EVLATLARIYLA SINANAN BİR PEYGAMBER HZ. YAKUP
BİLECİK MÜFTÜLÜĞÜ
ADRB VE GENÇLİK SAYFASI
EVLATLARIYLA SINANAN BİR PEYGAMBER HZ. YAKUP
Hz. Yakup’un babası İshak, dedesi İbrahim (a.s.) idi. Künyesi “Allah’ın kulu” manasına gelen İsrail’di. (Âl-i İmran, 3/93; Meryem, 19/58; Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 593.) O’nun oğullarına ve soyundan gelenlere İsrailoğulları denilir. (DİA, İsrail, XXIII, 191.) Yakup (a.s.), babası Hz. İshak gibi doğumu ve peygamberliği önceden müjdelenen bir nebiydi. (Enam, 6 /84; Meryem, 19/49.) O, zayıf yapılı, vakarlı, uzun boylu, nezih görünümlü ve çehresi güzeldi. Hitabı oldukça güçlü ve etkiliydi. (Hâkim, Müstedrek, II, 557.) Kur’an-ı Kerim’de zikredildiğine göre Yakup (a.s.), dedesi İbrahim ve babası İshak gibi güçlü bir iradeye, keskin bir zekâya sahip; seçkin, hayırlı (Sad, 38/45-46.) ve salih bir kimseydi. (Enbiya, 21/72.) Başına gelen sıkıntılara “güzel bir sabırla” göğüs geren, ümidini asla kaybetmeyen (Yusuf, 12/83.) bir peygamberdi.
Yakup (a.s.) evlatlarıyla imtihan edilmişti
Allah’ın elçileri farklı imtihanlarla sınanmıştı. Yakup (a.s.) ise evlat acısı, hasreti ve evlatlarının ihanetiyle sınanan bir baba ve peygamberdi. Cenab-ı Hak Yakup’a (a.s.) on iki oğul bahşetmişti. Oğullarından ikisi, Yusuf ve Bünyamin, aynı anneden dünyaya gelmişti. Diğer çocukları, babalarının Yusuf’u ve kardeşi Bünyamin’i kendilerinden daha çok sevdiğini zannetmişlerdi. (Taberî, Tarih, I, 321.) Oysa Hz. Yakup’un çocukları arasında bir ayrım yapması söz konusu değildi. Ancak o, Yusuf’un basiretini ve ferasetini fark etmişti. Oğlunun gelecekte peygamber olarak görevlendirileceğini sezmişti. Bu sebeple vaktinin çoğunu onunla geçirirdi. (İsmail Lütfi Çakan & N. Mehmet Solmaz, Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, Ayyıldız Yay., 1974, s. 123.) Yusuf (a.s.) henüz küçük bir çocukken rüyasında on bir yıldızla güneşin ve ayın kendisine secde ettiğini gördü. (Yusuf, 12/4.) Rüyasını babasına anlattığında babası, rüyasını kardeşlerine anlatmaması hususunda onu tembihledi. Zira kardeşlerinin, şeytanın tahrikiyle ona tuzak kurmalarından endişe etmişti. (Yusuf, 12/5.) Ardından oğlunun rüyasını yorumlayarak şöyle dedi: “Anlaşılan böylece Rabbin seni seçecek, sana rüyada görülenlerin yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Yakup soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Kuşkusuz Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Yusuf, 12/6.)
