Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR

ERTUĞRUL GAZİ VAKFI BİZE NELER ANLATIYOR

ERTUĞRUL GAZİ VAKFI BİZE NELER ANLATIYOR

Değerli okuyucularımız vakıf konusundaki yazılarımıza devam ediyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemine ilişkin birinci el tarihi belgeler neredeyse yok gibidir. Eldeki mevcut kaynaklar da değerlendirilmeye muhtaçtır. İmparatorluğun kuruluş dönemine ait en çok öne çıkan kaynak Aşıkpaşaoğlu Tarihi’dir. "Tevârîh-i Âl-i Osman" ismiyle yazılan eser İmparatorluğun kuruluşundan çok sonra yazılmıştır. Yaklaşık iki asır sonra yazılan eser bazı eserlerden esinlenerek ve yazarın yaşadığı dönemde şahit olduğu olayları aktararak meydana getirilmiştir. Bu nedenle kuruluş dönemine ilişkin birinci el belgeler çok önemlidir. İşte bu belgelerden birisini tarihin tozlu raflarından alıp köşemize taşıyoruz. Hem de vakıf serimizin bir devamı olarak.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş dönemine ilişkin belki de ilk belgelerden birisi kuruculara ait vakfiyelerdir. Dikkatinizi çekmek istiyorum tek vakfiye değil birden çok vakfiyeden bahsediyorum. Çünkü günümüze ulaşan belge birden çok erken dönem vakfiyenin içeriklerinin çatışmasına çözüm için yapılan çalışmaya aittir. Belgeyi inceleyip yayınlayan değerli bilim insanı Dr. Mehmet Akif ERDOĞRU’dur. Çalışma, 1990 yılında Vakıflar Dergisi’nin XXI nolu sayısında “Ertuğrul Gazi'nin Bilecik'teki Vakıfları” ismiyle yayınlanmıştır.

1706 yılında dönemin yöneticileri Ertuğrul Gâzî vakfının Şeyh Edebâlı ve Timur Bey vakıflarıyla olan arazi anlaşmazlığını çözmek için görevlendirmeler yapmıştır. Sorunun çözümü için Bilecik’ten birçok kişinin bilgisine başvurulmuş, böylece karar verilmiştir. Sorun olan yer “Yediler-üyügü” isimli yerdir. “Karar heyetinde Bilecik imamı Ali Efendi İbn-i Hasan, Bilecik nakîbi es-Seyyid Mustafa Çelebi İbn-i es-Seyyid Abdûlbâki ve Bilecikli pek çok kişi vardır.” Verilen kararın resmiyet kazanması için resmi onay gerekmektedir. “Kararı Rumeli kadıaskeri Abdullah, Anadolu kadıaskeri Mahmud, Bilecik nâibi Mehmed, Söğüt kadısı Seyyid Mehraed, Orta Lefke kadısı İbrahim Hıfzî ve Bilecik müvellâsı Süleyman tasdik etmişlerdir.”

Ertuğrul Gazi vakfının belgesine baktığımızda çeşitli ve oldukça iyi gelir getiren kaynakları olduğunu görmekteyiz. Vakfa, genel olarak “Bilecik şehri ile Dekinözü, Avlaguözü, Günyarık ve Samakov köylerinin vergisi; Bilecik’in bagçe, bağ, ev, dükkan, han, değirmen ve mukataaları” bağışlanmıştır. Detaya baktığımızda yapılan çalışmada tüm kaynaklar ve gelirleri tek tek yazılmıştır. Belge bir işletmeci gözü ile incelendiğinde dönemin ekonomik koşulları hakkında detaylı bilgiler içermektedir. 1706 yılında Bilecik’te yaklaşık 3500, vakfa bağlı köylerde de 472 kişinin yaşadığını görmekteyiz. Yaklaşık 4000 kişiden vakfa yıllık 42,664 akça gelir alınmıştır. Vakfa bağ, bahçe olarak da 271 adet arazi bağışlanmıştır. Bilecik, Ortaküplü ve Aşağıküplü'deki bağların çoğu Ertuğrul Gaziye vakfedilmiştir. Yine sayı olarak belgede yer almasa da birçok ev vakfa bağışlanmıştır. Vakfiyede dikkat çeken bir diğer husus “mukataa”dır. Kelime anlamı olarak, “kesişmek veya birbirinden kesilmek” anlamına gelmektedir. Uygulamada mukataa, gelir için bir varlığın peşin olarak kiraya verilmesidir. Devlet hazinesi için yapılan uygulama kişiler için uygulanmazdı. “Bilecik'te Ertuğrul Gazi vakfına ait evlerin, atölyelerin (destgâh), hamamların ve kahvehanelerin arsaları mukata'aya verilmiştir”. Yine dönemin toplumsal yaşamı için son derece önemli olan değirmenlerin gelirleri de vakfedilmiştir. Vakfa Bilecik'te 8, Dekinözü ve Samakov köylerinde de 14 toplamda 21 su değirmeni (asiyâb) bağışlanmıştır.

