Cumadan Gönüllere

Cumadan Gönüllere

HZ. YAKUB ve HZ. YUSUF KISSALARIN EN GÜZELİ

HZ. YAKUB ve HZ. YUSUF KISSALARIN EN GÜZELİ

“Babacığım! Gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde ediyorlardı.” dedi küçük Yusuf. Allah’ın (cc) peygamberlikle şereflendirdiği kullardan biri olan Yakub (as), biricik yavrusunun anlattığı bu rüyayı duyar duymaz endişeye kapıldı. “Yavrucuğum! Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana tuzak kurarlar.” diye oğlunu uyardı ve ardından rüyasında müjdelenenleri haber verdi: “İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrâhim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Bu rüya ile başlar kıssaların en güzeli. Hz. Yakub’un cefasını, sabrını ve hasretini anlatır, Yusuf’un ezası, güzelliği ve iffeti ile birlikte. Yakub (as) on iki oğlu arasında aynı anneden doğan Yusuf ve Bünyamin’i bir başka sever ve onları gözünün önünden ayırmazdı. Ağabeyleri, babalarında gördükleri bu hâli doğru bulmuyorlar, kendilerinin daha üstün olduklarını düşünüyorlardı. Babalarının bu hatasının düzelmesi gerekiyordu, bunun çözümü de Yusuf’u ortadan kaldırmaktı. Onlara göre Yusuf yok olunca, babaları onlara kalacak, kendileri de iyi kimseler olacaklardı. Onu öldürmeyi kararlaştırmışlardı ki en büyükleri, “Yusuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın.” dedi. Yusuf’u öldürmekten vazgeçtiler ve kıskançlığın kendilerini sürüklediği planlarını uygulamaya koyuldular.

“Ey babamız! Yusuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Halbuki biz onun iyiliğini isteyen kişileriz. Yarın onu bizimle beraber gönder de gezip oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz.” Yusuf’un kardeşleri, hain planlarını bu sözlerle başlattılar. Babaları Hz. Yakub, onların kötü düşüncelere sahip olduklarını sezmiş olmalı ki Yusuf’u teslim etmek istemezcesine, “Doğrusu onu götürmeniz beni üzer, siz ondan habersiz iken onu kurt yer diye korkuyorum.” dedi. Onlar da babaları Hz. Yakub’u ikna etmek için, “Andolsun biz kuvvetli bir topluluk iken onu kurt yerse (o takdirde) biz gerçekten hüsrana uğramış oluruz.” diyerek ısrar ettiler. Çocuklarının bu ısrarı üzerine daha fazla dayanamayan Hz. Yakub, istemeye istemeye biricik oğlu Yusuf’un onlarla gitmesine razı oldu.

Yakub (as) evlâtlarına, Yusuf’u neden onlarla göndermediğini izah ederken, aslında hiç farkında olmadan onların planlarında eksik kalan bir parçayı tamamlıyordu. Bu durum İbn Ömer’den (ra) gelen rivayette şöyle anlatılmaktadır: “(Söylediğiniz sözlerle) insanlara yalan söyleme fırsatı vermeyin, yoksa yalan söylerler. Çünkü Yakub’un evlâtları, kurdun insanı yiyebileceğini bilmiyorlardı. O, ‘Ben onu kurt yer diye korkuyorum.’ diyerek onlara fırsat verince onlar da ‘Onu kurt yedi.’ dediler.” Yusuf’u alıp götürdüklerinde önce ona küçük ikramlarda bulundular. Ama biraz uzaklaşıp çöle vardıklarında, gizledikleri düşmanlıklarını açığa vurdular. Onu dövüp hırpalamaya başladılar. O sırada büyük kardeşleri yine, ‘Bana onu öldürmeyeceğinize dair söz vermiştiniz.’ diyerek araya girdi. Bunun üzerine gömleğini çıkarıp aldılar, Yusuf’u da oradaki bir kuyuya attılar.

