadar da bırakmamıştı. Daha sonra sancağı Abdullah b. Revâha almıştı. O da şehit olunca sancağı Hâlid b. Velîd almış ve onu asla yere düşürmemişlerdi. Allah da onlara zaferi nasip etmişti.(Buhârî, Cihâd, 183.) Bu şekilde insanın canını hiçe sayarak vatan ve bayrak gibi kutsal değerleri uğruna savaşması, onun vatanına bağlılığının bir göstergesidir.

İslâm dini, aidiyet hisleri ile kişinin kimliğinin oluşmasına katkıda bulunan vatan, millet ve bayrak sevgisini meşru kabul etmekle birlikte, bunda aşırıya gidilerek etnik ve bölgesel ayrımcılık veya ırkçılık yapılmasını yasaklamıştır. Farklı memleketlerde yaşayan farklı milliyete mensup insanları dışlamak, onlara karşı düşmanlık besleyerek ayrımcılık yapmak, İslâm"ın evrensel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Zira İslâm, sahip olduğu hoşgörü ile çeşitli ırk, inanç ve geleneğe mensup insanların birlikte yaşamalarına imkân tanıyan bir vatan anlayışına sahiptir. Farklı din ve milliyetlerden insanlarla bir arada yaşamanın en güzel örneklerinden birini Allah Resûlü, Medine yurdunda göstermiştir. Hem Medineli Evs ve Hazrec kabileleri arasında hem de Mekkeli ve Medineli Müslümanlar arasında sağlanan kardeşlik ile Müslümanlar huzur içinde yaşayabilmişlerdir. Bu huzur beldesinde, Ehl-i kitap ile de antlaşmalar yapılmak suretiyle barış ortamı oluşturulmuştur. Bu vatan anlayışını benimseyen ecdadımız da asırlar boyu farklı dil, din ve renklerden insanın birlikte yaşamasına imkân tanımıştır.

İnsanın üzerinde yaşadığı, anılarını yaşattığı, kendisinden bir parça olarak gördüğü vatanını sevmesi, ondan ayrı kaldığı zaman özlemesi son derece doğal bir durumdur. Bu ortak duyguları besleyen insanların bir araya gelerek geçmiş ve geleceğe dair ortak ideallerde buluşmaları, ortak değerleri paylaşmaları ile herhangi bir toprak parçası vatan olma özelliğini kazanır. Aynı vatan üzerinde yaşayan ve millet olma şuurunu taşıyan insanlar için o toprak parçası maddî ve mânevî değerleri içinde barındırmaktadır. Bu yüzdendir ki vatanı sevmek, korumak, savunmak kutsal bir görev olarak görülmüştür. Vatanın vatan olma özelliğini devam ettirebilmesi de ancak onu vatan yapan unsurların bilinmesi, korunması ve yeni nesillere aktarılması ile mümkün olacaktır.

Kaynak: Hadislerle İslam (Diyanet İşleri Başkanlığı

Hazırlayan: Ümmühan BAYRAKÇI Bilecik İl Vaizi

Bu yazı toplam 121 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
AİLE KÖŞESİ Arşivi
SON YAZILAR