Kardeşi kardeşe düşman eden haset
Yakup’a (a.s.) izhar olunan hakikatleri bilmeyen oğulları, babalarının Yusuf’a (a.s.) olan ilgisini ve sevgisini kıskandılar. Nihayetinde kıskançlıkları onları kötü düşüncelere sevk etti. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle zikredildi: “Hani kardeşleri demişlerdi ki: ‘Yusuf ile öz kardeşi babamızın gözünde bizden daha değerli. Hâlbuki bizim sayımız daha çok. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanılgı içinde!’” (Yusuf, 12/8.) Onlara göre babalarının bu hatadan dönmesi gerekirdi. Bunun çözümü de kardeşleri Yusuf’u ortadan kaldırmaktı. İçlerinden biri şöyle dedi: “Yusuf’u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tövbe ederek) iyi kimseler olursunuz!” (Yusuf, 12/9.) Yusuf (a.s.) yok olunca, babalarının ilgi ve sevgisinin kendilerine yöneleceğini zannettiler. Kardeşlerini öldürmeyi kararlaştırmışlardı ki içlerinden biri, Yusuf’u (a.s.) bir kuyunun dibine atmayı teklif etti. (Yusuf, 12/10.) Böylece öldürmekten vazgeçtiler, planlarını uygulamak üzere babalarının yanına geldiler. Babalarından, kırda beraber gezinip eğlenmeleri için Yusuf’u (a.s) kendileriyle göndermesini istediler. (Yusuf, 12/12.) Yakup (a.s.) onların farkında olmadıkları bir zamanda Yusuf’u (a.s.) bir kurdun kapmasından korktuğunu söyledi. Ancak oğulları, böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağını belirttiler, kardeşlerini koruyacaklarına dair babalarına teminat verdiler. Nihayetinde Yusuf’u (a.s.) alıp götürdüler ve kararlaştırdıkları gibi bir kuyuya attılar. (Yusuf, 12/13-15.) Akşam olunca sahte gözyaşlarıyla ağlayarak babalarının yanına geldiler. Yusuf’u (a.s.) bir kurdun yediğini söyleyerek kanla boyadıkları gömleğini ona gösterdiler. (Yusuf, 12/16-17.) Bu acı haberi alan Hz. Yakup, çok üzüldü. Gömleği alıp yüzüne sürdü ve şöyle dedi: “Bugüne kadar böyle yumuşak huylu bir kurt görmedim! Oğlumu yemiş fakat sırtındaki gömleği yırtmamış!” Hz. Yakup, oğullarının sözlerine inanmamıştı. (Kur’an Yolu Tefsiri, III, 222.) Nitekim oğullarına, “Hayır! Nefsiniz sizi kötü bir iş yapmaya sürüklemiş; artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. Anlattığınız şeyler karşısında, kendisine sığınılacak olan ise ancak Allah’tır.” dedi. (Yusuf, 12/18.)
Haset, bütün iyilikleri yok eden (Ebu Davud, Edeb, 44.), insanı günaha iten şeytani bir duygudur. İblisin, Hz. Âdem’e düşmanlık beslemesi de ona olan hasedinden kaynaklanmıştı. Bu sebeple cennette Hz. Âdem ve eşine vesveseyle yaklaşıp onlara, Allah’ın çizmiş olduğu sınırı aştırmıştı. (Bakara, 2/36.) Haset, insanının gözünü kör eden, onu kardeş katili yapan ve yeryüzünde âdemoğluna ilk günahı işlettiren histi. (Maide, 5/27-30.) Yakup’un (a.s.) çocuklarını, kardeşleri Yusuf’a karşı kışkırtan, onu ortadan kaldırma düşüncelerine sevk eden de aynı saikti.
Çocuklar arasında adaleti gözetmek
Kardeşler arasında kıskançlık duygusunun yaşanması mümkündür. Zira her çocuk anne babası nezdinde daha çok sevilmek, öne çıkmak ister. Ebeveynlerin evlatları arasında adaleti gözetmemeleri, kardeşler arasında kıskançlığı körükleyen en önemli etkenlerden biridir. Dolayısıyla anne babalar, çocukları arasında ayrım yapmaktan kaçınmalı, birini diğerine tercih etmemelidir. Evlatlarına karşı sevgi, ilgi ve her türlü davranışta dengeyi gözetmeye çalışmalıdırlar. Adil olmayan her tutum; kardeşlerin birbirlerini kıskanmalarına, birbirlerine düşmanca tavırlar sergilemelerine ve aile bağlarının zedelenmesine neden olacaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) “Allah’tan korkun, çocuklarınız arasında adaletli davranın.” (Buhari, Hibe, 13.) “Bir öpücükle bile olsa çocuklarınız arasında ayrımcılık yapmayın.” (Abdürrezzak, Musannef, IX.) buyurarak bu hususta anne babaları uyarmaktadır.