Akşam olduğunda ağlayarak gelip, yapmacık hıçkırıklar içinde, “Ey babamız! Biz yarışa girmiştik. Yusuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın.” dediler. Söylediklerini ispat etmek için Yusuf’un gömleğini, kestikleri bir kuzunun kanına bulayarak delil olsun diye babalarına getirdiler. Ancak gömleği yırtmayı akıl edemediklerini fark eden Yakub (as) sessiz kalmadı. “Ne zamandır bu kurt böyle yumuşak huylu oldu? Yusuf’u yemiş de gömleğini yırtmamış!” “Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.” dedi. İşte bu vakitten sonra, oğullarının sahte gözyaşlarına, Hz. Yakub’un ayrılık gözyaşları karıştı. Oğullarındaki haset, Hz. Yakub’da hasrete dönüştü. Hz. Yakub’un, Yusuf’a olan sevdası enginlere sığmasa da acısı gönlünü dağlasa da o, sabrı tercih etti. Oğullarının anlattıkları karşısında Allah’a sığınmayı seçti.

Diğer taraftan Yusuf (as) ise kuyuda yapayalnız ve biçareydi. Tam üç gün kuyuda kaldı. En büyük kardeşi ona acıdığı için her gün yiyecek getiriyordu. Üçüncü gün olduğunda, kuyunun yakınlarında konaklayan bir kervan, kuyudan su getirmesi için hizmetkârını gönderdi. Hizmetçi kovayı sarkıtınca Yusuf hemen kovaya tutundu. Hizmetçi onu çıkardığında sevinçle, “Müjde! Müjde! İşte bir oğlan!” diye kervana haber verdi. Onlar da onu bir ticaret malı olarak yanlarına aldılar. Mısır’a vardıklarında ise pek değer vermedikleri için birkaç dirhem karşılığında, ucuz bir paraya onu sattılar. Onu satın alan Mısır’ın malî işlerinden yani hazine dairesinden sorumlu olan veziri, eşi Züleyha’ya, “Ona iyi bak. Belki bize faydası dokunur ya da onu evlât ediniriz.” dedi. Böylece Allah Teâlâ küçük Yusuf’u Mısır’da seçkin bir ailenin yanına yerleştirdi. Büyüyüp ergenlik çağına ulaştığında da ona derin bir muhakeme gücü ve ilim verdi.

Bütün bu ihsanların yanı sıra Allah Teâlâ, Hz. Yusuf’a eşi benzeri olmayan bir güzellik de lütfetti. Bunu Peygamber Efendimiz şöyle ifade etmektedir: “Yusuf’a (as) güzelliğin yarısı verildi.” Bir benzeri daha olmayan beden güzelliğinin yanında, eşsiz bir ahlâk güzelliğine de sahip olması Hz. Yusuf’u daha da çekici kılıyordu. Yusuf’un gözleri kamaştıran simasını gören kimse, ona kayıtsız kalamıyordu. Öyle ki vezirin eşi Züleyha bile kendi evinde yetişen Yusuf’a âşık olmuştu. Aşkın taşkınlığa dönüştüğü bir anda, eşinin yokluğunu da fırsat bilerek Yusuf’un (as) üstüne bütün kapıları kilitleyip onu günaha davet etmeye başladı: “Hadi gel!”

Bu durumda büyük bir dehşete kapılan Yusuf (as) ise, “Allah’a sığınırım, çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana iyi baktı. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler.” deyip onu reddetti. Züleyha onu gerçekten arzulamıştı. Şayet Allah’ın (cc) burhanı, yani babası Hz. Yakub’un sureti gözlerinin önüne gelmeseydi Hz. Yusuf da ona meyledecekti. Cenâb-ı Hakk’ın ihsanıyla büyük bir günahtan korunan Yusuf (as), üzerine kilitlenen kapıları açıp dışarıya çıkmak için kapıya yöneldi. Onu bırakmak istemeyen Züleyha da ardından giderek yakaladı ve gömleğinin arka kısmını yırttı. Tam bu sırada kapıda, Züleyha’nın kocasıyla karşı karşıya geldiler. Suçu Hz. Yusuf’un üzerine atarak bu utanç verici durumdan kurtulacağını düşünen Züleyha, “Ailene kötülük etmek isteyen birinin cezası hapse atılmaktan ya da can yakıcı bir azaptan başka ne olabilir?” diyerek eşini kışkırttı. Bu iftira karşısında hayretler içinde kalan ve öfkelenen Yusuf (as), “Asıl o benimle birlikte olmak istedi.” diye itiraz etti.

