Doç. Dr.  BURAK ÖZTÜRK

Doç. Dr. BURAK ÖZTÜRK

Düşen İHA’lar Bize Ne Anlatıyor?

Düşen İHA’lar Bize Ne Anlatıyor?

Son günlerde Türkiye semalarında görüldüğü iddia edilen insansız hava araçları, çoğu kişinin sandığı gibi basit dronlar değildir. Ekranlarda yapılan yorumların büyük kısmı teknik temelden uzak olduğu için konu ya hafife alınıyor ya da yanlış yerlere çekiliyor. Oysa burada bahsedilen sistemler, düşük irtifada görev yapan, kanat açıklığı genellikle 3–4 metre olan, 25–40 kilogram kalkış ağırlığına sahip insansız hava araçlarıdır. Bu araçlar iki zamanlı motosiklet motorlarına benzetilse de gerçekte yüksek tork üreten, hafif alaşımlardan imal edilmiş ve düşük irtifada uzun süre çalışmak üzere optimize edilmiş özel motorlara sahiptir. Ortalama 3–6 saat havada kalabilir, 400–600 kilometre menzile ulaşabilirler.

Bu araçların en sık yapılan hatalı karşılaştırması, Türkiye’nin yüksek irtifa insansız hava sistemleriyle kıyaslanmalarıdır. Oysa bu iki sınıf teknik olarak tamamen farklıdır. Yüksek irtifa insansız hava araçları on binlerce fitte uçarken, bu sistemler genellikle 1000–1300 metre irtifanın altında görev yapar. Bunun temel sebebi motor yapısıdır. Bu sınıfta kullanılan motorlar yaklaşık 4000 fit civarına kadar verimli çalışabilir, daha yukarıda oksijen azalması nedeniyle performans hızla düşer. Yani bu araçlar zaten bilinçli olarak alçaktan uçmak üzere tasarlanmıştır.

Düşük irtifa uçuşun en kritik sonucu, radar algılamasının zorlaşmasıdır. Ortalama seyir hızları 80–100 kilometre civarındadır. Bu hız ve irtifa kombinasyonu, radar sistemlerinde çoğu zaman kuş sürüleriyle karıştırılmalarına yol açar. Radar kesit alanları küçüktür, görsel olarak fark edilmeleri de zordur. Özel sensörler ve entegre sistemler dışında, ülke sınırlarına girdiklerinde tespit edilmeleri oldukça güçtür. Bu nedenle bu araçlar sessizce sızabilen, fark edilmeden derinlere kadar ilerleyebilen bir yapıya sahiptir.

Bu sistemleri asıl tehlikeli kılan şey ileri teknoloji olmaları değildir. Tam tersine, son derece basit ve ucuz olmalarıdır. Gövdeleri çoğu zaman ahşap ve kompozit malzemeden üretilir. Bağlantılar epoksi reçine ve basit vidalama yöntemleriyle sağlanabilir. Yüksek irtifa sistemlerinde görülen perçinli, hassas toleranslı, özel alaşımlı birleşimlere ihtiyaç yoktur. Bu nedenle bu tür araçlar, doğru bilgiye sahip ekipler için büyük savunma sanayi tesisleri gerektirmez. Hatta meslek lisesi seviyesindeki atölyelerde dahi üretilebilir.

Maliyet tarafına bakıldığında tablo daha da netleşir. Gövde, motor, elektronik sistem ve otopilot dahil edildiğinde bu sınıfta bir insansız hava aracı yaklaşık 15–20 bin dolar seviyesinde üretilebilir. Aynı sistemler uluslararası pazarda 60–80 bin dolar bandında alıcı bulmaktadır. Buna karşılık yüksek irtifa sistemlerinde yalnızca motor maliyeti bile yüz binlerce doları bulabilmektedir. Yani yüksek irtifa pahalıdır, düşük irtifa ise tehlikeli derecede ucuzdur. Bu araçlar isterse 20–30 kilograma kadar patlayıcı taşıyabilir, isterse sadece yakıt ve gözetleme ekipmanı ile saatlerce havada kalabilir.

Peki bütün bunlar varken neden Türkiye gündeme geliyor sorusu asıl kritik noktadır. Türkiye’nin bu tür düşük irtifa insansız hava araçlarıyla karşı karşıya kalmasının nedeni rastgele seçilmiş bir hedef olması değildir. Türkiye bugün hem kendi radar altyapısını hem hava savunma reflekslerini hem de elektronik harp kabiliyetlerini geliştirmiş, sahada denenmiş sistemlere sahip bir ülkedir. Bu nedenle yapılan şey bir saldırıdan çok bir testtir. Bu araçlar nerede görülüyor, nerede kayboluyor, hangi irtifada algılanıyor, hangi noktada müdahale edilebiliyor, hangi sistem işe yarıyor tüm bunlar ölçülmektedir. Yani Türkiye’nin savunma sistemi parça parça sınanmaktadır.

Bir diğer neden Türkiye’nin jeopolitik konumudur. Avrupa, Orta Doğu ve Kafkasya hattının kesişim noktasında yer alan Türkiye, aynı anda hem NATO sistemleriyle hem de yerli savunma altyapısıyla çalışan karmaşık bir hava savunma ağına sahiptir. Bu durum, bu tür sistemleri geliştiren aktörler için eşsiz bir test ortamı oluşturur. Başka bir ülkede elde edilen veri ile Türkiye üzerinde elde edilen veri aynı değildir. Burada sadece radar değil, karar süresi, koordinasyon ve refleks de ölçülmektedir.

Son dönemde dikkat çeken bir başka nokta da bu araçların yüksek miktarda patlayıcı taşımamasıdır. Bu bir iyi niyet göstergesi değildir. Bu sürecin doğası gereğidir. Önce görülüp görülmediği test edilir, sonra durdurulup durdurulamadığı ölçülür. En son aşamada ise etkisiz hale getirme kapasitesi değerlendirilir. Bugün yakıt ve kamera taşıyan bir sistem, yarın farklı bir yükle karşımıza çıkabilir. Bu yüzden mesele panik değil, ciddiyettir.

Geleceğin savaş ve güvenlik anlayışı artık büyük, pahalı ve hantal platformlardan uzaklaşmaktadır. Düşük irtifada uçan, sürü halinde hareket edebilen, yapay zekâ destekli, ucuz ve görünmez sistemler ön plana çıkmaktadır. Bu araçlar klasik savunma doktrinlerini zorlamakta, hatta bazı durumlarda işlevsiz hale getirebilmektedir. Gökyüzünde sessizce dolaşan bu küçük sistemler, aslında yarının tehdit biçiminin açık bir habercisidir. Türkiye bugün bir saldırının değil, bir sınavın içindedir ve bu sınavın ciddiyetle okunması gerekmektedir.

Bu yazı toplam 278 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Doç. Dr. BURAK ÖZTÜRK Arşivi
SON YAZILAR