SANATTAN ÇIKAN TARİH: ERTUĞRUL GAZİ TÜRBESİ
Değerli okuyucularım, bir önceki yazımızda etrafımızı saran olguların farkına varmak, kültüre ve sanata ilgi duymak konusunu işlemiştik. Çevremizdeki tüm olgular bizimle konuşurlar. Yeter ki biz onları dinlemeyi bilelim. Sanat eserleri de bizimle konuşan kıymetli olgulardır.
Sanat insanlık yaşamı boyunca var olmuştur. Sanat eserleri güçlü bir medeniyetin göstergeleridir. Milletler ancak belli bir maddi ve kültür düzeyini geçtikten sonra sanat eserleri vermeye başlarlar. Bir binadan bir şiire, bir tablodan bir roman, bir heykelden bir karikatüre kadar birçok sanat eseri toplum kadar onları meydana getiren sanatçıların da birer yansımasıdır. Sanatçılar tıpkı bilim insanları gibi toplum içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahip olan tekâmül etmiş özel bireylerdir.
Sanat dalları içerisinde en çok bilinenlerden birisi resim sanatıdır. Türklerde resim sanatının ilk ve güzel örnekleri kurganların duvarlarında görülmektedir. Ayrıca kaya resimleri hem bir iletişim aracı hem de gelecek nesillere bilgi aktarım yöntemidir. İlerleyen dönemde İslamiyet’i kabul ettikten sonra Hristiyanlıkta olduğu şekilde yalvacı tanrılaştırmanın önüne geçmek için resim ve heykel sanatı yerine hat, minyatür ve süsleme sanatı öne çıkmıştır. Bu dönemde dünya çapında eserler verilmiştir. Resim sanatının tekrar gündeme gelmesi ise Tanzimat dönemine rastlar.
Resim sanatının ilk öncüleri mühendislik ve tıp konularında olduğu gibi yine askerler olmuştur. Mühendishane-i Berr-i Hümayun‘da eğitim alan askerler kısa sürede güzel eserler ortaya koymaya başladılar. Teknik eğitim kapsamında aldıkları eğitimi geliştiren askerlerin eserleri batılı örneklerini aratmayacak özelliktedir. Bu dönemde yapılan eserler çoğunlukla fotoğraftaki gerçekliği aynen tabloya aktarmayı amaçlayan, peyzaj ve manzara çalışmalarıdır. Bu döneme ait eserler günümüze eşsiz bilgiler aktarmaktadır.
Kısa bir girişten sonra başlık konumuza dönersek Ertuğrul gazi Türbesinin 1890’lardaki halini yine bir sanat eserinde görebiliriz. Ülkemizin örnek sanat merkezlerinden birisi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’dir. Müze’de birinci kattan itibaren resim sanatının en öne çıkan eserleri dönem dönem sunulmaktadır. Bu örneklerden bir tanesi de Hüseyin Zekai Paşa’nın “Söğüt’te Ertuğrul Gazi Türbesi” isimli eseridir.
Önce eserin sahibini tanıyalım. 1860 yılında doğan ressam, Askeri Rüştiye, Kuleli Askeri Lisesi ve 1880/1881’de de Harbiye’den mezun olmuştur. Ressamın meslek hayatı sanat ile ilgilidir. Hüseyin Zekai Paşa, 1898’de Alman İmparatoru II. Wilhelm’in çıktığı Suriye Gezisi’ne eski eser uzmanı olarak katılır. Ayrıca, İran Şahı Muzaffereddin’in 1900’de İstanbul’a yaptığı resmî ziyareti belgeleyen komisyonun da başkanı olarak görev yapar. Ziyaret kapsamında 340 fotoğraftan oluşan bir albüm hazırlar. Benzer şekilde padişah tarafından oluşturulan birçok fotoğraf komisyonuna başkanlık eder, albümler hazırlar. Hüseyin Zekai Paşa’nın özel ilgi alanı ise Bursa ve çevresi doğal ve tarihi güzellikleridir. Bu kapsamda ressamın Söğüt’e de gelmiş olması muhtemeldir.
Ressam Söğüt’te yer alan Ertuğrul Gazi Türbesi hakkında iki eser vermiştir. İlk eser türbenin orijinal halini göstermektedir. Eser, yağlı boya ve çerçevesiz 78X100 cm ebadındadır. Ressam, Ertuğrul Gazi Türbesi’ni önce harap haliyle olduğu gibi fotografik bir gerçekçilikle yansıtmıştır. Daha sonra türbeyi zihninde restore ederek yeniden resmetmiştir. Ressam muhtemelen Ertuğrul Gazi’ye yakışır durumda olması için aynı tablonun ikincisini yapmış olabilir. İkinci tabloda ana yapının duvarları Bursa’daki Yeşil Türbe ile benzer renkle renklendirilmiştir. Bu da ressamın Bursa ve çevresine olan hayranlığının bir diğer göstergesidir.
Evet değerli okuyucular. Asırlar boyunca dünyanın birçok bölgesini yöneten bir imparatorluğun kurucusunun türbesini bir sanat eserinde görmek mutluluk vericidir. Özellikle ilk eser, sanatçının estetik yorumu olmaksızın dönemin koşulları hakkında net bilgiler sunmaktadır. Sanatçı türbenin durumundan duyduğu üzüntüyü ikinci bir eseriyle dile getirmiştir. Acaba bizler imparatorluğun kurucusunun türbesinin çevresinin estetiğine ne kadar sadık kaldık. 700 yıldan fazla süre bozulmayan estetiği, doğaya saygıyı ne kadar muhafaza edebildik. Böyle eserleri yapanların düşünerek oluşturdukları saygıyı ve estetiği bizler ne kadar anlayabildik. Takdir okuyucularımızın.
Yazımızı yine son bir söz ile bitirelim. Etrafımız bizimle konuşan sayısız olgu ile çevrili. Onları okuyabilmek için önce bakmayı, görmeyi, yorumlamayı bilmek, hasılı fikir sahibi olmak lazım.