Böyle bir ihtilâf çıkınca orada olan Züleyha’nın amcasının oğlu aralarında şahit oldu ve şöyle dedi: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir. O (Yusuf) ise doğru söyleyenlerdendir.” Gömleğin arkadan yırtıldığını gören vezir, “Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağıdır. Şüphesiz sizin tuzağınız çok büyüktür.” dedi ve Yusuf’a dönerek, “Ey Yusuf! Sen bundan sakın kimseye bahsetme.” diye tembihledi. Sonra tekrar eşine dönerek, “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen günah işleyenlerdensin.” deyip konuyu kapattı.

Ancak her şey bu kadarla kalmadı. Olayı duyan şehrin kadınları, “Azizin karısı, delikanlısıyla birlikte olmak istiyormuş; Yusuf’un sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.” dediler. Züleyha, kadınların dedikodularını duyunca meyve ve yemeklerle donatılmış bir sofra hazırlayarak onları davet etti. Her birine de bir bıçak verdi. Tam meyvelerini soydukları sırada Hz. Yusuf’a onların yanına girmesini emretti. Kadınlar, bütün yakışıklılığı ve heybetiyle karşılarına çıkan Hz. Yusuf’u gördüklerinde büyük bir hayret içinde kaldılar ve şaşkınlıktan ellerini kestiler. Hayranlıklarını gizleyemeyerek, “Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil ancak şerefli bir melektir.” dediler. Züleyha da, “İşte bu, beni hakkında kınadığınız kimsedir. Andolsun, ben ondan murad almak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı bundan kaçındı. Andolsun, eğer emrettiğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve zillete uğrayanlardan olacak.” dedi. Korkutulduğu zindanı, çağırıldığı zinaya tercih eden Yusuf (as), onların şerrinden tek kurtuluşun Yüce Allah’ın inayetiyle olacağını bildiği için, “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve cahillerden olurum.” diye dua etti. Allah Teâlâ da Hz. Yusuf’un duasını kabul etti ve onu kadınların tuzaklarından kurtardı. Nitekim Resûlullah’ın kendisine en üstün insan sorulduğunda, günahtan en çok sakınan kişiye işaret etmesi ve isim zikretmesi istenince de, “Allah’ın peygamberi Yusuf.” buyurması onun bu takvasını dile getirmektedir.

Bütün deliller Hz. Yusuf’un suçsuzluğunu gösterdiği hâlde insanların dedikodularını susturmak ve Yusuf’un, efendisinin hanımına meylettiği izlenimi vermek için onu bir süreliğine hapse attılar. Yusuf (as) hapiste cömertliğiyle, güzel ahlâkıyla, güvenilirliğiyle, doğru sözlülüğüyle ve rüya yorumlama kabiliyetiyle herkesin gönlünü kazanmıştı. Onunla birlikte iki genç daha hapse atılmıştı. Biri hükümdarın fırıncısı biri de şarapçısı olan bu iki genç gördükleri rüyaları Hz. Yusuf’a anlattılar. Bu durumu bir fırsat bilen Hz. Yusuf ise rüyalarının tabirini yapmadan önce, kendisine verilen risâlet görevini yerine getirmek için onlara tevhidi anlattı. Allah dışında ibadet ettiklerinin, bizzat kendilerinin isimlendirdiği putlar olduğunu hatırlattı. Hükmün sadece Allah’a ait olduğunu ve yalnızca O’na ibadet etmekle emredildiklerini bildirdi. Bunun akabinde de onların rüyalarının tabirini yaptı. Rüyalarına göre hükümdarın fırıncısı idam edilecek, şarapçısı ise hükümdara şarap sunmaya devam edecekti. Yusuf (as) kurtulacağını tahmin ettiği hükümdarın şarapçısına dönerek, “Efendinin yanında beni an!” dedi. Fakat hapisten çıkan genç, hükümdara Hz. Yusuf’u hatırlatmayı unuttu. Bu yüzden Yusuf (as) hapiste birkaç sene daha kaldı. Kuşkusuz bütün bunlar ilâhî bir takdire göre cereyan ediyordu. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) de bu duruma işaret etmiş ve “Kurtuluşu Allah’tan başkasında arayarak söylediği, ‘Efendinin yanında beni an!’ sözü olmasaydı Yusuf, hapiste daha fazla kalmazdı.” buyurmuştur.

