İSTANBUL GİBİSİ…
İstanbul (Konstantinopolis)… İstanbul, uğruna nice şiirler yazılan, dünyanın kalbi sayılan güzel mekân… İstanbul, kızılelma… Kızılelma, kadim medeniyetimizde fetih ve hâkimiyet anlayışını temsil eden sembollerden birisi… Kızılelma, bir hedef… Kızılelma, İstanbul, Roma, Viyana, Estergon, Budin vb. şehirler için kullanılmakta… Kızılelma, Osmanlı döneminde yazılmış edebî metinlerde uzun bir süre Roma’nın karşılığı olarak kullanılmış… Kızılelma, İtalya’da Roma şehri, Roma’daki Saint Pierre Kilisesi’nin üzerinde bulunan ve denizden de görülebilen altın yaldızlı küre, bu kilisenin üstü kırmızı bakırla kaplanmış kubbesi… Bizans döneminde Ayasofya’nın önünde dikili bir sütun üstünde at üzerindeki Iustinianos heykelinin elindeki altından küre… Bütün dünyayı hâkimiyeti altında tuttuğuna inanılan imparatorun elindeki kürenin (kızılelmanın) yere düşmesi, Bizans dâhil birçok ülkenin Türkler tarafından zapt edileceğine ve imparatorluğun çöküşüne işaret sayılmış… Bu küre (kızılelma -Reichapfel), İstanbul’un fethinden çok önce kaybolmuş… İstanbul, böylesi bir merkez… İstanbul gibisi yok…
İstanbul; Yunanca ‘stin póli’ (στην πόλι)… ‘İs tin póli’ (εισ την πόλι); şehir içi, iç şehir, İstanbul’un sur içi bölümüne verilen ad… Osmanlı devleti döneminde resmi belgelerde ‘İstanbul’ kullanılmaya başlanmış… “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar… Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar… - Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar… Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar... ” (Necip Fazıl Kısakürek)… İstanbul, Türkiye’nin en büyük ve en kalabalık şehri… Çağlar boyunca değişik isimler almış İstanbul… İstanbul’un eski isimleri… Ligos, bilinen en eski adı… Byzantion (Yunanca, Βυζάντιον)… Augusta Antonina… Nova Roma… Konstantinopolis (Bizans İmparatoru I. Konstantin tarafından bu isimle anılmış)… Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, (Osmanlı İmparatorluğu döneminde kullanılan bir isim)… Stambul (Selçuklular döneminde kullanılan isim)… İstanbul, nice savaşlar görmüş geçirmiş… İstanbul; eski hanları, sarayları, vapurları, denizi, tarihî camileri, Anadolu ve Asya’yı birbirine bağlayan özelliği ile dünyaya adını duyurmuş… İstanbul; hiç görmeyenlerin merak ettiği, gurbette yaşayanların özlem duyduğu, İstanbul’da yaşayanların trafik ve kalabalığından yakındığı, ondan uzaklaşanların tekrar geri gelmek isteyeceği yer… Taşı, toprağı altın İstanbul…
İstanbul, Osmanlı Devletinin başkenti olmuş… Yakın tarihimizde 2 defa işgal edilmiş… Maalesef Mehmetçiklerimizin sahada kazandığı zafer, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla masada yok sayılmış ve 13 Kasım 1918’de İtilaf devletlerinin askerî güçleri İstanbul’a girmiş ve İstanbul işgal edilmiş… 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan’da yapılan gizli oturumda "Ahd-i Millî" olarak Mîsâk-ı Millî kararlarının alınması ve takip eden vetiredeki/süreçteki millî direnişlerin başlaması sebebiyle 16 Mart 1920'de ikinci kez İstanbul işgal edilmiş… İlk işgalde İstanbul'un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alınmış ancak idareye el konulmamış; ikinci işgalde ise idareye el konulmuş… 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra, İtilaf kuvvetleri 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak İstanbul'dan ayrılmaya başlamış... Ordumuz 6 Ekim 1923 günü İstanbul'a girmiş ve şehir 5 yıla yakın süren düşman işgalinden kurtulmuş…