Kardeşlerin karşılaşması
Hz. Yakup’un (a.s.) ciğerparesi Yusuf (a.s.), kuyudan çıkarılıp Mısır’a götürülmüş, birkaç dirheme Mısır azizine köle olarak satılmıştı. (Yusuf, 12/20.) Türlü çileler çeken Yusuf (a.s.) Mısır’da önemli bir mevkie getirilmişti. Aradan yıllar geçmiş, Mısır civarında beklenen yedi yıllık kıtlık dönemi başlamıştı. Yakup’un (a.s.) oğulları erzak temini için Kenan diyarından Mısır’a, Hz. Yusuf’un yanına geldiler. Kardeşleri onu tanımadıkları hâlde Yusuf (a.s.), babasıyla arasına hasretlik duvarı ören ağabeylerini tanıdı. Hz. Yusuf, onları ağırlayarak istedikleri erzakları kendilerine verdi. Ancak bir dahaki gelişlerinde kardeşleri Bünyamin’i getirmezlerse onlara gıda maddesi vermeyeceğini söyledi. (Yusuf, 12/23-58.) Döndüklerinde Bünyamin’i yanlarında götürmek üzere babalarından izin istediler. Yakup (a.s.), yıllardır hasretiyle kavrulduğu Yusuf’u hatırladı: “Daha önce kardeşi Yusuf hakkında size ne kadar güvendiysem bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! En iyi koruyucu Allah’tır. O, acıyanların en merhametlisidir.” dedi. (Yusuf, 12/64.) Her ne pahasına olursa olsun Bünyamin’i kendisine getirmeleri şartıyla onlarla gitmesine izin verdi. (Yusuf, 12/66.)
Ardından oğullarına, “Şehre hepiniz bir kapıdan girmeyin ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. Ben yalnız O’na güvenip dayandım. Güvenecek olanlar yalnız O’na güvenip dayansınlar.” (Yusuf, 12/67.) dedi. Yakup’un (a.s.) oğullarına böyle söylemesinin iki sebebi vardı. Birincisi onlara nazar değmesinden endişe etmişti. Zira oğulları gösterişliydiler ve güzel giyinirlerdi. Hep birlikte aynı kapıdan girdikleri takdirde onlara göz değebilirdi. İkincisi ise siyaseten tedbirli olmalarını istemişti. Çünkü görkemli, güçlü, kuvvetli insanların şehre toplu hâlde girmeleri, halkın ve kralın dikkatini çekerse başlarına bir hâl gelebilirdi. (Kur’an Yolu Tefsiri Cilt .3 s. 245.) Şehre babalarının tembihlediği şekilde tedbir alarak girdiler. Yusuf’un (a.s.) huzuruna çıktıklarında o, öz kardeşi Bünyamin’e gizlice sarıldı ve “Ben, gerçekten senin kardeşinim; onların yaptıklarına üzülme!” dedi. Ardından ağabeylerinin istedikleri erzakları verdi. Ancak uyguladığı plan neticesinde Bünyamin’i götürmelerine müsaade etmedi. (Yusuf, 12/68-77.) Yakup’un (a.s) bir kez daha korktuğu başına gelmişti. Oğulları ona verdikleri sözü bir kez daha tutamamış, kardeşleri yanlarında olmaksızın evlerine dönmüşlerdi.
Yakup (a.s.), Rabbinin rahmetinden asla ümidini kesmedi
Babalarına, kardeşlerinin hırsızlıkla suçlandığını söylediler. Ancak Yakup (a.s.), Bünyamin’in hırsızlık yapmayacağını biliyordu. Oğullarının daha önce Yusuf’a (a.s.) yaptıkları gibi küçük kardeşleri için de benzer bir oyun düzenlediklerini düşündü. Yusuf’tan (a.s.) sonra Bünyamin’i de kaybetmenin acısı yüreğine çöktü. Ancak o, tevekkül ve teslimiyetle Rabbine sığındı ve dilinden şu sözler döküldü: “Hayır, nefisleriniz bu hususta sizi aldattı. Bana düşen artık güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah onların hepsini bana getirir. Şüphesiz O, çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” Yusuf’u kaybetmenin acısı bir kez daha depreşti. Ardından oğullarından yüz çevirdi, “Vah Yusuf’a, vah!” diyerek gözyaşı dökmeye başladı. Üzüntüsünden gözlerine ak düştü. Oğulları, “Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ Yusuf’u anarsın. Sonunda üzüntüden eriyip gideceksin veya helâk olacaksın.” dediler. Hz. Yakup da “Ben gam ve kederimi sadece Allah’a arz ediyorum.” dedi. O, tüm bu olanlara rağmen sarsılmaz bir imanla umudunu asla yitirmedi. Oğullarına da “Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü inkâr edenlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!” (Yusuf, 12/83-87.) dedi.
Sabrın ve umudun mükâfatı: evlada kavuşma
Kardeşleri, Bünyamin’i almak için yeniden Hz. Yusuf’un (a.s.) yanına gittiler. O vakit Yusuf (a.s.), cahilliklerinden dolayı kendi ve öz kardeşine yaptıkları muameleyi ağabeylerine hatırlattı. Nihayet onlar da Yusuf’u tanıdılar ve Allah’ın onu kendilerinden üstün kıldığını kabul ettiler. Bunun üzerine Hz. Yusuf, “Bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir. Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, gözleri görecek duruma gelir. Bütün ailenizi de bana getirin.” dedi. (Yusuf, 12/88-93.)