Mısır hükümdarı bir gece kendisini çok etkileyen bir rüya gördü. Rüyasında, ‘yedi zayıf ineğin yediği, yedi semiz inek ile yedi tanesi yeşil ve yedi tanesi de kuru olan başaklar’ vardı. Bunları kendi kâhinlerine ve bilginlerine anlattığı zaman onlar, “Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz.” dediler. Bu sırada orada olan, hükümdarın şarapçısı hapishanede başından geçenleri hatırladı ve rüyanın tabirini Hz. Yusuf’a sormak için izin istedi. Yusuf (as) kendisine anlatılan rüyayı dinledikten sonra şöyle dedi: “Yedi yıl âdetiniz üzere ekin ekeceksiniz. Yiyeceğiniz az bir miktar hâriç, biçtiklerinizi başağında bırakın. Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelecek, saklayacağınız az bir miktar hâriç bu yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve suyu ve yağ) sıkacaklar.”

Kendisine önceden ricada bulunduğu hâlde bunu unutan hapis arkadaşını kırmayarak hükümdarın rüyasını tabir eden Hz. Yusuf’un nezaketi karşısında Peygamber Efendimiz şaşkınlığını şöyle ifade etmiştir: “Kardeşim Yusuf’un sabrına ve keremine hayret ettim. Allah onu bağışlasın, kendisine rüya hakkındaki yorum sorulduğunda (cevapladı) ben olsaydım çıkıncaya kadar yorumlamazdım. Yine onun sabrına ve keremine hayret ettim. Allah onu bağışlasın, hapisten çıkması için geldiklerinde o, onlara (hapse atılma) gerekçesini haber verinceye kadar çıkmadı. Ben olsaydım (çıkmak için) hemen kapıya yönelirdim.”

Hükümdar, rüyası için yapılan tabiri duyunca çok beğendi. Hz. Yusuf’un faziletini, bilgisini, rüya yorumu konusundaki maharetini anladı ve onun hapisten çıkarılıp yanına getirilmesini emretti. Hükümdarın elçisi geldiğinde Yusuf (as) elçiye, “Efendine dön de ‘ellerini kesen o kadınların derdi ne idi’ diye sor.” diyerek suçsuzluğu ortaya çıkıncaya kadar hapisten çıkmayı reddetti. Hz. Yusuf’un aklanmasını sağlamak için sorduğu bu soru karşısında da hayranlığını gizlemeyen Resûlullah Efendimiz, “Ben olsaydım hemen kabul eder, (aklanmaya) gerekçe aramazdım.” buyurarak Yusuf Peygamber’in sabrına hayret ettiğini belirtmiştir.

Hükümdar, kadınlara işin aslını sorduğunda onlar, “Hâşâ! Allah için, biz onun bir kötülüğünü bilmiyoruz.” dediler. Bu sırada vezirin karısı, “Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ondan ben murad almak istedim. Şüphesiz Yusuf doğru söyleyenlerdendir.” diyerek kabahatini itiraf etti. Yusuf (as) da böyle bir davranışı nefsini temize çıkarmak için değil kendisinin efendisine ihanet etmediğinin bilinmesi için yaptığını söyledi. Hükümdar, Hz. Yusuf’un sadakatini ve ilmini anlayınca, bundan böyle onun kendisi katında güvenilir ve makam sahibi birisi olduğunu söyledi. Yusuf (as) da, “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim.” dedi. Hükümdar onun bu talebini kabul etti. Böylece Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in, “Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrâhim’in oğlu İshak’ın oğlu Yakub’un oğlu” diyerek övdüğü Hz. Yusuf’a önemli bir makam bahşetti. Ayrıca rivayet edildiğine göre Züleyha’nın eşi olan vezir o günlerde vefat etmişti. Hükümdar da Züleyha’yı Hz. Yusuf’la evlendirdi. Evlendiklerinde Hz. Yusuf, Züleyha’ya böylesinin, onun istediğinden daha hayırlı olduğunu söyledi ve bu hayırlı izdivaçtan iki erkek evlât dünyaya geldi.