İstanbul’u anlatan ünlü şairlerin İstanbul şiirleri… “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar… Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim… O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur… Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale… Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım… Vatanım da vatanım... İstanbul… İstanbul...” (Necip Fazıl Kısakürek)… “Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var, Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a. Yapraklarım gözlerimdir. Şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.” (Nazım Hikmet)… “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.” (Yahya Kemal Beyatlı)… “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor yapraklar, ağaçlarda; Uzaklarda, çok uzaklarda, sucuların hiç durmayan çıngırakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.” (Orhan Veli Kanık)… “İstanbul bana hep seni hatırlatıyor. Çünkü onun gözleri de en az senin ki karar yeşil.” (Nurullah Genç)… “İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın… Havada kaçan bulutların hışırtısı… Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor. Yenicami, Süleymaniye, arkalarını kirli bir göğe vermişler… Hiç kımıldamıyorlar… Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor…” (İlhan Berk)… “Yuvası saçakta kalan kırlangıç… Yavrusu dallara emanet serçe… Derken camiler üstünde güvercin… Minareler katından geçiyorum… Gökyüzü mahallesi İstanbul’un. Süt beyaz bir martıyım açıklarda… Gemilere ben yol gösteriyorum… Buğday ve ilaç yüklü gemilere… Bir kanat vuruşta bulutlardayım… Bir süzülüşte vatanım dalgalar!” (Cahit Sıtkı Tarancı)… “Seni görüyorum yine İstanbul… Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan. Minare minare, ev ev… Yol, meydan. Geliyor Boğaziçi’nden doğru… Bir iskeleden kalkan vapurun sesi… Mavi sular üstünde yine. Bembeyaz Kızkulesi. Bir yanda, serin sabahlarla beraber, Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım. Baktıkça hep, semt semt, yer yer… Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım! Durmuş bir tepende okuduğum mektep… Askerlik ettiğim kışladır ötesi. Bir gün bir kızını benim eden… Evlendirme dairesi. Benim de sayılmaz mı oralar? Elimi tutar gibi iki yanımdan… Babamın yattığı Küçüksu… Anamın toprağı Eyüpsultan. Önümde, açık kollarıyla Boğaz… Çengelköy’den aktarma Rumelihisarı. İstanbul, İstanbul’um benim.” (Ziya Osman Saba)… Şiirlerin değişmez adıdır, İstanbul…
İstanbul, âdeta Türkiye’nin bir şehre sığdırılmış hâli… Her yerden birileri gelmiş İstanbul’a… Türkiye’nin nabzı İstanbul… Dünyanın incisi İstanbul… Dumandan, isten sıyrıldı mı gözler, tan ağardığında, istediğini bulacağın mekândır, İstanbul… İstanbul olmadan, Türkiye’nin boynu bükük… Dünya, yetim ve öksüz… İstanbul’u alan, İstanbul’u başkent yapan, Sultan 2. Mehmet’i ‘Fatih’ yapandır, İstanbul… İstanbul’u ve Fatih’i taçlandıran söz; “İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!” (Hadis-i Şerif)… İstanbul, aynı anda 2 kıbleye yönelen şehir… İstanbul, coğrafî olarak öylesine bir nokta ki, namaz kılan, aynı anda hem Kudüs’e hem de Mekke’ye yönelmiş olmakta… İstanbul’u İstanbul yapan, o kadar çok neden var ki… İstanbul’u anlatırken insan, kendinden de birçok şeyleri anlatır aslında… İstanbul’a geldi mi insan, neler yapmak istemez ki… Görmenin gezmenin dışında, meselâ unutulmaz lezzetleri tatmak ister… Sultanahmet köftesini… Ortaköy kumpirini… Sarıyer böreğini… Peynirli, kıymalı, ıspanaklı ve patatesli çeşitleriyle sokakları mis gibi kokutan Sarıyer böreğini… Eminönü balık ekmeğini… Bahar aylarında yenen, bir sakatat türü olan Sütlüce Uykuluğunu… Süleymaniye kuru fasulyesini… Kış aylarında sevilerek içilen Vefa bozasını… Pudra şekeri ile birlikte yenildiğinde unutulmaz bir lezzete sahip olan Kanlıca yoğurdunu… Pierre Loti kahvesini…
“Her ne kadar ana gibi yâr, Bağdat gibi diyâr olmaz.” dense de, İstanbul gibisi yok… İstanbul, öylesine önemli ki, İstanbul üzerine kurgulanmayan, İstanbul olmadan düşünülmeyen hiçbir proje yok gibi… İstanbul, işte böyle anahtar bir şehir… Doğrusu, eğrisi bir tarafa, İstanbul gibisi bir tarafa… İstanbul için ‘nimet’ deyip yolsuzluk yapanlar, haksız da değiller (!)… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz, linki arkadaşlarınızla paylaşıp destek olmanız, olumlu-olumsuz görüşlerinizi, eleştirilerinizi iletmeniz dileğiyle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.