Kervan, Mısır’dan henüz ayrılmıştı ki Yakup (a.s.) etrafındakilere: “Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!” (Yusuf, 12/88-94.) dedi. Nihayetinde Yakup (a.s.) Allah’ın izniyle sabrının mükâfatını aldı, yıllar sonra ciğerparesi Hz. Yusuf’a kavuştu.
Tüm peygamberler gibi Yakup (a.s.) da bir ömür tevhid mücadelesini sürdürdü. Vefat ederken de çocuklarına ve torunlarına tevhidi vasiyet ederek onlara şöyle dedi: “…Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse yalnız O’na teslim olmuş müminler olarak can verin!” (Bakara, 2/132.)
Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
BİR KEZ DAHA BİSMİLLAH!
“Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Yüce Allah’ı anarak (besmele çekilmeden) başlanmayan her anlamlı söz veya iş, bereketsizdir/sonuçsuzdur.” (İbn Hanbel, XIV, 329 [Hadis no: 8712].)
Her Müslüman anne babanın çocuklarına öğrettiği ilk kelimelerden biridir “Bismillah”. Besmele diye bilinen bu kısa, yüklemsiz cümle, kişinin yaptığı işe uygun olarak her defasında farklı yüklem almaya müsait bir formdadır. Bu itibarla besmele; bir Müslümanın yatarken, kalkarken, yerken, içerken, işe giderken, arabaya binerken, kısacası her zaman ve zeminde dilinden düşürmediği ilahi mottosudur âdeta. Bu kısa cümle, içerisinde nice saklı hazinelerin olduğu bir sandık mesabesindedir. Gelin bu hazinelerden birkaçına yer verip besmeleyi daha iyi kavramaya çalışalım.
1. Besmele, tevhidin özü ve ilanıdır
“Bismillah” sözü, her şeyin yaratıcısının, yaşatıcısının, mutlak sahibinin ve kulluk edilecek yegâne mabudun Yüce Allah (c.c.) olduğunun ilanıdır. Bu minvalde Hz. Süleyman’ın (a.s.), güneşe taptıkları için Sebe halkına gönderdiği davet mektubunda “Bu mektup Süleyman’dandır ve rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla başlamaktadır.” (Neml, 27/30.) diyerek tebliğin ilk cümlesini besmeleyle yapması, besmelenin tevhidin ilanı olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Öte yandan bir işe Allah’ın adıyla başlanması, O’nun gerçek otorite olarak kabulü; her iş ve oluşun O’nun bilgisi ve iradesi dâhilinde gerçekleştiğinin ikrarıdır. Nasıl ki Hz. Nuh (a.s.) gemiye binmeleri için iman edenlere “Binin o gemiye. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır.” (Hud, 11/41.) demek suretiyle geminin sudaki hareketinin Allah’ın iradesi dâhilinde olacağına dikkat çekerek mümin gönülleri teskin ettiyse bu dünya gemisine binmiş olan biz Müslümanlara düşen de zerreden uçsuz bucaksız kâinata varıncaya kadar her şeyin kontrolünün Yüce Allah’ın elinde olduğuna yürekten inanmak, O’na teslim olup tevekkül etmektir.
2. Besmele, yardım istenilecek yegâne varlığın Allah olduğunu ve O’nun her daim kişiyle beraber bulunduğunu bilmektir
Besmeledeki “bâ” harfinin anlamlarından birinin “istiâne” (yardım) olmasından hareketle kul, her besmele çektiğinde Allah’tan yardım istemiş olmakta ve her bir işini ancak Yüce Allah’ın destek ve inayetiyle yapabileceğini dile getirmektedir. Nitekim “…Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir.” (Hud, 11/88.) ayeti de Yüce Allah’ın destek ve inayeti olmadan başarının mümkün olmadığını açıkça göstermektedir. Bu itibarla her “bismillah”, kulun acziyetini fark etmesi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan âlemlerin Rabbine sığınmasıdır. “Bâ” harfinin bir diğer anlamının “maiyyet” (birliktelik) olmasından hareketle; bir Müslüman “bismillah” diye başladığı her işte Allah’ın kendisiyle beraber olduğunun ve kendisini görüp gözettiğinin şuurunda olup attığı her adımın, ağzından çıkan her sözün hesabını vereceğinin bilincindedir.