Diğer taraftan Hz. Yusuf’un yorumladığı gibi önce yedi sene bolluk içinde mahsul toplandı ve kendilerine yiyecek olarak ayırdıkları az bir miktar dışındaki bütün mahsul depolandı. Sonra o yakıp kavuran yedi kıtlık yılı başladı. Öyle şiddetli bir kıtlık oldu ki Peygamber Efendimiz (sav), inananlara eziyet ettikleri zaman Kureyş’e, “Allah’ım Yusuf’un (as) yedi yılı gibi yedi (yıllık bir kıtlık) ile onları başımdan sav!” diye beddua etti. Böylece Kureyş, öyle bir kıtlık yaşadı ki kemikleri bile kemirip yediler. Hz. Yusuf zamanındaki kıtlık sadece Mısır bölgesiyle sınırlı kalmadı. Babası Hz. Yakub’un ve kardeşlerinin yaşadığı Ken’ân diyarına kadar ulaştı. Mısır vezirinin ücret karşılığında, bir kişi için bir deve yükü erzak dağıttığını öğrenen Yusuf’un kardeşleri de erzak almak için yola koyulup Mısır’a geldiler. Huzuruna girdiklerinde Hz. Yusuf onları tanıdı, fakat onlar küçük kardeşlerini tanıyamadılar. Durumlarını Hz. Yusuf’a anlattılar. O da onların yüklerini hazırladığında, “Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir ağırlayanların en iyisiyim. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek tek ölçek (zahire) bile yoktur ve bir daha da bana yaklaşmayın.” dedi. Zira kardeşler babalarından ve küçük kardeşleri Bünyamin’den bahsederek onlar için de erzak talep etmişlerdi. Bir defaya mahsus olarak böyle bir şeyi kabul eden Hz. Yusuf ise ikinci seferde doğru söylediklerini ispat etmedikleri sürece kendilerine erzak vermeyeceğini söyledi.

Onlar da babalarından kardeşlerini getirmek için izin isteyeceklerini belirttiler. Bu arada Yusuf (as), tekrar gelmelerini ümit ederek kardeşlerinin ödedikleri ücretin yüklerinin içine konularak iade edilmesini emretti. Kardeşleri memleketlerine vardıklarında babalarına, “Ey babamız! Bize artık erzak verilmeyecek. Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle gönder ki erzak alalım. Onu biz elbette koruruz.” dediler. Hz. Yakub, “Onun hakkında size ancak, daha önce kardeşi hakkında güvendiğim kadar güvenebilirim! Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir.” dedi. Yüklerini açıp ücret olarak götürdükleri eşyaların kendilerine iade edildiğini gördüklerinde, “Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte ödediğimiz bedeller de bize geri verilmiş. Onunla yine ailemize yiyecek getirir, kardeşimizi korur ve bir deve yükü erzak da fazladan alırız. Çünkü bu getirdiğimiz az bir erzaktır.” dediler. Hz. Yakub, “Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hâriç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!” diye cevap verdi.

Söz verdiklerinde ise, “Allah söylediklerimize vekildir.” dedi ve şöyle devam etti: “Ey oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. Hüküm ancak Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnız O’na tevekkül etsinler.” Göze batmamaları ve göze gelmemeleri düşüncesiyle babalarının tavsiye ettiği şekilde şehre farklı kapılardan girip Hz. Yusuf’un yanına çıktıklarında, Yusuf (as) kardeşi Bünyamin’i yanına aldı ve gizlice, “Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme.” dedi. Yüklerini hazırlarken hükümdara ait su kabını kardeşi Bünyamin’in yüküne yerleştirdi. Sonra bir kişi, “Ey kervandakiler, siz hırsızsınız!” dedi. Onlar da dönerek, “Ne kaybettiniz?” dediler. “Hükümdarın su kabını yitirdik. Onu getirene bir deve yükü ödül var...” diye cevap verdiler. Hz. Yusuf’un kardeşleri, “Allah’a yemin olsun, siz de biliyorsunuz ki biz bu ülkede fesat çıkarmaya gelmedik ve hırsız da değiliz.” dediler. “Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığın cezası nedir?” diye sorduklarında, kardeşler, “Cezası, su kabı kimin yükünde bulunursa, o kimsenin kendisi (nin alıkonması) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız.” dediler. Önce diğer kardeşlerinin yüklerini aramaya başlayan Hz. Yusuf, su kabını Bünyamin’in yükünden çıkardı. Böylece kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoyma fırsatı bulmuş oldu.