İşletme tarihi açısından değer taşıyan bir diğer bilgi Bilecik’in ticari hayatında etkin olan esnaf yapısıdır. “1706 tarihli belgeye göre Bilecik'te olan 20 debbağ, 19 bazarcı, 14 boyahâne,14 bakırcı, 7 kuyumcu, bir semerci, bir demirci, bir bakkal ve 95 tane de diğer alanlarda faaliyet gösteren olmak üzere toplam 172 adet işyeri Ertuğrul Gazi'ye vakfedilmiştir. Dükkânları kullananlar, dükkânın büyüklüğüne ve dükkânda yapılan işin cinsine göre senede belli bir ücreti vakfa vermişlerdir. Yıllık gelir 6.790 akçedir”.

Belge kısacası böyle. Şimdi işin sırrına girişelim ve belgeyi konuşturalım. İlk olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş döneminde birden çok vakıf kurulmuştur. Ertuğrul Gazi ve Şeyh Edebali vakıflarının kurulduğunu belgeden öğreniyoruz. Yazara göre vakfı kuran Ertuğrul Gazi değil büyük ihtimalle çocukları, Osman Gazi’dir. Fethedilen arazilerin tarih sırası bizi bu sonuca götürmektedir. İkincisi, vakfın kuruluşunda ta o zaman dikkat edilen yönetsel husustur. Günümüzün yönetsel anlamda en önemli konularından birisi “sürdürülebilirlik” kavramıdır. Artık günümüz işletmelerinin, örgütsel yapılarının karşılaştıkları en önemli yönetsel sorunlardan birisi sürdürülebilir bir yapıda olmamalarıdır. Sekiz asır önce bu kavramın bilincinde olan kurucular sorunu yönetsel olarak çözmüşlerdir. “Ertuğrul Gâzî vakfının temel özelliği "selâtîn” vakfı olmasıdır. Osmanlı padişahları, Ertuğrul Gâzi vakfını kendi vakıflarının yapısına sokmuşlardır. Bunun sebebi muhtemelen vakfın devamlılığının sağlanması ve her türlü müdahalenin dışında tutulmak istenmesidir. Bilindiği gibi selatin vakıflarının idaresi Darüssaade Ağalığı'na bağlıydı. Darüssaade Ağası, selâtîn vakıflarını nezaretle vazifeliydi Tevliyet (vakıf mallarına bakma görevi) ise padişahların vekil tayin ettikleri kişilere verilirdi. Bu durum Ertuğrul Gâzî vakfına âit belgelerde de açıkça görülür”. Belgeden sadece ihtilaflı konunun çözümüne yönelik çalışmayı öğrenebiliyoruz. Vakfiyenin halka karşı sunduğu hizmetler belgede yer almamaktadır. Dönemin koşullarında Bilecik ve çevresinin önemli gelir kaynaklarını kullanan vakfın sunacağı hizmetler de çok kapsamlı olmalıdır. Dilerim gün gelir vakfiyenin ilk hali ortaya çıkarsa ya da yeni tarihi belgelerde bu konulara rastlanırsa bu eksik husus da aydınlanır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucu yöneticileri edep, adap, ahlak, vicdan, yüksek inanç değerleri taşıyan, gerçekten milletini seven ve bu uğurda karşılıksız hizmet eden kişilerdi. Belgeden de anlıyoruz ki onlar asla kul hakkına, başkasının malına mülküne tenezzül etmemiş, el uzatmamışlar. Yönetici olarak kazandıklarını kendilerine, yakın çevrelerine hak olarak görmemişler. Elde ettikleri kaynakları tekrar organize ederek halka hizmet olarak sunmuşlar. Halktan aldıklarını vakıflar kurarak yine halka hizmet olarak geri döndürmüşler. Osman Gazi’nin vefatında şahsi mirası olan varlıklar bunun en güzel örneğidir. Asırlar boyunca yaşayacak bir imparatorluğu ancak böyle dürüst, adaletli, haramdan uzak duran birisi kurabilirdi. Bu ayrı bir yazı konusu olmalıdır.

Bu yazı toplam 2011 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Doç. Dr. Muzaffer AYDEMİR Arşivi
SON YAZILAR