3. Besmele, bir işe başlarken her şeyin sahibi olan Allah’tan izin almaktır
Sınıftaki bir öğrenci, derste konuşacağı veya sınıftan çıkacağı zaman nasıl ki öğretmeninden izin alıyorsa Müslüman bir birey de besmele çekerek yaptığı her meşru işi Allah’tan izin isteyerek yapmış olmaktadır. Hatta kurban keserken “Bismillahi Allahuekber” denilmesinin bir hikmeti de budur. Zira kurban olarak keseceğimiz hayvan can taşımaktadır. Bu hayvana o canı veren Allah’tır. İşte kurban keserken besmele çekilmesi, Allah izin vermeden O’nun verdiği bir canı -ibadet amacıyla bile olsa- alamayacağımız anlamına gelmektedir.
4. Besmele, kişiyi hiçlikten eşref-i mahlûkat mertebesine erdiren ilahi bir paroladır
Hacim bakımından dünyanın güneş, güneşin samanyolu galaksisi, samanyolu galaksisinin de uçsuz bucaksız evren karşısındaki konumu düşünüldüğünde insan bunların yanında âdeta bir hiç mesabesindedir. Ne var ki evren karşısında bu konumda olan insan, “bismillah” dediğinde Allah’ın halifesi unvanını kazanır ve yeryüzünde O’nun namına iş yapmaya başlar. Bu sayede o, artık sıradan bir varlık değil; Allah’ın adının yeryüzünde egemen olması, yeryüzünü ilim, hikmet ve ahlakla doldurması için vazifelendirilmiş eşref-i mahlûkat olmuştur.
5. Besmele, Müslüman kimliğinin inşası ve Allah’a kul olunduğunun bildirisidir
Dilinden besmeleyi düşürmeyen bir birey; başıboş bir hayat sürmediğini, kendisinin ve bütün mevcudatın bir sahibi olduğunu, günde yüzlerce defa “Allah’ın adıyla” demek suretiyle başta kendisine sonra da bütün insanlığa ilan etmiş olmaktadır. Böylece gündelik meşgaleler ne kadar yoğun olursa olsun Müslüman, kim olduğunu unutmamış ve Müslüman kimliği üzerine bir yaşam sürmeye gayret etmiş olacaktır. Ayrıca o, bu tavrıyla “Ben kimseye değil; yalnızca Allah’a kulluk etmekteyim.” diye haykırmış olmaktadır.
6. Besmele, sıradan bir eylemi ibadete dönüştüren sihirli bir cümledir
Kulların mükellef olduğu ibadetler sınırlıdır. Bunların dışında yeme, içme, uyuma, eğlenme gibi geniş bir mübah alan bulunmaktadır. Mübah olan bir davranışı yapmanın sevap ve günah açısından bir getirisi veya götürüsü yoktur. Ancak ne zaman ki Müslüman, bir eyleme “Allah’ın adıyla” diye başlarsa o eyleme âdeta can verecek ve onu sıradan bir eylem olmaktan çıkarıp ibadete dönüştürecektir.
7. Besmele, hayata rahmet eksenli bakışın bir ifadesidir
Besmelenin tam hâli “Bismillahirrahmanirrahim” yani “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”dır. Besmeleyi dilinden düşürmeyen bir Müslüman, aslında Allah’ın merhametini ifade eden iki ismini (Rahman ve Rahim) vird edinmek suretiyle merhameti kendisine şiar edinmektedir. Bu doğrultuda besmele bize, başta insanlar olmak üzere bütün canlılara şefkat ve merhamet eksenli bir hayat sürmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır.
Besmelenin ifade ettiği bu manalardan sonra son söz olarak; arabasına binerken besmele çekip de trafiğe çıkan bir Müslüman hak hukuk tanımayan bir canavara dönüşemez. Aynı şekilde evine besmeleyle girip daha sonra eşine, çocuklarına evi/hayatı zindan edemez. Ticarethanesinin başköşesine mükemmel bir besmele tablosu asıp bir taraftan da yalan yere yemin, vergi kaçırma, aldatma gibi gayrimeşru işlere tevessül edemez. Zira besmele, hayra anahtar şerre de kilit olma vazifesi icra eder.
Rabbim, dillerimizdeki besmeleyi hayra anahtar şerre kilit eylesin! (Âmin)
Kaynak: Dib Yayınları Hazırlayan: Ayşe GÜREL- Bilecik Müftülüğü -İl Vaizesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.