Çünkü hükümdarın kanunlarına göre onu tutmasına imkân yoktu. Allah Teâlâ kendisine böyle bir çıkış yolu göstermişti. Kardeşleri, “Ey güçlü vezir! Bunun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden birini alıkoy. Şüphesiz biz senin iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz.” dedilerse de Hz. Yusuf, “Malımızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını tutmaktan Allah’a sığınırız. Şüphesiz biz o takdirde zulmetmiş oluruz.” diyerek bu teklifi reddetti. Ümit kesip bir kenara çekildiklerinde büyükleri, “Babanızın Allah adına sizden söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Artık babam bana izin verinceye veya Allah, hakkımda hükmedinceye kadar buradan asla ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.” dedi ve şöyle devam etti: “Siz babanıza dönün ve deyin ki, ‘Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti, biz ancak bildiğimize şahitlik ettik. Gaybı (oğlunun hırsızlık edeceğini) bilemezdik. İçinde bulunduğumuz şehre (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.” Babalarına gidip Yakub (as) onların bu söylediklerini dinleyince, daha önceden Yusuf’a yaptıkları gibi bir kötülük yaptıklarını düşündü ve o zaman söylediği gibi, “Hayır, nefisleriniz sizi böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.” dedi. Onlardan yüz çevirip, “Vah Yusuf’a, vah!” diye gözyaşı dökmeye başladı. İçinde sakladığı hüzünden dolayı gözlerine ak düştü. Oğulları, “Allah’a yemin ederiz ki, sen hâlâ Yusuf’u anıp duruyorsun. Sonunda üzüntüden eriyip gideceksin veya helâk olacaksın.” dediler. Hz. Yakub, “Ben gam ve kederimi sadece Allah’a arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum. Ey oğullarım! Gidin Yusuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” dedi. Kardeşleri Bünyamin’i almak için yeniden Hz. Yusuf’un yanına gittiklerinde, “Ey güçlü vezir! Bize ve ailemize darlık ve sıkıntı dokundu. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi tam ölç, ayrıca bize sadaka ver. Şüphesiz Allah, sadaka verenleri mükâfatlandırır.” dediler. Yusuf (as), “Siz (henüz) cahil kimseler iken Yusuf ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?” dedi. “Yoksa sen, sen Yusuf musun?” “Ben Yusuf’um, bu da kardeşim. Allah, bize iyilikte bulundu. Çünkü kim kötülükten sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”

İşte o zaman kardeşleri, “Allah’a andolsun, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı. Gerçekten biz suç işlemiştik.” dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf, “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir. Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne sürün ki gözleri açılsın. Ve bütün ailenizi bana getirin.” dedi. Kervan, Mısır’dan ayrılınca çok uzaklarda, Ken’ân ilinde bulunan Yakub (as) oğluna duyduğu büyük hasretin etkisiyle ve Allah Teâlâ’nın lütfuyla, onun kokusunu hissetti. Üstelik garipseyeceklerini bile bile etrafındakilere bunu söyledi: “Bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” Oradakiler, “Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ eski şaşkınlığındasın.” dediler. Yakub (as), Hz. Yusuf’un gönderdiği gömleği yüzüne sürdü ve gözleri yeniden açıldı. “Ben size, ‘Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim’ demedim mi?” dedi. Oğulları, “Ey babamız! Allah’tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten suçlu idik.” dediler. Hz. Yakub, “Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” dedi. Yanına vardıklarında, Yusuf (as) anne babasını bağrına bastı ve “Allah’ın iradesi ile güven içinde Mısır’a girin.” dedi. Anne babasını tahtına çıkardı ve sonunda hep birlikte onun huzurunda eğilip diz çöktüler. Bu tablo karşısında Hz. Yusuf, “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi...” dedi. Sonra Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimetleri bir bir saydı ve sözlerini kıyamete kadar her bir Müslüman’ın tekrar edebileceği şu güzel dua ile bitirdi: “Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve âhirette sen benim velîmsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilerin arasına dâhil et.”

Bir rüya ile başlayan kıssaların en güzeli, o rüyanın gerçekleşmesiyle sona ermişti. Bu kıssasının en güzel kıssa olmasının sebebi, sadece onu bize anlatanın Allah (cc) olması ya da kerem sahibi bir peygamberden bahsetmesi veya Kur’ân-ı Kerîm’de geçmesi değil, bütün bunların ötesinde aşk-ı ilâhî’yi öğretmesi ve birçok ibretler içermesidir. Hz. Yusuf’un ilâhî aşkının yanında, ne Hz. Yakub’un sevdası ne de Züleyha’nın hevâsından söz edilebilir. Onun kuyudan saraya yükselişini anlatan bu aşk hikâyesi, günümüz insanları için pek çok öğütler barındırmaktadır: Evlâdından ayrılan Hz. Yakub’un sabrı ve tevekkülü; Hz. Yusuf’un kardeşlerinin kıskançlıkları ve pişmanlıkları; hasedin kurbanı olup kuyuya atılan, sonra iftiraya maruz kalan ve suçsuz olduğu hâlde hapse giren fakat ihlâsı, sabrı ve Rabbinin lütfu sayesinde hapisten kurtulup makam sahibi olan Hz. Yusuf’un iffeti, sadakati ve iradesi... Alınacak en güzel öğüt ise Hz. Yakub’un oğullarına yaptığı vasiyette özetlenebilir: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak can verin.”

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

HİSSEMİZE DÜŞENLER

  • Kur’an’da anlatılan kıssalar gerçek ve yaşanmış olaylar olup içlerinde müslümanlar için nice hikmet ve ibretler vardır.
  • Kıssaların en güzeli olarak bilinen Yusuf suresinde baba ve oğul olan iki peygamberin yaşadıkları olaylar ve imtihanlar muhataplara anlatılıyor.
  • Bazen aşırı sevgi imtihana bazen de haset ve kıskançlık kişiye yanlış işler yaptırabilir.
  • Sabrın, tevekkülün, ihlasın ve rabbin lütfunun her zaman kişiye fayda sağladığı yadsınamaz bir gerçektir.
  • Günahlar ve haramlara düşme herkes için söz konusu olup Allah, dilediği kulları bu günahlardan uzaklaştırabilir.

GÜNÜN AYETİ:

“Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yûsuf, 12/53.)

GÜNÜN HADİSİ:

“Müminin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)

GÜNÜN DUASI:

“Allah’ım! Hz. Yakub’un sabrı ve tevekkülünü, Hz. Yûsuf’un teslimiyetini ve zindana düşmeyi günaha tercih etmesini, yapılan işin sonucunda Hz. Yûsuf’un kardeşleri gibi hatasının farkına varabilmeyi ve tövbe edebilmeyi bizlere nasip eyle.”

BİR SORU & BİR CEVAP

SORU: Fiilî dua ne demektir?

CEVAP: Allah, kâinatta meydana gelecek tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Hem dünyada hem de içinde yaşanılan evrendeki her şey Allah’ın koyduğu sebep-sonuç (kanun ve kural) ilişkilerine göre şekillenir. Arzu ettiği bir şeyin olmasını isteyen kişi, onun sebeplerini de yerine getirmek zorundadır. Örneğin çocuk sahibi olmak isteyen kişinin evlenmesi, sınavda başarılı olmak isteyen öğrencinin derslerine çalışması fiilî dua sayılır.
Kişi, Allah’tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah’ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip tamamlar, sonucunu da Allah’tan bekler. “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.” (en-Necm, 53/39) mealindeki âyette insanların çalışmaları ile alacakları sonuç arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve bu çalışmanın fiilî bir dua manasına geldiğine işaret edilmiştir. Hayvanı hasta olan ve iyileşmesi için sadece dua eden birisine söylenen “Duana biraz da katran ilacı ekle” sözü, fiilî dua için güzel bir örnektir.
Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu hareket ne kadar yanlış ise tüm çalışmaları yapıp gerekli tedbirleri aldıktan, yani fiilî duasını tamamladıktan sonra “Bu işi ben tamamladım.” diyerek sözlü dua etmeyenin yapmış olduğu davranış da o derece yanlıştır.

KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Hazırlayan: Ahmet KOÇAK İL VAİZİ

Bu yazı toplam 845 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cumadan Gönüllere Arşivi
SON YAZILAR